Psiko-Tarih Bir Yaklaşımla Sultan Alparslan'a Dair
Beşeri bilimlerin disiplinler-arası bir nitelik kazanması keyfiyetinin
dikkate alınmaması yahut sosyal bilimler pratiğimizde uygulanır hale gelememesi
son devirlerde, teknoloji 4.0/5.0/6.0 kadar ıskaladığımız meselelerdendir. Sonuçları
ise daha fenadır. Bunun sebepleri vardır: Vizyonsuzluk en başta gelenidir. Sosyal
bilimlerde herkesin kendi alanında beylik sürdüğü bir iklimde haşa başka bir
alana yandan bile baktığınızda işgüzar olmaktan tutunda eski köye yeni adetçi
olmaya kadar bir sürü avami herzenin muhatabı olmanız kabildir. Lakin sosyal
bilimler ve bu cümleden tarih insana çok katmandan bakmak istiyorsa farklı
alanlardan kavram, teori ve uygulamalardan yararlanması gerekir. Medeniyet
merkezli bir okumanın da önemli ayaklarından birisi budur. Hatta teklif
ettiğimiz üniversite modelinde de bunu daha önce dile getirmiş idik (Bkz.
Medeniyet Merkezli Tarih Biligi yahut Medeniyet Bilig). Tarihin disiplinler
arası okunarak bütüncül bir resim çıkarılması modern zamanların tarih
metodolojisi kitaplarında konu başlığı ve son devir tarihçiliğinin
gereklerinden olarak sayılırken tatbikatta durum nedir? Bu cümleden olarak,
sayılan bilimler arasında psikoloji tarihe yardımcı bilim dalı olarak
zikredilenlerden olmakla birlikte kavram ve teori desteği açısından ancak 20. asırda
daha çok tatbikata dökülebilen bir alandır. Bu yolda psiko-tarih denilen bir
kavram ve saha ortaya çıkmıştır.
Bu arada disiplinler arasılık meselesine gözü kapalı dalmamak gibi bir zaruretin
olduğunu da ifade edelim. Düşünce dünyamız aşırılığa dalmaya pek meyyaldir.
Modern zamanlarda üretilen bilgi ve bilimin perspektifî karakterini ve belirli
tarihi ve sosyal şartlarda üretildiğini göz ardı edip, otantik bir felsefeye
sahip olmadan/üretmeden yahut varolunu kendimiz açısından değerlendirmeden,
sabitelerimizi doğru belirlemeden bir başka sosyal bilim alanının kavramları
ve/veya teorilerini genel geçer, evrensel meselelermiş gibi okuyup doğrudan
tatbik etmek gerçeği ararken distopyaya kadar varacak gerçeklikten uzaklaşmaya
yol açabileceğinden, ideolojik çukurlara yuvarlanma tehlikesi de taşıdığından
disiplinler-arasılık konusunda bu hususa dikkat edilmesi gerekir.
Bu yazıda bir tanıtım ve örneklendirme çabası olarak Sultan Alparslan’a psiko-tarih
denilen alandan bakmaya çalışacağız. Peki, tarih ile ilgilenen bir alan olarak
ortaya çıkan Psiko tarih nedir?
Psiko-Tarih
Psikotarih
teriminin ilk kez 1951’de Isaac Asimov’un (1920-1992) bilimkurgu üçlemesi
Foundation’da geçtiği popüler bir bilgi olarak yaygınlaşmışsa da, ABD’li
psikotarihçi Paul Elovitz gerçekte bu terimin 1920’lerde kullanıldığı ve
1910’larda da psikobiyografik çalışmaların yapılmaya başlandığı bilgisini
vermektedir. Elovitz bu terimin en erken 19. yy. sonlarında Amerikan romantik, şair, eleştirmen ve diplomat James Russell
Lowell tarafından 1840’ta kullanılmış olduğunu tespit etmiştir. Henry Lawton
psikotarihin köklerini Vico (1668-1744) ve Dilthey’a (1833-1911) kadar
götürmektedir. Psikotarih alanı, psikotarihçilerin 1960’lardan itibaren bir
araya gelmelerinin neticesi olarak 1970’lerde kurumsallaşmaya başlamıştır. Türkiye’de
ise psikotarih çalışmaları cılız bir çabayla 2000’li yıllarda görülmeye
başlanmıştır. Strozier psikotarihi “belirli bir bireye ya da geçmişteki olaylara
ilişkin anlayışımızı geliştirmek için psikoloji kavramlarını, ilkelerini ve
teorilerini sistematik olarak kullanan bir tarih biçimi” olarak tanımlamaktadır
(Hadiye Yılmaz Odabaşı, “Psikotarihin Tarihi: Yaklaşımlar ve Tartışmalar”, Universal
Journal of History and Culture Vol. 2, No. 2, 2020, s. 134,135,139).
