11 Haziran 2017

Sadrazam mahmut şevket paşa’nın bir suikastle öldürülmesi

                                                                                   SAKLI TARİHTEN SAYFALAR

 

                               

Bugün; 11 Haziran 1913 günü Dönemin Sadrazamı Mahmut Şevket Paşa'nın bir suikastle öldürülmesi olayını paylaşacağız.

Dönemin Siyasi Atmosferi:

Kendisini sadece Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilmesine odaklamış İttihad ve Terakki hareketinin lideri, programı ve fikri yoktu. Birinci devirde (1860-1878) Genç Osmanlılar denilen ve edebiyat ve gazetecilikle uğraşan devrin entelektüel kesimi Tanzimat idaresini yetersiz bulup eleştirerek Meclisin açılmasını İslamî bir gelenek (meşveret) içinde ele almışlardı. İkinci devirde (1890-1918) ise başta tıbbîye ve harbiye olmak üzere, modern okullarda yetişen talebeden başlayıp  devlet kadrolarının orta ve alt kademelerinde bulunan ancak İstanbul ve çevresindeki vilayetlerin ötesine geçemeyen memur kadroları hãdiselerde tesirli olmuştu.

İttihat ve Terakki'nin kurmaylarından ve 31 Mart Vakası sonrası Sadrazamlık makamında bulunmuş Mahmut Şevket Paşa dönemin siyasi atmosferini şöyle anlatıyor: “Eski Atina ataşemiliterimiz Zeki Bey'den, Yunanistan'ın ordusunu ıslah etmek için Fransa'dan celp ettiği askeri heyet hakkında rapor istemiştim. 3 sayfalık bir rapor getirdi. İlk paragrafında, istediğim malumat vardı. Gerisi, dahili siyasetimize ait  hatta Türkiye'de iyi bir kabinenin nasıl kurulacağı hakkında serdedilen fikirlerden ibaretti. O kadar üzüldüm ki, bu zabiti azarlamaya ve cezalandırmaya bile kalkmadım. Bilhassa genç zabitlerimizin kendilerini bu derece siyasete kaptırmaları ve bir sadrazama siyãsî yazı vermeye kalkmaları, teessüfe şayan bir keyfiyetti.” (Mahmut Şevket Paşa,1998:132)

Mevcut Siyãsî yapı askeriye içinde disiplini tamamen bozmuş, komutanlar astlarına emir geçiremez hale gelmişlerdi. “Halep'ten Yemen'e tayin edilen teğmen, emre rağmen görev yerine gitmiyor, komutanı şifreli telgrafla Harbiye Nezareti'nden durumu sormak zorunda kalıyordu.” (Kadri,1992:47)

İttihadçılar yeni kurulan hükümette vazife almayıp, vaziyeti kontrol altında tutmaya çalıştılar. Sultan İkinci Abdülhamid'in devrine büyük bir tepki olarak eski rejimin adamlarını çeşitli baskı tarzları uygulayarak üç sene içinde tasfiye ettiler.

Muhaliflerini bir yandan tayinle merkezden uzaklaştıran İttihadçılar, öbür taraftan da suikastler tertip ederek cinayetlerle yok ettiler.Önce Harbiye Nazırı Recep Paşa makamında bir suikastle öldürülmüş, müteakiben Yıldız İstihbarat Teşkilatı'ndan İsmail Paşa, Onun ardından gazeteci Hasan Fehmi ve Ahmet Samim birer İttihadçı pususuyla ortadan kaldırılmıştı

İttihadçıların muhalif düşüncelere karşı hazımsızlığı o kadar yüksek seviyede idi ki, partinin bir dönem çok üst seviye kurmaylarından müteşekkil kadrolarını dahi büyük bir baskı altına almışlardı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Hüküm Gecesi” isimli eserinde 2. Meşrutiyet devrindeki İttihad ve Terakki'nin  baskı politikalarını çarpıcı bir dil ile anlatır.

