Rahatını bozma seferberliği

Ferdîliği aşmış, toplumları kuşatmış bir acımasızlık dalgası var. Öyle ki milletlerin genetik kodlarına zuhur etmiş bir gayriinsanilik söz konusu. Çünkü umursamazlık çok yaygın ve acımasızlığın en basit, en masum görünen ve en yaygın unsurlarından biri…

İyi kötü artık herkes için tasarlanmış bir “şahsi hayat” var. “Kendini düşün, kendini sev, kendini ihmal etme, kendin, kendin ve yine kendin” mottolarıyla her sabah yeniden inşa olan insanın insanlığı da gram gram sömürülüyor.

Fıtratından haberi olmayan, “sanal şahsiyetler” devrindeyiz. Hatta bu hâl çocukluktan itibaren zerk edilir duruma geldi.

Kendini düşünen insan, kısa vadede ve kapitalist denklemde kazanıyor, kaybetse de kolay telafi ediyor. Ama uzun vadede durum tersine işliyor. Parçası olamadıkları acılar ve mutluluklar yaşanıyor.

Peyami Safa'nın Mahşer romanı, İstiklal Harbi'nde yaralanıp bir gece vakti İstanbul'a eve dönen Nihad'ın İstanbul'a girişinin tasviri ile başlar. Şehir cepheden öyle uzaktır ki…

Nice acıklı manzaraların şahidi bir asker için sıradan sükûnet dahi sıra dışı bir umursamazlık iken, şehrin nüfuzlularının ve maddi gücü elinde tutanların kayıtsızlığı dehşet vericidir. Ülke bir değil birden çok cephede var olma mücadelesi verirken bazıları için değişen hiçbir şey yoktur.

Üstelik acılar ne gözden ne gönülden uzaktır. Biteviye savaştan bahsedilir durur.

O dönemi yalnızca bir roman üzerinden değerlendirecek değiliz, fakat o dönem çıkan kimi yayınlar da bize bundan farklı bir şey söylemez. Üstelik Mahşer romanı, savaşı şehirden okumanın bir temsili olduğundan önemlidir.

Bir ayağını herhangi bir Batı ülkesinde hazır bekleten güruh, memleketin canını yoran hiçbir harbe karşı, savaş zengini olmanın kapılarını açması dışında bir alaka duymamıştır.

İkinci Dünya Savaşı'ndan mütevellit yaşatılan yapay kıtlık esnasında “elitler”in hatta “devlet”in istifini bozmaması da aynı zihniyet yüzündendi. Ücra köylerde bırakın sağlık hizmeti yokluğunu, açlıktan ölen çocuklar kayda bile geçmiyordu. Anadolu'yu karış karış dolaştığınızda hâlâ o günleri iyi hatırlayanlardan bu iç yakan hikâyeleri dinlemeniz mümkün. O kıtlık hiç unutulmaz.

Afrin harekâtı başladığından bu yana, neye karşı olduğunu bilmeyenlerin şuursuzca çok iyi bilenlerinse kör döğüşü misali süren “şavaş karşıtı” maskaralıkları bir tarafa, yaşananlara karşı umursamazlıkları ve bunda diretenleri gözden ve sözden kaçırıyoruz sanki.

Peki bugün değişen nedir? Afrin cephesinden yaralanıp terhis olan askerin, Nihad'dan farkı nedir?

Geçmişte dedelerini cephelerde yitirmesine, hafızasında İkinci Dünya Savaşı kıtlığının dipdiri durmasına; parası ve nüfuzu olmamasına ve aklını çelecek bir Batı hayali bulunmamasına rağmen bizden sandığımız sıradan hayatların bile bugün verilen mücadeleye olan kayıtsızlığını ne ile açıklamalı?

Türkiye'nin bulunduğu coğrafyanın hatta okyanus ötesinin tutumunu ve kaderini çizen bir safhada olduğunu, dünyanın an itibariyle bölünmüş çatışmalar içinde kaldığını; daha da önemlisi hayatta kalma mücadelesinin ayyuka çıkmasıyla bütün kültürel kimlikleri kökten değiştirebilecek güçte, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük göç hareketinin yaşandığının farkında olmamayı, olmak istememeyi, “Ah bu Suriyeliler!” yakınmalarını ne ile açıklamalı?

Savaşın gündelik hayat akışını külfet miktarınca değiştirmediğinin farkında bile olmayan, şehitlere ve şehit ailelerine olan gönül borcu ile yüzleşmeyenler var.

Memleketin “eğlence planlama teşkilatı” yönetici ve mensupları ise dışlanmamak için kuru taziyeler yayımlayıp eğlence üretmeye kaldıkları yerden devam ediyor. Magazin teknesi hep dolu. Dünyanın seyri değişirken inadına sarhoşlukları artıyor.

Bazıları için hayat genetik bir miras gibi, hiç değişmiyor. Ama bize yaşatılan bu umursamazlık bozgunu, göçlerin seyri gibi iyi planlanmış bir kumpas. Ayrıştırıcı ve yıpratıcı.

Yaradan kaderi birbirimizle yaşadığımız imtihanlar üzerinden kurgulamış. Her darlıktan sonra bir şenlik sofrası kuruldu bugüne dek.

Durumu idrak edenler, masum görünen her türlü israftan da kaçınıp mümkün olduğu kadar rahatını bozuyor.

Zira en kıdemli seferberlik, önce zihnin rahatını bozmakla başlıyor.