Putları Reddet, İdealleri Koru ya da Aliya İzzetbegoviç yahut Nurettin Topçu
Aliya İzzetbegoviç son devirlerde İslam coğrafyasında yetişen müstesna Rumeli “Türklerinden” yani Müslümanlardandır. Onu istisna kılan şey ne sözlerindeki siyasi doku ne de dine dair sıradan bir anti-Batı söylemin oluşturduğu tepkili haldir. Onu değerli kılan, bizce, düşünce, hareket ve amel adamı olmasıdır. Davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk'a uydurmaktır, diyen Nurettin Topçu’nun sözleri içinde muhakkak ki Aliya merhuma çıkan bir yol vardır. Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz, derken Aliya tam da bu duruşu sergilemez mi? Bu bakımdan Aliya hakkında ışıklı tiradlar atmak yerine onun var olduğu medeniyet zeminindeki toplum, devlet ve şehir kültürünü doğru anlamak Saraybosna’nın özüne sinmiş olan hayatı iyi değerlendirmek gerekmektedir. Bir büyük savaşın ötesinde bir amansız medeniyet kuraklığı çağının adamı olarak Aliya bize bugün saflık gibi görünecek muteber görünmeyen sözler söylediğinde hemen silahların arasındaki adama başımızı çevirip medeniyetten yüz çevirip muvakkat bir zamandaki bir siluete bakmıyor muyuz? Doğu Batı Arasında İslam’ı düşünen ve anlatan bir gerçek adama yandan bakmanın faydasını iyi düşünmeliyiz kanaatindeyiz!
Nurettin Topçu, Büyük adam eseriyle hayatını birleştiren adamdır. Biz
onda şu vasıfları arıyoruz: Önce bütün ömründe aynı kanaatin, ayni imanın
sahibi olan adamdır. Devirlere, zaruretlere, cemiyetlere göre değişmez,
muhitine uymaz, muhiti kendine uydurur, uydurmazsa çarpışır. Cemiyetten daha
kuvvetlidir, cemiyeti sürükleyicidir. (...) Büyük adamların başka bir vasfı da
münzevi oluşlarıdır. Onlar kalabalığın içinde yalnız yaşarlar. Üçüncü bir vasıf
olarak büyük adamların devlet ve ikbal mevkilerinden uzak durduklarını
görüyoruz, derken yine Aliya’ya da
işaret eder gibidir. Aliya acelesi olan, bir medeniyetin yıkıntıları arasından
hayat ararken kendisini modern zamanlara çoktan teslim etmiş bir güruha durun
demeye çalışır gibidir. Onun hayatı eseriyle öyle birleşmiş, ödediği bedeller
öyle denk gelir bir haldedir ki kurusıkı dava adamlığının ötesinde bütün
ömründe aynı kanaat ve imanı görmediğini söyleyecek bir şahit bulmak zordur.
Aliya zamanımızın fersudeleştirici etkileri
karşısında değişmedi, muhite uyarak yoluna bakmadı, akan musluklara testi
yetiştirme derdinde olmadı. Çarpıştı, bedel ödedi lakin cemiyeti bir manidar
yere doğru sevk etti. Lakin şüphesiz bunu kalabalıklar arasında yapmadı. Belki
etrafında birileri vardı. Lakin o da düşünce yerinde yalnız ve münzevi idi.
Denilirse ki devlet ve ikbal mevkiinin tepesine geçti; deriz ki onunki makamda
oturmak değil makamı yerine oturtmak idi. Resimlerini astırmayacak kadar temsil
zihniyeti safdil olan bir adamın münzevi bir mesuliyet nöbeti olarak Bosnasını
sahil-i selamete ulaştırma gayretiydi. Zaten “İktidara gelirseniz, hal ve
hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size
ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına
uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur.Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin
ve nihayet Allah‘ın
önünde hesap verecektir.”, şuurundaki bir liderin ikbal mevkiinde
serazat yok olması beklenemezdi.Her halükarda Aliya Topçu’nun bahsettiği o büyük adamlardan
biriydi. Hiç kimse intikam peşinde
koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin
de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın, diyerek Bosnasına geleceğe bakması lakin
hafızasını da kenarda unutmamasını salık veriyordu. Bu sözler Nurettin
Topçu’nun “Gafil
düşmanların kin ile doldurduğu bu kalbi ibadet ile, aşk ile, sabır ile durmadan
yıkamak zorundayız. Yoksa bir yolun ortasında mahvolacak gibiyiz.”, dediği yere bizi çıkarmaz mı?
Bizi toprağa gömdüler fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı, diyen Aliya bir medeniyetin çocuğu olarak yitirdiğimiz
bir mazideki ışıkları modern zamanda akıllara hatırlatmak isteyen bir düşünce
aydınlığıdır. 1997’de Tahran’da İKÖ toplantısında münzevi bir yerli olarak
İslam Dünyasının itibar obezi ama haysiyet cılızı liderlerine karşı; “Açık
konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların bize faydası olmaz; ama acı
gerçekler ilaç olabilir… Batı çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları
bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. İnsan hakları düzeyi yüksek ve
sosyal yardım konusunda daha örgütlü. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Bunlar,
Batılılardan edindiğim tecrübelerim. Batılıların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun
gözümden kaçmasına izin vermiyorum. Hakikat,
İslam en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla
rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu emretmiyor mu: Hayırlı işlerde yarışın.”, diyerek aslında mefkûresindeki o yalnız ve
münzevi adamı ortaya dökmüş değil midir? Hak bildiğiniz yolda yalnız yürüyebilecek
kadar güçlü olun, diyen Nurettin
Topçu ile aynı hizaya gelmez mi?
Putları reddet, idealleri koru derken Aliya
İzzetbegoviç bir çağın vicdanı olmaz mı?
Ölüm yıldönümünde rahmet ve minnetle
anıyorum.
Vesselam.