Rağmen
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
21. yüzyıl, başladığı yıldan beri
tanımlanmaya, anlaşılmaya çalışılıyor. Bu çaba öylesine belirgin ki henüz 21.
yılında olmamıza rağmen hakkında bir literatür meydana geldiğini
gözlemleyebiliyoruz.
Ortası ve sonu belirsiz bir süreç adına bunca
yığın oluşmasının garipseneceği bir dönemde de yaşamıyoruz üstelik. Zaman
hızlanıyor, akışlar hızlanıyor, devinimler hızlanıyor ancak bu hızın içinde var
olan her şeyin analizi ve o analizler sonucu tespit edilen mikro öğeler çoğalıyor.
Düşünceler, kalıplar, bakış açıları,
istikametler hep daha küçük parçalara bölünüyor.
Evet 21. yüzyılın adı bu olmalı. Ne uzay, ne
dijital, ne teknolojik, ne sanal çağ filan değil adı; düpedüz bölünme,
parçalanma çağı. Üstelik bir arada görünmeye devam eden bir parçalanma bu.
İmajıyla içeriği birbirinden farklı.
Bölündükçe daha da bölünmeye heveslenen bir
dürtü yayılıyor her alana.
Yüzlerce tür yönetim biçiminden, ideolojiden,
akımdan, akıştan, modadan söz edebiliriz. Her yolculuk kendine has ve başına
buyruk olmaya evriliyor.
Belki bunu söylemek için çok erken ama
kimsenin kimseden direktif alası yok. Birinin tahakkümünde, disiplininde
şekillenme hevesi de yok.
İlahî kaidelerin bile “yorumuma göre yaşarım”
tuhaflığıyla anıldığı bir çağ bu. Öyle ki ilahî düsturun peşinden tavizsiz gitmek,
ahiretini kaybetme korkusuyla yaşamak, kadere inanmak bile sık sık eleştiri
konusu oluyor.
İnancın nerede başlayıp nerede biteceği
konuşuluyor. Bırakın kitleleri İslam’la yönetmeyi, dinî kaidelerin kendi hayatı
üzerinde hâkimiyet kurmasından ödü kopan, Müslümanca yaşama modelini olumsuzlayan
“Müslüman” tiplerle karşılaşıyorsunuz! Üstelik bunların hayatın her
kademesinde, hatta inancın sınırlarını belirleyen bir sözcü olarak avantajlı
konumda olduğunu görüyor, belki hayret ediyorsunuz, belki tuhaf buluyorsunuz
belki de yumruk yemiş gibi oluyorsunuz.
Hayret etmelisiniz, çünkü buna hayret etmek
her geçen gün daha önemli hâle geliyor.
Kaideyi değil, mevcudu tartışmak yerine,
devamlı kaideyi tartışıyor olmanın mantıksızlığını ve anlamsızlığını görüp bunu
tuhaf bulmanız her geçen gün daha önemli hâle geliyor.
Kaideyi hayatın neresine konumlandıracağına
kafa yoranlara rağmen, hayatı kaidenin neresine konumlandıracağına kafa yormak,
bunun için kılı kırk yarmak her geçen gün daha önemli hâle geliyor.
Mikromize olmuş her türlü görüş ve yaşayış
biçimine rağmen hâlâ kendini ve özünü arayan olmak her geçen gün daha önemli
hâle geliyor.
Kabul etmeli ki şu ara salgın beraberinde her
bakımdan kişiselleşme ve kişiselleştirmeye dair daha somut bir tezahür
yaşıyoruz. Kimi öncü kişiler kendi menfaatlerine hizmet eden yöntem ve
yordamlarla toplum geleceğine müdahale ediyor. Bu ise artık normal sayılıyor.
İnsanlarda panik duygusunu tetikleyen bir
analiz telaşı var. Gelecek tasarılarında ütopyaya yer yok. Distopyaların hâkimiyetinde,
potansiyel bir kandırılan sayıyoruz kendimizi.
Bu derece olumsuz düşünmek için yayılımcı bir
korkutma telaşı olduğu muhakkak. Ama bütün salgınlara rağmen, hakiki olanı
sahtesinden, gerçeği zandan ayırma gayretinin elini asla bırakmamak gerekiyor.
Olan biteni hatıra rafına kaldırmadan önce, muhasebe ve tefekkür vesilesi
olarak görmek gerekiyor.
Bozguna rağmen bolca huzuru tesis etme
iştiyakı lazım.
“Rağmen” edatını bütün bu çelişkili hâllerde
hayatta ve ayakta tutmak da hiç olmadığı kadar önemli hâle geliyor.
Bütün bu manzaraya rağmen şuraya yine de bir
“belki” iliştireyim. Zira insan bozulup bozulup düzelen, hastalanıp hastalanıp
iyileşebilen bir varlık. Kim bilir “belki” ömrümüz bunca bozulmanın,
parçalanmanın ardından gelecek bulaşıcı bir düzelmeye ve bütünlemeye tanıklık
edecektir. Kim bilebilir…
“Rağmen”lere hiç olmadığımız kadar
ihtiyacımız var.
* * *
Künye: Rağmen, bir şeyin olması lâzım gelenin aksine
geliştiğini, o şeyin gerektirdiği hâlin aksine davranıldığını ifade eder
(Kubbealtı Lugatı).