Sultan Alparslan
Sultan
Alparslan ile kaynaklardaki bilgilere psikoloji yahut psiko-tarih ile
baktığımızda bir takım neticeler hâsıl etmek mümkündür. Lakin bunu yaparken
kullanılan kavram ve yaklaşımların modern bakış açıları ile oluşan bazı alt
yapıya dayalı olabileceği uyarısı ile birlikte ele alınması da zaruridir. İbn
Haldun ve benzeri otantik dönem kaynakları bu konuda bize nazari çerçeve
verdiklerinde konuya bakışta biraz daha rahat olabiliriz lakin her zaman insan
ve ona dair subjektif karanlık alanın söz konusu olduğunu bir metod kaidesi
olarak hiç unutmadan bunu yapmak da gereklidir. Sultan Alparslan’ın olaylar
karşısında sergilediği tutum ve davranışlara bakıldığında “adalet” kavramının
ön planda olduğu görülmektedir. Bu, oryantalist bir yorumla, sadece idealize
etme çabası mıdır? Bu manada daha evvel İbn Sina odaklı yazılarımızda ifade
edildiği üzere, Alparslan’ın nazari ve pratik ahlakın bütünleştiği bir
psikoloji ve ahlak yapısında bir şahsiyet olduğunu söylemek mümkündür. Kişilik
gelişimi ve şahsiyetinin bu manada bir psikolojiden beslendiği de bu meyanda
söylenebilir. Zira kuru kuru ahlak demek ötesinden ahlak-ı fazıla sahibi
olmanın bilgelik gereği olan yapılanması ve hasletinin oluşumu sağlıklı bir
psikolojik yeterliliği gerektirir. Yani bilinen uygulanan haline gelmiş midir
sorusunun cevabınca hareket etmek. Bunun yanında kaynaklara aksettiği üzere
Sultan Alparslan’ın farklılıklara karşı hoşgörülü ve saygılı olması, önce
savaşmak yerine barış ve antlaşmadan yana tavır alması, doğruluk ve dürüstlüğe
verdiği önem gibi diğer özelliklerini âdil olmasının alt boyutları olarak değerlendirmek
mümkündür. Bilgeleşen bir akıl ve ruh hali bu manada sosyal neticeler
vermektedir. Bu psikolojik haleti sosyoloji açısından siyaset sosyolojisi
nazarı ile değerlendirmek de mümkündür lakin bu yazının konusu değildir. Bunun
yanında bu psikolojiyi var eden ve ahlakı sağlayan ontolojik zemin ve bunun
şahsiyeti var eden epistemolojik/bilgi ve aksiyolojik/değer zemini de felsefi
açıdan okunabilir velâkin konumuz bu da değildir. İncelemeye devam edersek;
Sultan Alparslan’ın kaynaklara göre müsamaha sahibi, affedici ve merhametli,
şefkatli, verdiği sözlerin arkasında duran, disiplinli, alçak gönüllü ve insan
yaşamını önceleyen bir yapıda olduğu görülmektedir. Alparslan’ın bu yöndeki
tutum ve davranışlarının gerekçeleri de göz önünde bulundurularak Kohlberg’in
Ahlak Gelişim Kuramı açısından değerlendirildiğinde “gelenek ötesi” düzeyde yer
aldığını söylemek mümkündür. İşte tam burada yaptığımız ikaza geliyoruz.
Gelenek ötesi denen şey geleneğin evrensel görülmediği modernite açısından
Alparslan sosyal sözleşme ve evrensel ahlak açısından şaşılacak/istisnai bir
şahsiyet gibi görünse de Kutadgu Bilig kavram zemini göstermiştir ki
Alparslan’ın dünyası modern batının ulaşacağı sonuçlara psikoloji ve sosyoloji
açısından asırlar öncesinden varmış idi. Şu an doğudaki durum ise gelenek gerisi
olarak adlandırılacak bir hali gösteriyor. Bir gelenek distopyası içinde
olduğumuzu söylemek de yanlış olmayacaktır. Yani bizim dünyamız geleneğe göre
gerici durumdadır.