İttihad ve Terakki'nin bir dönem başkanlığını yapmış Mizancı Murat da meşrutiyet günlerinde gözaltına alınmıştı. Mizancı Murat, yaşadığı baskı ve gözaltıları “Hürriyet vadisinde bir istibdat pençesi” adı altında kitap haline getirmişti. (Mizancı Murat,1997:8)

İttihad ve Terakki diğer partilere karşı sert bir sindirme politikası izliyordu. Bilhassa diğer partilerin yayın organları kapatılıyor, gazetelerini satan çocuklar dövülüyor, parti azaları işkenceye maruz kalıyorlardı.

İttihad ve Terakki'nin 1 numaralı kurucusuyken anlaşmazlığa düşüp Demokrat Parti'yi kuran İbrahim Temo bile tehdit edilmişti. Gümülcine Milletvekili İsmail Bey tarafından verilen gensoru önergesinin tartışmaları sırasında parti azalarından Demokrat Partili Mustafa'ya yapılan işkencede kullanılan aletler ve sökülmüş tırnaklar kürsüden gösterilmişti.

Bir dönem İttihad ve Terakki'nin içerisinde bulunan daha sonra Cemiyetten ayrılarak muhalefet yapan Şerif Paşa da gıyabında Divanı Harbte yargılanarak iki defa idama mahkûm edilmişti. “İttihadçılar bununla da yetinmeyip Şerif Paşa'ya karşı bir suikast tertibi içerisine girmişlerdi.” (Şerif Paşa,1990:11) 

İttihadçıların bütün muhalif teşebbüsleri yok etme politikasının arkasında “Bütün partileri memleket için zararlı görme psikolojisi”  (Şerif Paşa,1990:30)  yatıyordu.

Meşrutiyetin 2. defa ilanı günlerinde İttihad ve Terakki'nin genç ve tecrübesiz idarecileri muhaliflerinin sesi yükseldikçe kesif bir baskıyı ülkede uygulamışlar, iç politikadaki başarısızlıklarını kapatmak telaşı ile de dış politikaya yönelmişlerdi. Sultan 2.Abdülhamid'in  bir siyaset gereği olarak 33 yıl anlaşmazlık içinde tuttuğu Balkan milletlerinin meselelerinin çözümüne hakemlik yapan İttihadçılar kısa bir süre sonra Balkan ittifakını karşılarında bulmuşlardı.

Şerif Paşa'nın ifadesiyle İttihadçılar, “Rum'undan Ermeni'sine, Arab'ından Arnavut'una kadar bütün Osmanlı kavimlerini gücendirmişlerdi.” (Şerif Paşa,1990:22) 

Devlet-i Aliyye'nin Balkan topraklarında İttihadçıların icra ettiği hoyratça uygulamalar, söndürülmesi mümkün olmayan intikam fitillerini ateşlemişti. Dirayetsiz kişiler sırf ittihadçı oldukları için Arnavutluk topraklarına gönderilmişti.

Bu idareciler buralarda mahallî değerleri dikkate almadan icraatlar yapıyorlardı. “Arnavutluk'a gönderilen Cavit Paşa, Arnavut İslam ulemasına “Sizin sakallarınızı yolacağım papazlar!” (Şemsi,1995:26)diye hitap ederken ne kadar büyük nefret tohumları ektiğinin farkında değildi.” 

11 mart 1911 de Meclis-i Mebusan'da Arnavutluk mebusu İsmail Hakkı Bey'in tokatlanması ise bardağı taşıran son damla olmuştu.İttihadçıların uyguladığı politikalar Balkan milletlerinden Bosna Hersek'in, Girit Adası'nın ve Bulgar Beyliği'nin Osmanlı'dan ayrılması ile neticelenmiş ve toprak kayıpları artarak devam etmiştir.

Devletin Arap topraklarındaki denge de İttihadçılar tarafından tarif edilmez şekilde bozulmuştu. İleriki yıllarda ortaya çıkacak meşhur Arap isyanının tohumları da o günlerdeki yanlış politikalarla atılmaya başlanmıştı. İttihatçılar, Arap topraklarındaki idare tarzının esaslarıyla oynamakla işe başlamışlar, Arap vilayetlerine gönderilen Jöntürk idareciler yerli halka tepeden bakmış, aydınlara ise baskı ve zulüm uygulamışlardı.

