29 Ocak 2017

Reklam arası bir hayatı kabullenmemizi istiyorlar

Her çok sevilme ve tercih edilme aldatmacasının arkasında etkili bir reklam vardır. İnsanlar içeriği hakkında en azından bir kaç cümle bildikleri ürünü hiç görmedikleri bir ürüne tercih ederler. Reklam bu noktadan insanların zayıf noktasını yakalıyor.

Söylediklerinden daha çok söyleme tarzı önem kazanıyor. Her reklam insana bilmediklerini bildirme iddiasını taşıyor. Buna karşın masum bir yalanın arkasına sığınarak insanları yoğun bir bombardımana tutuyor.  Nedir bu? Beni al, beni al bombardımanı...

Modern insan reklam arası yaşayan bir varlık haline getirildi. Reklam arası bir hayatı kabullenen insanlar da doymayan bilmeyen bir tüketici toplumunun ferdi oluyor.

Peki, bunun sonucunda ne oluyor? Toplumsal olarak hızlıca değişiyoruz, başkalaşıyoruz. Zombileşiyoruz. Kabaca ifade edersek eğer, İlkokul çocukları evlerimizin davetsiz misafiri olan Batılı aktörlerin saç stilini istiyor. Genç kızlar ise aktrisler gibi sahte bedenlere sahip olmak istiyor.

Tüketen insan, ideal insan olarak görülüyor.  Reklam umut dağıtıyor. Umut satıyor reklam. Fakat her reklamla kazanan asla tüketici olmuyor.

Kırmızı ışıkta bekleyen çocuklar Osmanlı döneminde olsaydı ne olurdu?

Eğer bugünü ve yarını düşünüyorsak bu konuyu gündemimize almak zorundayız. Genelde sokak başında karşılaşırız mutlaka. Elbiseleri yırtık ve saçları dağınık bir çocuktur. Belki elinde selpakla sizden yardım ister. Veya buna gerek duymaz. Sadece boynunu büker, gözünüze bakar. Kıramayız onu. İşimize yaramasa da alırız sattıklarını. Parkta doyasıya oynaması gerekirken bir dilim ekmeğe muhtaç bırakılmasını kabullenemeyiz. Yüreğimiz burkulur. Neşemiz kaçar. Belki gözlerimiz dolar. Ama konu ile alakamızda bu kadardır. Onu sokakta bırakıp evimize döneriz. Sahi, hangimiz bir sokak çocuğunun ya da dilenen bir çocuğun derdi ile hemhal olduk?  

Hâlbuki başının 10 saniye okşanmasından ve o 1 liradan daha fazla ilgi istiyor.  Bizim çocuğumuz o, kanayan yaramız. Suriyeli yahut Türk, Kürt ya da Çingene kardeşimiz. Ülkenin gerçeği, bu çağın gerçeği. Bugün selpak satarak geçiniyor. Peki yarın?

 Küçük bedenlerin bir gün dev sorunlara dönüşmesini istemiyorsak o 1 liralık sadaka ile paçayı kurtaramayacağımızı bilmek zorundayız. Komşusu açken tok yatmaması gereken toplum bu derde deva olmak zorunda. İlim Yayma, Anadolu Gençlik, Ensar, TUGVA, TÜRGEV ve benzeri teşkilatlar sadece kayıtlı öğrencilere hitap etmemeli. Geleneğe en yakın durduğumuz günümüzde ahi teşkilatı gibi çalışan neden bir tane kurumumuz, cemaatimiz yok? İşin güvenlik boyutu, istismar boyutu, hukuki boyut vesaire vesaire; hepsi önemli ve muhakkak konuşulması gereken konular.  Ancak kurtların, kuşların dahi rızıklarını dert edinip nice vicdan vakıfları kuran dedelerimin emaneti bu topraklarda bu yavrularla ilgilenen neden bir vakfımız yoktur? 

Baştaki soruya dönecek olursak, kırmızı ışıkta bekleyen çocuklar Osmanlı döneminde olsaydı bence Osmanlı devrinde sadece sokak çocukları için her şehirde en az 1, 2 vakıf kurulurdu.  Eğer bu sorun çok ciddi bir savaş sonrası toplumsal kriz döneminde meydana gelmemişse bir vakıf iaşeleri ile ilgilenirken, diğeri eğitim, bir diğeri aile kurma meseleleri ile ilgilenirdi.

Biz de İstanbul ile başlayabiliriz bence.

MESAJLAR

  • En yakın arkadaşına 1 bardak çay ısmarlayamayan, hesapları bölüşen Batılıların mültecileri istememesi normal. Anormal olan, bizim AB arzumuz
  • Birinci Cihan Harbi'nde esir düşen Mehmetlerin sayısı 202 bin. Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, en çok esiri, 75 bin kişiyle M. Kemal'in kumanda ettiği Filistin cephesinde verdiğimizi yazmaktadır.
  • Şeker, gliyon hücreler vasıtasıyla beynimizi kontrol ediyor. Neden bizi zorla şekere boğmak istediklerini anlamamız için bir neden daha.
  • Günümüzden 1000 yıl önce yaşamış ve 994 senesinde vefat etmiş olan Ali Bin Abbas, bilinen ilk kanser ameliyatını yapan hekimdir. Aynı zamanda kılcal damar sisteminden de ilk olarak kendileri söz etmiştir.

 DİL KÖŞESİ

  • Osmanlı Türkçesindeki “Müsbet” kelimesini Fransızcadaki “positif" kelimesi ile değiştirip “pozitif” yapınca Türkçeleştirdik zanneden zavallılara kıymet vermeyin.
  • Türkiye Türkçesindeki “çorba” sözcüğü Azeri Türkçesinde “şorba”, Kazak Türkçesinde “sorba”, Kırgız Türkçesinde “şorpo”, Özbek Türkçesinde “çorva”, Tatar Türkçesinde “şulpa”, Türkmen Türkçesinde “çorba” ve Uygur Türkçesinde de “şurpa”dır.

OKUNASI KİTAPLAR

  • Hazreti Peygamberin Yönetimi, Kettani
  • Oryantalistlerin siyere yaklaşımları, Siyer Yayınları
  • Dünya tarihini yeniden düşünmek, Marshall G. S. Hodgson

 PAKİSTAN NOTLARI

  • Bizi karşılayan “Türk Dizileri”nden pek memnun değiliz.
  • Aidin Salih'e selam olsun. Pakistan'ın kirini Türkiye'nin deterjanlarına tercih ederim.
  • Havalimanlarında dahi Türklere yapılan kıyaklar hoşumuza gitmedi değil hani.