Sadra şifa bir hikmet romanı; Mâvera

Türkiye'de İslami edebiyat deyince, toplumun en çok yakınlaşabildiği tür, hidayet romanları. 2000'lere dek bu alanda popülerlik kazanan romanlardaki karakterlerin ortak bir yanı var. İslam ile tanışan, hükümlerini kavrayan ve öyle yaşamaya başlayan Müslüman kişiler, huzurun doruk noktasındayken birden vedalaşıyor okuyucusuyla. “Sonsuza dek mutlu” yaşayacak olan karakterleri, saadetli yuvalarında, tevekkül ve teslimiyet içinde kanaatkâr haldeyken bırakıyoruz. Vaktiyle başlarına gelen sıkıntılar ve imtihanları ağır oluyor, ama ferasetleriyle sabredip başa çıkabiliyorlar her biriyle. Toplumda misal gösterilecek insanlar oluyorlar. İmrenilen ve şu devir için âdeta erişilmez bir hayat yaşıyorlar.

 

HİDAYETTEN SONRASI KAYIP HİKÂYE

Bazı istisnai serüvenler hariç hidayet romanlarının genel fotoğrafı bundan öteye gitmiyor. Maksat, imrenilecek bir hidayet yolculuğunu anlatmak ve tebliğ etmek olduğundan, sonrası yahut Müslüman olarak dünyaya entegre olma hali sorgulanmıyor. Ve hiç kuşkusuz bu tür romanlar, bir Müslüman'ın dünya serüvenindeki “bugünü”nü anlatmaya yetmiyor.

İnsanlık tarihinin bugüne değin İslam ve hayat bağlamındaki devinimleri “oluş ve bozuluş” deyişini aklıma getiriyor sık sık. Aslında felsefeye mal olmuş bir deyiştir. Her ne kadar İbni Sina'nın ve Aristoteles'in fizik sorularına cevap arayan eserlerine ad olmuşsa da; insanlığın sık sık yüzleştiği, “oluş”un ardından yaşadığı nefsi aşınmayı, dağılışı ve bunalımı “bozuluş” çok iyi tarif ediyor. “Oluş”, Hakk'ı ve yaradılışı idrak ve bu idrakle yaşayışa; “bozuluş” ise -bu terminoloji içinde- İslam'ın yayılışından bugüne dek süregelen fitneleri hatırlatan bir kelimeye dönüşüyor. “Oluş ve bozuluş” birleşimi, Müslümanların günümüz sancılarını özetleyen bir ifade.

Bozuluşun hüküm sürdüğü bir devirde yaşadığımız, büyük çoğunluğumuzun inkâr edemeyeceği bir hakikat. Bozulanı düzeltmeye çalışmanın adabından, üslubundan haberiniz yoksa daha büyük bir bozuluşa hatta fitneye katkı sunmanız an meselesi. İslam tartışmaları ve dünyadaki İslam algısına dair gördüklerimiz, dünyadaki sırat köprüsünün inceldikçe inceldiğini anlatıyor. Bugünden payımıza düşen en büyük sancı, kendi iç didişmelerimizin yanı sıra birbirimizle ve inanış biçimlerimizle de imtihan olmak.

 

HİKMET ROMANI

Edebiyatın endişesi hayatı romana dönüştürme fikrinden ziyade, hayatın kör noktalarını daha önce hiç söylenmemiş şekliyle söylemek biraz da. Yakın zamanda okuyucuyla buluşan Mâvera, yeni nesil Müslümanlığa yaklaşımı ile bu endişeyi karşılamak adına yeni bir yorum getiriyor.

Derviş isimli romanı ile günümüz Müslümanlığına ve maneviyattaki izdüşümlerine kapı aralayan Serdar Üstündağ, ikinci romanı Mâvera ile tanık olunan ama dile getirilmemiş bir buhran ve çözülüş silsilesini dönüşümlü bir kurguyla anlatıyor.

Artık hayatın kişiselleşen alanları çoğalırken, bu kişiselleşme yayılımında Müslüman çizginin korunması, sınırların keşfi, mahremiyetin muhafazası ve buna dair niyetlerin istikrarla süregelmesini sağlamak giderek zorlaşıyor. En çok da bu yüzden kişi kendini dışarıdan okumaya, dış gözle yeniden tanımlamaya, gidişatını kavramaya ve seçeneklerini keşfetmeye ihtiyaç duyuyor.

Allah dostlarıyla çıkılan manevi yolculuklar, sonrasında vara yoğa aldırmayan doyumsuz saadet ve bu saadetin kesintiye uğraması sonrasında çıkışı belirsiz bir dehlize dalış… Peki dehlizden sonra ışık nerede? Belki de Mâvera'nın hiç durmadan cevabını aradığı soru bu.  İlk defa Derviş'le bir tür olarak dile getirilen “hikmet romanı” tanımı, bu sorgulayışlara sunduğu neticeler sayesinde Mâvera ile netlik kazanıyor. Oluş ve bozuluşun ardından fantastik yaklaşımlardan uzak yüzleşmelere açılıyor kapıları.

 

SIRADAN HAYATLAR, GENİŞ ZAMANLAR…

Günümüz dünya ahvaline ve hidayet sonrasına odaklanan bir roman olarak farklı bir yere konumlanıyor Mâvera. Sıradan insanların küçük hayatlarına konuk olan acı ve mutlulukların, tasavvuf adabı ve edebi ile tanışmalarının ardından anlam kazanması, serüvenin ilk aşamasında karşımıza çıkıyor. Sonrasında bu sıradan hayatların, tefekkür ve tevekkül ile haşır neşir iken, daha büyük planlara alet oluşu ve peşisıra büyük imtihanlarla savruluşu var. Küçük hayatlarda meydana gelen küçük sapmaların ne büyük trajedilere yol açtığını, manevi bir rota üzerinden işliyor.

Aslında romanı farklı kılan, bu merhalelerin kurgudaki dizilişi biraz da. Zaman tüneline girip çıkarken, günümüzde toplumsal tartışmalara konu olan “büyük” ve “küçük” resimlerin, kişileri değiştiği halde rolleri hiç değişmeyenleri yansıtan bir tekrar silsilesi olduklarının anlaşılmasına odaklanıyor. Hikmetli kıssalara sığmayan, bugünün daha önce satırlara değmemiş tecrübelerine dair geniş zamanlı bir anlatımı var.

Biz zamaneler, geçmişle iç içe yaşasak ya da geleceğe dair hayaller kursak da, bugüne ait, bugünü anlamaya ve idrak ederek yaşamaya mecbur insanlarız. Kimi zaman dünyanın bütün haksızlıkları, kötülükten doğan felaketleri gücümüze gitse de tahammülümüzü diri tutmakla yükümlüyüz. Bu derdimize deva arayan, sadra şifa bir çalışma Mâvera

Dünyanın bütün çürümüşlüğüne rağmen bundan sonra halimiz nice olur denirse; teskin eden güzel bir söz var: “Hikmet”inden sual olunmaz…