06 Aralık 2022

Psiko-Tarih Bir Yaklaşımla Sultan Alparslan'a Dair

Beşeri bilimlerin disiplinler-arası bir nitelik kazanması keyfiyetinin dikkate alınmaması yahut sosyal bilimler pratiğimizde uygulanır hale gelememesi son devirlerde, teknoloji 4.0/5.0/6.0 kadar ıskaladığımız meselelerdendir. Sonuçları ise daha fenadır. Bunun sebepleri vardır: Vizyonsuzluk en başta gelenidir. Sosyal bilimlerde herkesin kendi alanında beylik sürdüğü bir iklimde haşa başka bir alana yandan bile baktığınızda işgüzar olmaktan tutunda eski köye yeni adetçi olmaya kadar bir sürü avami herzenin muhatabı olmanız kabildir. Lakin sosyal bilimler ve bu cümleden tarih insana çok katmandan bakmak istiyorsa farklı alanlardan kavram, teori ve uygulamalardan yararlanması gerekir. Medeniyet merkezli bir okumanın da önemli ayaklarından birisi budur. Hatta teklif ettiğimiz üniversite modelinde de bunu daha önce dile getirmiş idik (Bkz. Medeniyet Merkezli Tarih Biligi yahut Medeniyet Bilig). Tarihin disiplinler arası okunarak bütüncül bir resim çıkarılması modern zamanların tarih metodolojisi kitaplarında konu başlığı ve son devir tarihçiliğinin gereklerinden olarak sayılırken tatbikatta durum nedir? Bu cümleden olarak, sayılan bilimler arasında psikoloji tarihe yardımcı bilim dalı olarak zikredilenlerden olmakla birlikte kavram ve teori desteği açısından ancak 20. asırda daha çok tatbikata dökülebilen bir alandır. Bu yolda psiko-tarih denilen bir kavram ve saha ortaya çıkmıştır.  

Bu arada disiplinler arasılık meselesine gözü kapalı dalmamak gibi bir zaruretin olduğunu da ifade edelim. Düşünce dünyamız aşırılığa dalmaya pek meyyaldir. Modern zamanlarda üretilen bilgi ve bilimin perspektifî karakterini ve belirli tarihi ve sosyal şartlarda üretildiğini göz ardı edip, otantik bir felsefeye sahip olmadan/üretmeden yahut varolunu kendimiz açısından değerlendirmeden, sabitelerimizi doğru belirlemeden bir başka sosyal bilim alanının kavramları ve/veya teorilerini genel geçer, evrensel meselelermiş gibi okuyup doğrudan tatbik etmek gerçeği ararken distopyaya kadar varacak gerçeklikten uzaklaşmaya yol açabileceğinden, ideolojik çukurlara yuvarlanma tehlikesi de taşıdığından disiplinler-arasılık konusunda bu hususa dikkat edilmesi gerekir.

Bu yazıda bir tanıtım ve örneklendirme çabası olarak Sultan Alparslan’a psiko-tarih denilen alandan bakmaya çalışacağız. Peki, tarih ile ilgilenen bir alan olarak ortaya çıkan Psiko tarih nedir?

Psiko-Tarih

Psikotarih teriminin ilk kez 1951’de Isaac Asimov’un (1920-1992) bilimkurgu üçlemesi Foundation’da geçtiği popüler bir bilgi olarak yaygınlaşmışsa da, ABD’li psikotarihçi Paul Elovitz gerçekte bu terimin 1920’lerde kullanıldığı ve 1910’larda da psikobiyografik çalışmaların yapılmaya başlandığı bilgisini vermektedir. Elovitz bu terimin en erken 19. yy. sonlarında Amerikan romantik,  şair, eleştirmen ve diplomat James Russell Lowell tarafından 1840’ta kullanılmış olduğunu tespit etmiştir. Henry Lawton psikotarihin köklerini Vico (1668-1744) ve Dilthey’a (1833-1911) kadar götürmektedir. Psikotarih alanı, psikotarihçilerin 1960’lardan itibaren bir araya gelmelerinin neticesi olarak 1970’lerde kurumsallaşmaya başlamıştır. Türkiye’de ise psikotarih çalışmaları cılız bir çabayla 2000’li yıllarda görülmeye başlanmıştır. Strozier psikotarihi “belirli bir bireye ya da geçmişteki olaylara ilişkin anlayışımızı geliştirmek için psikoloji kavramlarını, ilkelerini ve teorilerini sistematik olarak kullanan bir tarih biçimi” olarak tanımlamaktadır (Hadiye Yılmaz Odabaşı, “Psikotarihin Tarihi: Yaklaşımlar ve Tartışmalar”, Universal Journal of History and Culture Vol. 2, No. 2, 2020, s. 134,135,139).

