Püsküllü Bela -2
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Günümüzde bireyselleşme, tekilleşme, yalnızlaşma had safhada. Hatta kimi meslek
grupları (tasarım, sanat vb.) için kişi kendini toplumdan ne kadar soyutlarsa o
kadar üretken farz ediyor. Yolculuğunu tek başına gerçekleştirme gayretinde.
Kalabalıktan kendine yakın
bulduğu görüşü paylaşabiliyor, o görüş için aynı yolda yürüyebiliyor, ama
sonrasında yine kendi hayatına ve yoluna çekiliyor.
Çünkü yalnızken avunabildiği teknolojik
nesnelerle ve konforlu bir standartla çevrili. Yalnız yaşamıyor olsa da
yalnızşabildiği, “ortamdan kopabildiği” ferdî teknoloji araçlarına sahip. Artık
ihtiyaçlar “kendi kendine” olabilme üzerinden şekilleniyor.
Ferdî ekran,
Ferdî yaşam alanı,
Ferdî gün planlaması gibi…
Aynı sürahiden bardaklara
bölüştürdüğümüz suyu içtiğimiz devir neredeyse kapandı. Artık ferdî
şişelerimizden, satın aldığımız pet şişelerden, mataralarımızdan,
metabolizmamızın ihtiyacına uygun aromalarla tatlandırılmış ya da tadını
seçebildiğimiz suları tüketiyoruz.
Sürahi ve bardak üzerinden su
bölüşme işini bir metafor olarak düşünürsek hayatlarımızın tasarımındaki her
unsur aşağı yukarı böyle. Çünkü yeni iletişim çağı, yeni medya, yeni varolma
şekillerinin bunu gerektirdiği düşünülüyor.
Ülke olarak teknoloji konusunda
hep iyimser olduk. Dünyadaki teknolojik gelişmelerin kısa sürede ülkemizde
alıcıya sunulması ileri seviye arz-talep durumundan kaynaklanıyor.
Ancak eksikliği eskisi kadar
zikredilmeyen bir şey var ki; medeniyet arkaplanımıza ve aidiyetlerimize
bakılırsa teknolojinin getirdiği yalnızlaşmayla uzlaşmamız zor. Diğer taraftan
teknolojiyle uzlaşmamız öyle hızlı mümkün oluyor ki mümkünlerin iyiliğimize
değil, imkâna göre gerçekleştiğine tanıklık ediyoruz.
Bir bakıma “yeni” şartları kendi
aile, sokak ve toplum hayatlarımıza uyarlamak yerine; aile, sokak ve toplum
hayatlarını “yeni” şartlara göre uyarlamaya çalışıyoruz.
Bu uyarlama müspet sonuçlar
doğurmuyor. Çünkü belli bir disiplin, program ve eğitim çerçevesinde
gelişmiyor. Hatta bu bir gelişime tekabül etmiyor; bir nevi teslim olma hâlini
yaşatıyor. Buna daha sert bir ifadeyle esaret demek de mümkün.
Teknolojik seviyesi her gün
yukarı çekilen iletişim ve eğlence araçlarıyla aile bireylerinden yalnızca biri
hemhâl olsa dahi bütün aileyi olumsuz etkileyen yeni bir süreç meydana
getiriyor.
Bir aile ferdinin yeni iletişim,
medya ve eğlence araçlarına mutlak teslimiyeti söz konusu olduğunda, bu artık
bütün ailenin meselesine dönüşüyor.
Akıllı telefon yaygınlaşması
teknolojiye teslimiyetin en tipik örneği. Artık her evde neredeyse bütün aile
fertlerini esir aldığı düşünülürse cihazları bir kenara bırakmanın getirdiği
özgürlüğe olan yaklaşım son derece tartışmalı. Üstelik bu cihazların kişisel
verileri toplamadaki mahareti her geçen gün artıyor.
Yapay zekâ kıskacında olduğumuz
su götürmez. Önce yalnızlaştıran, sonra da yalnızlığı giderecek avuntular sunan
düzeneklerden kurtulmak kolay değil. Günlük hayatımız her gün daha fazla sanal
âleme dâhil oluyor.
Dolayısıyla kurtulmaktan ziyade,
yabancısı kaldığımız kısımları anlamaya yoğunlaşıyoruz. Toplumun kayıt altına
alınmış her ferdi, işini gücünü sanal âlemden hâllediyor, yapamıyorsa
yakınlarına havale ediyor.
Gözetlenmek, izlenmek, takip
edilmek zaten işin doğal bir parçası. Tartışmak bile yersiz!
Sistemler, sanal dünyada var
olmanın artık bir tercih değil zorunluluk olduğunu dayatıyor. Yani toplumda var olmak, sorunsuz bir hayat
yaşamak için, sanal dünyada da var olmalısınız.
“Yeni” sorunlarımızın temelinde
“yeni” sanal âlem meseleleri varken kurtulmanın bir yolu yok gibi…