22 Ocak 2018

Prof. Dr. Osman Turan’ı Hatırlamak

Prof. Dr. Osman Turan Türk tarihçiliğinin son büyük üstatlarından. Ölümünün 40. yılında rahmetle hatırladığımız hocamız tarihimize dair telif ettiği abidevi ve klasikleşen eserleri ile bugün tek başına bir enstitü özelliği gösteren bir mirası bıraktı. Prof. Osman Turan'ı, bu satırların naçiz yazarı sadece nâkil olarak kalıp onun fikirlerini hatırlayarak anmayı edebe daha uygun buluyor.    

Prof. Dr. Osman Turan, Türk tarihine İslami dönemde müntesip olmanın mana esaslarını gösteren bir tarihçidir. Türk tarihinin metafiziğini yazdığı eserlerinde aklımızı bilgi kadar düşünceye de sevk eder. Osman Turan geçmiş ile gün arasında bağ kurarak Türk Milletinin süregiden hafızasına hatırlatan ve yol açan tefekkürü ile yön göstermiştir. Uzunca bir alıntıyla vereceğimiz kısım, Türkler ve İslam konusunun modern zamanlardaki vaziyete dair fevkalade değerli ve hatırlanması gereken değerdedir: “Bu tarihi görüş bizi haklı olarak bugün girdiğimiz veya, daha doğrusu, girmekte olduğumuz bize göre yeni bir sentez yapmak zorunda bulunduğumuz Avrupa medeniyeti karşısında meydana çıkan birtakım meseleler hakkında derin düşüncelere sevk eder. Gerçekten on asır önce olduğu gibi bugün de milli tarihin bir dönüm noktası üzerinde bulunuyoruz. Bu dönüşü ne kadar milli şuura ve ilmi esaslara sahip olarak idare edersek milletin mukadderatı o kadar teminat altına alınmış olacak; aksi takdirde o nispette milli bünyemiz sarsıntılara, tehlikelere maruz kalacaktır. Bugün daha fazla milli endişelerle hareket edersek ilmi esaslara dayanmamızı gerektiren en nazik nokta da İslam medeniyetine girmekten farklı olarak hakim ve büyük bir millet mevkiinde bulunmak gibi bir imtiyazla değil küçük ve tabi bir millet menzilesinde cihanşümul bir medeniyeti kabul etmek zorunda olmamızdır. Diğer bir fark da yeni medeniyete girerken din değiştirmenin bahis mevzuu olamıyacağıdır. Burada her iki medeniyete mensup cemiyetlerde, dinin Orta çağdaki kudret ve tesirini muhafaza edememiş olması ileri sürülebilirse de; onun içtimai mahiyeti dolayısiyle hayati ehemmiyetinin bir vakıa olarak mevcut olduğu ve ne şekil ve nisbette olursa olsun daima mevcut olacağı aşikârdır. Birinci fark milli bünyemiz için ne kadar sarsıcı bir tesire sebep olursa ikincisi de, asrımızın hakim bir cereyanı olan milliyetçilikle birlikte, bu sarsıntıyı tadil edici bir role sahiptir. Bundan dolayı yeni medeniyet bize kendini ne kadar ezici bir kuvvetle kabul ettirirse ettirsin ve buna karşı biz ne kadar tabi bir durumda bulunursak bulunalım İslam dini ve medeniyetinin bin yıllık bir tarih potası içerisinde milli kaynaktan gelen unsurlarla yoğurduğu bir içtimai bünyenin, şuurlu veya şuursuz, birtakım müdafaa kuvvetlerine malik olarak, ister istemez, bünyesine uygun bir şekilde bir alış yapacak ve yeni medeniyeti milli, İslami ve Avrupai unsurların dozuna göre yeni bir hamur haline sokacaktır. Tarihin bu dönüş ve akışında içtimai amillerin ehemmiyeti ne olursa olsun milli şuur ve ilim sahipleri olan yüksek tabakanın bu hususta oynadığı ve oynayacağı rol çok büyük olacaktır. Aksi halde milli mukadderatımız için tedavisi imkansız hastalıklar doğurabilir. Bundan başka üzerinde durulması gereken bir mesele de İslam medeniyetine girerken bu medeniyetin içinde bulunduğu buhranın yeni medeniyete girerken onda da buna benzer bir mahiyette bir buhranın mevcut olmasıdır. Avrupa medeniyetinden faydalanmamız, Avrupalıların İslam medeniyetinden faydalanarak yeni medeniyeti vücuda getiren Renaissance ve reforme hareketlerine benzer bir mahiyette mi olacak; yoksa bugünkü medeniyetin bütün dünya milletlerini içerisine alması dolayısıyla müşterek medeniyeti yaratan ve içinde yaşayan Avrupa kavimlerini birbirinden ayıran farklara yakın bir farkla yeni bir içtimai ve milli bünye mi arz edecektir?” Modern zamanlarda Türk ve İslamiyet meselesini bu uzun alıntısında ciddi bir tahlil ile sorgulayarak dünden yarına “an”ın kaçırılmaması noktasında tespitlerde bulunur.

Bir mütefekkir mefkûreciyi en iyi anlamak düşüncesine yoldaş olup sarp yokuşlarda ona yoldaş olmaktır.