Sultan Alparslan

Sultan Alparslan ile kaynaklardaki bilgilere psikoloji yahut psiko-tarih ile baktığımızda bir takım neticeler hâsıl etmek mümkündür. Lakin bunu yaparken kullanılan kavram ve yaklaşımların modern bakış açıları ile oluşan bazı alt yapıya dayalı olabileceği uyarısı ile birlikte ele alınması da zaruridir. İbn Haldun ve benzeri otantik dönem kaynakları bu konuda bize nazari çerçeve verdiklerinde konuya bakışta biraz daha rahat olabiliriz lakin her zaman insan ve ona dair subjektif karanlık alanın söz konusu olduğunu bir metod kaidesi olarak hiç unutmadan bunu yapmak da gereklidir. Sultan Alparslan’ın olaylar karşısında sergilediği tutum ve davranışlara bakıldığında “adalet” kavramının ön planda olduğu görülmektedir. Bu, oryantalist bir yorumla, sadece idealize etme çabası mıdır? Bu manada daha evvel İbn Sina odaklı yazılarımızda ifade edildiği üzere, Alparslan’ın nazari ve pratik ahlakın bütünleştiği bir psikoloji ve ahlak yapısında bir şahsiyet olduğunu söylemek mümkündür. Kişilik gelişimi ve şahsiyetinin bu manada bir psikolojiden beslendiği de bu meyanda söylenebilir. Zira kuru kuru ahlak demek ötesinden ahlak-ı fazıla sahibi olmanın bilgelik gereği olan yapılanması ve hasletinin oluşumu sağlıklı bir psikolojik yeterliliği gerektirir. Yani bilinen uygulanan haline gelmiş midir sorusunun cevabınca hareket etmek. Bunun yanında kaynaklara aksettiği üzere Sultan Alparslan’ın farklılıklara karşı hoşgörülü ve saygılı olması, önce savaşmak yerine barış ve antlaşmadan yana tavır alması, doğruluk ve dürüstlüğe verdiği önem gibi diğer özelliklerini âdil olmasının alt boyutları olarak değerlendirmek mümkündür. Bilgeleşen bir akıl ve ruh hali bu manada sosyal neticeler vermektedir. Bu psikolojik haleti sosyoloji açısından siyaset sosyolojisi nazarı ile değerlendirmek de mümkündür lakin bu yazının konusu değildir. Bunun yanında bu psikolojiyi var eden ve ahlakı sağlayan ontolojik zemin ve bunun şahsiyeti var eden epistemolojik/bilgi ve aksiyolojik/değer zemini de felsefi açıdan okunabilir velâkin konumuz bu da değildir. İncelemeye devam edersek; Sultan Alparslan’ın kaynaklara göre müsamaha sahibi, affedici ve merhametli, şefkatli, verdiği sözlerin arkasında duran, disiplinli, alçak gönüllü ve insan yaşamını önceleyen bir yapıda olduğu görülmektedir. Alparslan’ın bu yöndeki tutum ve davranışlarının gerekçeleri de göz önünde bulundurularak Kohlberg’in Ahlak Gelişim Kuramı açısından değerlendirildiğinde “gelenek ötesi” düzeyde yer aldığını söylemek mümkündür. İşte tam burada yaptığımız ikaza geliyoruz. Gelenek ötesi denen şey geleneğin evrensel görülmediği modernite açısından Alparslan sosyal sözleşme ve evrensel ahlak açısından şaşılacak/istisnai bir şahsiyet gibi görünse de Kutadgu Bilig kavram zemini göstermiştir ki Alparslan’ın dünyası modern batının ulaşacağı sonuçlara psikoloji ve sosyoloji açısından asırlar öncesinden varmış idi. Şu an doğudaki durum ise gelenek gerisi olarak adlandırılacak bir hali gösteriyor. Bir gelenek distopyası içinde olduğumuzu söylemek de yanlış olmayacaktır. Yani bizim dünyamız geleneğe göre gerici durumdadır.

