VF kat sol
VF kat sağ


Ömür

Biz planlıyoruz belki ama ters yollara sapıyor isteklerimiz. Hiç istemeyi akıl erdiremediklerimizi istemeye, sevmeye başlıyoruz.

Hayat her birimiz için hiç giyilmemiş giysilerle dolu bir gardırop gibi. Her yaşımıza yakışan giysimizi zamanı geldiğinde kullanılmak için saklıyoruz. Kimileri için o gün hiç gelmiyor. Bir gün öyle bir tanesi karşımıza çıkıyor ki niçin onu daha önce bulamadığımızı düşündürüyor.

Ömür geçeceğini düşündüğümüz yollardan geçmiyor çoğu kez. O kendince bir yol tutturmuş görünüyor. Kader tahmin edilebilir, ama beşeriyetin kesin yargılarını yanıltan, şaşırtıcı bir özellik taşır. İlahî emre amadedir.

Algılarımızın erişemediği, gözlerimizin göremediği bir yol var. Seçilmiş, uygun görülmüş.

Göz görmeden inanmıyor. Yaşamadan öğrenemiyoruz.

Şartlar tarafından zapt edilmeye boyun eğişimizi acizlik sayıyoruz belki. Zorlu şartlar gerektirmedikçe aslında o acizliğin altına gizlediğimiz kendi özümüz.

Beyhudelerin kör kurşunla yere serdiği, yenilgiyi kabullenmiş, sessizliğini ses sanarak yaşamayı seçen, varlığını sorgulamayı yarına bırakan, umutlarını görmeyi reddeden benliğimiz; memnuniyet sanarak yaşadığı sürüncemeye içten içe savaş açıp, yarıda bırakıp kaçmayı yeğleyen, bahanelere saklanan bir kararsız.

Fabrikasyon ürünü ömürlerden kendine hayat devşirenler, seçmedikleri uğruna yaşlandırıyor benliğini. Sık sık “elimde değil” diyorlar. Bedenin ruha açlığı ayyuka çıkınca cezalandırıldığını düşünüyorlar.

Benzemeyeceğiz bir gün kendimize. Aynada hiç bilmediğimiz bir insanı göreceğiz. Aklımızdan geçenlerle kimi zaman ayrı kutuplara düşen kaderimizin yoğurduğu ruh aksimiz yabancı gelecek bize. Ama yabancılayacağımız biz, bugünkü biziz. Belki de o günkü benliğimiz bunu severek benimseyecek denli ehlileşmiş olacak.

Ömrümüz olur da ortalama yaşam süresine erişirsek bugünümüze yabancı olacağız belki.

Kendi akıbetlerimizin bilinmezliğinde, bile isteye gerçekleşmesine engel hedeflerimizi ve tereddütlerimizi bir bir seçip sorgulamalı, niyetleri temize çıkarmalıyız.

Her gün tereddütlerimiz geciktiriyor mutluluklarımızı. Gerçek hüsranın hayali üzüyor kimi zaman. Başarısızlık ihtimali...

Eğer hayatta gideni kovalayan taraftaysanız bütün hayatınız sürüklenmeden ibarettir. Peki ya gidenler kimler?

Yüzyılın inadı mıdır bilinmez, yakamızı bırakmayan bu karamsarlığın aydınlığına dönmesine elverişli yerlere kaçıvermemize hep engel bir şeyler var sanki. Büyük hayalin kapısı titrek elle açılmıyor.

Peki ya hep sırasız bellenen ölüm… Bunları mı düşünürdük ölümle burun buruna gelince?

Devasa bir vadiye açılan bir uçurumla son bulan dik yamaçtan aşağıya hızlıca koşarken uçurumu gördüğümüzde ve duramayacağımızı anladığınızda bunları mı düşünürdük? Acıyı mı, uçurumun ne kadar derin olduğunu mu, durmanın bir yolunun olup olmadığını mı, her an bir mucizenin gerçekleşebileceğini mi, düşme anındaki basıncı mı, düşüşün sonrasında ne olacağını mı, ölümün aslında ne olduğunu mu?...

Ölümün karşısında durduğunu gören birinin iç hesaplaşmalarının sonu gelmiş midir?

Ölüm soğuk bir yalnızlığa mı vardırıyor, sabrın selametine mi?

Eğer mânâ âlemine uzanamıyorsak ölümün ne olduğuna dair bir şey bilmiyoruz demektir. Zira ölen hiç kimse bize ölümü birebir anlatamaz. Ölümün tam karşılarında durduğunda ne yaşadıklarını, o an ne hissettiklerini de ancak ve ancak mânâ yolcuları haber verir.

Ayet-i kerimeler, Hadis-i şerifler, ilahî kıssalar zihnimize bir ölüm tasavvuru yerleştirir. Çünkü bilmeye ihtiyacımız vardır.

Her giden ardından en azından bir isim bırakır. Bir de belki hiç gerçekleştiremediği hayallerini…

Ölüm bize çok şey söyler bu yüzden. Her ölümde bir defa daha anlıyoruz ki;

Her gün daha geç olmamız gereken kişi olmak için.

Hiçbir şey için geç değil, henüz ölmemişken.

Bir karar vermeli; kim olacağımız ve kendimizi neye adayacağımız konusunda.

Ve her ölüm sıralıdır aslında. Demem o ki o sıra beşerî idrakin işi değil…

***

Künye: Ömür, yaşama veya var olma süresi, bir şeyin yaşadığı müddet, hayat anlamına gelir (Kubbealtı Lugatı).