18 Eylül 2015

Prensipli davranabilmenin gerekliliği…

Yaşadığımız bunca karmaşanın nedeni prensipli olmamaktan geçiyor bana göre. ‘Demokrasi'nin dilden düşmediği şu zamanlarda dahi insanlığın onca yıllık birikimiyle ortaya çıkıp, görünür olan ilkeleri ‘Şark Kurnazlığı'na feda ederek yorumluyor ve anlıyoruz hayatı.

Kişilere, ortamlara, koşullara, çıkarlara göre değişen yaklaşımlar göstermemiz, içinde boğulduğumuzu hissettiğimiz cenderelerin yaratıcısı oysa. Prensipli olmayan her tarz, nereden, hangi çevreden gelirse gelsin bütünü olumsuz etkileyen bir hezeyan yaratıyor.

Yıllarca bir tekrarı yaşıyormuşuz hissini duymamızın, zamanın bir yerinde sürekli ‘patinaj' yapıyormuş duygusunu yaşamamızın sebebi de bu. Prensipli, ilkeli, tutarlı olamama halimiz, istediğimiz ‘huzur ve barış' adına asıl değiştirilmesi gerekenlerin mekânına uğramamıza engel oluyor.

Oysa lafı geldiğinde herkes diğerinden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha eşitlikçi ve onlarla taşan bir dünyanın ‘düş'ünü kuruyor. Hiç kimse zorbalığın, aksaklığın, haksızlığın, çaresizliğin, kadersizliğin at başı gittiği zamanları âdem evlatlarına daha çok yakıştığını iddia etmiyor.

Lakin pratikte yapılanların çoğu söylediklerimizin tam tersi.

Haksızlıktan dem vuranlarımız ilk fırsatta benzer bir haksızlığın yapanı olmakta bir beis görmüyor. Kendimize yakın bulduğumuzun haksızlığına ses çıkarmıyoruz (ya da çıkaramıyoruz).

Neden? Çünkü her daim ilkelerin ve prensiplerin biçimlendirdiği bir bakışın pratikte çok fazla karşılığının olmadığını biliyor ve yaşıyoruz.

İtiraf etmeli ki ilkesizliğin yaygın olduğu yerde, ilkeli davranmak kolay iş değil. Yanlış olana dair, aksayana dair eksiği gediği söylemek, dünyanın en art niyetsiz yapıcı eleştirisi olacağını da söyleseniz kolayca ağzınızdan çıkamıyor o yerlerde. Karşılığında ödeyeceğiniz bedelin baskısıyla şekilleniyor edeceğiniz her kelam.

Kendi içinizde kendinize yönelik her eleştirel söz inanılmaz bir kibrin ve egonun öfkesini kuşanıp, derhal dünyanın bütün kuşkulu gözlerini üzerinize faş etmenin fırsatını kolluyor sanki,  ilkeli olmayı sevmeyen toplumlarda.

İki kelamlık farklı düşünceyi dile getirmede yaşadığınız ‘kısmi faşizm' hayatın akışı içinde her şeyin birbirinin içine girmesine, karışıp adeta birer çorbaya dönmesine de neden oluyor.

Oysa zamanın getirdiği değişimleri reddetme karakterinin de, inatla bir yanlışı savunmanın anlamsızlığının da, sizin ‘ak' dediğinize ısrarla ‘kara' denilebilinmesinin ardında da iflah olmaz ‘prensipsizlik' hali var.

Bugün ölümlerin, kargaşanın, korkuların, belirsizliklerin yeniden çoğaldığı zamanlarda her kesimin karşısındakinin ‘mantıklı ve doğru' düşünemediğine inanmışlığı da prensipli olamama halinin bir sonucu aslında.

Ya da öfkelerin, yalanların, haksızlıkların politik ve sosyal hayatı şekillendiriyor olmasındaki çarpıklık, her cümleyi mutlak bir ‘ama' ile bağlamanın gereğine inanmışlık, yapılan her eleştirinin ‘hainlik' ile eşleştirilmesi de ilkeli bir hayat tarzını geliştirememekten kaynaklanıyor.

Çünkü prensipli olmanın insana bahşettiği vicdanlı ve adaletli olma hallerinden mahrumiyet hem derinlikli düşünme yeteneğimizi köreltiyor hem de olaylara çok yönlü bakabilmenin marifetiyle ‘ben olsaydım…' empatisinden uzaklaştırıyor bizleri.

O yüzden yazılanların, konuşulanların tek derdi kalıyor geriye. Benim olanın ‘iktidar' olması, ‘rakip' olanın alaşağı edilmesi için her yalan, her mübalâğalık, her lânet, her rezillik mubahtır.

Oysa insanın kendi dışındaki düşünceyi kaale almasının da, başkasının söylediğini daha başından kesip atma pervasızlığını kontrol etmesinin de yolu ‘prensipli olmak'tan geçiyor. Toplumsal barış adına sağlıklı ilişkiler yaratmanın ve onu geliştirmenin de.

Kim olursa olsun, nerede durursa dursun insanın kendi söylediğinin ‘tek doğru' olduğuna olan inancı, aklın ve vicdanın üzerine abanıp, onları nefessiz bırakacak bir karabasana dönüşebilir. O yüzden zor da olsa, yalnız da kalınsa prensipli olmayı öğrenmek ve öğretmek ‘akıl tutulması' hallerinden uzak durabilmenin de yolu.