“Sosyal sözleşme” ve “evrensel ahlak” olarak iki aşamadan oluşan gelenek ötesi düzeyde Alparslan’ın davranışlarının ağırlıklı olarak evrensel ahlak düzeyine daha yakın olduğu, zaman zaman sosyal sözleşme düzeyinde davranışlar sergilediği söylenebilir. Söylenebilir zira o modern zaman insanı değildir! Evrensel ahlak düzeyindeki birey için insan yaşamı, onur ve gururu her şeyden önceliklidir (Çiftçi N, Kohlberg’in bilişsel ahlak gelişimi teorisi: ahlak ve demokrasi eğitimi. Değerler Eğitimi Dergisi, 1(1), 2003, s. 43-77). İnsanı merkeze alan bir bakışla gelenek ötesi denilen zamanın daha medeni olduğunu söylemek de kabildir. Kaynaklardan aksettiği üzere, Sultan Alparslan’ın Malazgirt zaferinden sonra Romanos Diogenes’i öldürmek yerine affetmesi, onu ağırlama ve uğurlama şekli Alparslan’ın insan yaşamına ve onuruna verdiği önemin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Tüm olanlara rağmen Ebu Bekir Muhammed ve tahtı ele geçirmek isteyen kardeşi Kavurt’u affedişi ve ardından her ikisine olan yaklaşımını da evrensel ahlak düzeyindeki davranışlar olarak değerlendirmek mümkündür. Kurama göre bireyler zaman zaman bulunduğu düzeyin dışında da davranışlar gösterebilmektedir (Haynes F (2002) Eğitimde etik. (Çev: SK Akbaş). İstanbul: Ayrıntı2002). Görüldüğü üzere modern psikoloji açısından Sultanımız istisnadır?! Lakin bir modelleme olarak psikoloji nazarından bir şahsı değerlendirmenin atölyesi diyebileceğimiz çalışmayı da bu sınırlı yazı çerçevesinde yaptığımızı söyleyebiliriz.  Alparslan’ın yine Kündürî ve Ay-Tekin’i emirlerine uymadıkları gerekçesiyle öldürmüş olması da evrensel ahlak düzeyinin dışında davranışlar sergileyebildiğini göstermektedir. Sosyal sözleşme aşamasında ise birey için doğru olan davranış insanların farklı düşünce ve değerlere sahip olduğunu bilme ve bunları korumaktır (Gürses İ ve Klavuz MAi Kuşakların ahlaki değerleri birlikte öğrenmesi: Kohlberg’in ahlaki gelişim kuramı açısından bir değerlendirme. Küresel Diyalog Davraz Kongresi Bildiriler Kitabı (Ed. Uysal Kerman ve diğerleri), 2009, s. 2981-2994). Lakin bu gösterge hangi gerekçe ile yaşanmıştır. Psikopat bir ruh hali mi yoksa düzeni koruma endiseşi mi? Elbette bu yazı Alparslan avukatlığı değildir. Alp Arslan’ın diğer din ve mezhepler arasındaki farklılıklara duyduğu saygı ve hoşgörünün yanı sıra farklı din ve mezhepten olanlara adil bir şekilde davranıyor oluşu sosyal sözleşme aşamasının gerektirdiği davranışları yerine getirdiğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Tüm bunlardan hareketle Alparslan’ın başarılı bir devlet adamı ve lider olmasının arka planında sahip olduğu yüksek ahlak düzeyinin çok büyük katkısının olduğunu söylemek mümkündür. Buradaki örnek dışında başka kavram, bakış açıları vs. üzerinden de okumalar yaparak bu inceleme genişletilip derinleştirilebilir. Bunun için yazardan daha fazla psikoloji formasyonuna sahip tarih perspektifi olan bir zihne ihtiyaç vardır.

Tarih içinde var olduğumuz bir süreç. Buradaki bize bakarken farklı çerçeveler ve yerlerden bakmak mümkün. İşte Alparslan’ın kaynaklara akseden olaylar içindeki tavırlarından psikolojisi ve sosyolojik tezahürleri konusunda fikirler yürütüp, felsefi değerlendirmeler yapabildiğimiz bir tarih unsuru olarak ona geniş bir zaviyeden bakmak devrini ve düşünmek mümkündür. Bilim dediğimiz bilgi üretme süreci sosyal bilimler açısından zor lakin yolu yordamı ile yapılınca tadına doyulmaz bir merak ve öğrenme alanıdır. Ülkemizde hak ettiği yeri ve değeri bulduğunda şüphe yok ki medeniyet iddialarımız makul bir zemine kavuşacaktır. Bu bakımdan artık konuşmak yerine düşünmeye başlamanın vaktidir.

Vesselam