“Sosyal
sözleşme” ve “evrensel ahlak” olarak iki aşamadan oluşan gelenek ötesi düzeyde
Alparslan’ın davranışlarının ağırlıklı olarak evrensel ahlak düzeyine daha
yakın olduğu, zaman zaman sosyal sözleşme düzeyinde davranışlar sergilediği
söylenebilir. Söylenebilir zira o modern zaman insanı değildir! Evrensel ahlak
düzeyindeki birey için insan yaşamı, onur ve gururu her şeyden önceliklidir (Çiftçi
N, Kohlberg’in bilişsel ahlak gelişimi teorisi: ahlak ve demokrasi eğitimi.
Değerler Eğitimi Dergisi, 1(1), 2003, s. 43-77). İnsanı merkeze alan bir
bakışla gelenek ötesi denilen zamanın daha medeni olduğunu söylemek de
kabildir. Kaynaklardan aksettiği üzere, Sultan Alparslan’ın Malazgirt
zaferinden sonra Romanos Diogenes’i öldürmek yerine affetmesi, onu ağırlama ve
uğurlama şekli Alparslan’ın insan yaşamına ve onuruna verdiği önemin bir göstergesi
olarak değerlendirilebilir. Tüm olanlara rağmen Ebu Bekir Muhammed ve tahtı ele
geçirmek isteyen kardeşi Kavurt’u affedişi ve ardından her ikisine olan
yaklaşımını da evrensel ahlak düzeyindeki davranışlar olarak değerlendirmek
mümkündür. Kurama göre bireyler zaman zaman bulunduğu düzeyin dışında da
davranışlar gösterebilmektedir (Haynes F (2002) Eğitimde etik. (Çev: SK Akbaş).
İstanbul: Ayrıntı2002). Görüldüğü üzere modern psikoloji açısından Sultanımız
istisnadır?! Lakin bir modelleme olarak psikoloji nazarından bir şahsı
değerlendirmenin atölyesi diyebileceğimiz çalışmayı da bu sınırlı yazı
çerçevesinde yaptığımızı söyleyebiliriz. Alparslan’ın yine Kündürî ve Ay-Tekin’i
emirlerine uymadıkları gerekçesiyle öldürmüş olması da evrensel ahlak düzeyinin
dışında davranışlar sergileyebildiğini göstermektedir. Sosyal sözleşme
aşamasında ise birey için doğru olan davranış insanların farklı düşünce ve
değerlere sahip olduğunu bilme ve bunları korumaktır (Gürses İ ve Klavuz MAi
Kuşakların ahlaki değerleri birlikte öğrenmesi: Kohlberg’in ahlaki gelişim
kuramı açısından bir değerlendirme. Küresel Diyalog Davraz Kongresi Bildiriler
Kitabı (Ed. Uysal Kerman ve diğerleri), 2009, s. 2981-2994). Lakin bu gösterge
hangi gerekçe ile yaşanmıştır. Psikopat bir ruh hali mi yoksa düzeni koruma
endiseşi mi? Elbette bu yazı Alparslan avukatlığı değildir. Alp Arslan’ın diğer
din ve mezhepler arasındaki farklılıklara duyduğu saygı ve hoşgörünün yanı sıra
farklı din ve mezhepten olanlara adil bir şekilde davranıyor oluşu sosyal
sözleşme aşamasının gerektirdiği davranışları yerine getirdiğinin bir
göstergesi olarak kabul edilebilir. Tüm bunlardan hareketle Alparslan’ın
başarılı bir devlet adamı ve lider olmasının arka planında sahip olduğu yüksek
ahlak düzeyinin çok büyük katkısının olduğunu söylemek mümkündür. Buradaki
örnek dışında başka kavram, bakış açıları vs. üzerinden de okumalar yaparak bu
inceleme genişletilip derinleştirilebilir. Bunun için yazardan daha fazla
psikoloji formasyonuna sahip tarih perspektifi olan bir zihne ihtiyaç vardır.
Tarih
içinde var olduğumuz bir süreç. Buradaki bize bakarken farklı çerçeveler ve
yerlerden bakmak mümkün. İşte Alparslan’ın kaynaklara akseden olaylar içindeki
tavırlarından psikolojisi ve sosyolojik tezahürleri konusunda fikirler yürütüp,
felsefi değerlendirmeler yapabildiğimiz bir tarih unsuru olarak ona geniş bir
zaviyeden bakmak devrini ve düşünmek mümkündür. Bilim dediğimiz bilgi üretme
süreci sosyal bilimler açısından zor lakin yolu yordamı ile yapılınca tadına
doyulmaz bir merak ve öğrenme alanıdır. Ülkemizde hak ettiği yeri ve değeri
bulduğunda şüphe yok ki medeniyet iddialarımız makul bir zemine kavuşacaktır. Bu
bakımdan artık konuşmak yerine düşünmeye başlamanın vaktidir.
Vesselam