Sadrazam Mahmud Şevket Paşa:

Kafkasya'dan Bağdat'a göçeden bir aileye mensup bulunan Mahmud Şevket Paşa, zamanının en tanınmış ve en sert askerlerindendi. 1856'da Bağdat'ta doğmuş, İstanbul'da Harbokulu'ndan mezun olmuş, bazı Batı dillerini öğrenmiş, askerî kitapların yanısıra bir de roman tercüme etmiş, valilikler ve ordu kumandanlıkları yapmıştı.

Mahmud Şevket Paşa, asıl şöhretini 1909'daki 31 Mart isyanının bastıran Hareket Ordusu'nun kumandanı olarak İstanbul'a girmesi üzerine sağladı. Selânik'ten Yeşilköy'e gelmiş olan ordunun komutasını ilk kumandan olan Hüseyin Hüsnü Paşa'dan devralan Mahmud Şevket Paşa şehre girer girmez sıkıyönetim ilân etti, Yeşilköy'de toplanan Meclis zamanın hükümdarı Sultan Abdülhamid'i tahtından indirdi. Kurulan askerî mahkemeler isyana katılan çok sayıda kişiyi idama mahkûm etti ve Paşa, İbrahim Hakkı Paşa Hükümeti'nde harbiye nâzırı oldu.

Ne var ki bu gelişmeyi Said Paşa ve arkadaşları kabul edilebilir bulmadılar.Bir hükümetin ordu tarafından iş başına getirilmesinin meşrutiyetle bağdaşır olmadığını savundular. Müteakiben Hareket Ordusu komutanı Mahmut Şevket Paşa, İttihadçılar tarafından sadrazamlığa getirildi.

Sadrazamlığa getirilen Mahmud Şevket Paşa harbiye nâzırlığını da üzerine aldı. Bir suikaste kurban gittiği o senenin 11 Haziran'ına kadar dört ay 19 gün boyunca sadrazamlık yaptı.

Darbenin ardından Sultan 2.Abdülhamit tahttan indirilmiş ve onun yerine Sultan Reşat tahta geçirilmişti.

Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, “Ben sadrazam bulunduğum müddetçe birçok işi padişaha haber vermeden yaptım.” itirafıyla o günlerdeki ülke idaresinin nasıl tek kişilik bir diktaya döndüğünü itiraf eder.

Dönemin Padişahı Sultan Reşat'ın Mabeyn Başkatipliğini yapan Lütfi Simavi Bey bu vaziyeti şöyle anlatır:Mahmut Şevket Paşa, Hareket Ordusu Kumandanı olarak İstanbul'a gelip 31 Mart Olayı'nın bastırılmasında büyük rol oynamış bir kumandandı. Ancak, kendi o olaydan sonra tekrar eski görevine dönmemiş, İstanbul'da kalarak Birinci, İkinci, Üçüncü olmak üzere üç ordunun müfettişliğini birden üzerine almıştı. Ne var ki, sadece askeri işlerle uğraşmakla kalmıyor, her türlü siyasi ve idari konularla da ilgilenmekte kendini yetkili sayıyordu. Açıkça söylemek gerekirse, tam anlamıyla memleketin diktatörü kesilmişti. (Simavi,2006:50)

Mahmut Şevket Paşanın Sadrazamlık dönemi ülke için tam bir talihsiz dönem oldu. Şevket Paşa diktatörce yetkilerle ülkeyi yönetirken dış odakların ülke üzerindeki plan ve tuzaklarından habersizdi. Nitekim bu gaflet hali Şevket Paşa'nın günlüklerine de yansımıştır.

Mahmut Şevket Paşa ise gelişmeler karşısında olanların farkında bile değildir. Saray'dan Babıali'ye geldim. İngiltere ve Avusturya-Macaristan Büyükelçilerini kabul ettim. İngiliz Sefiri, İngiliz iş adamlarının Bağdat ve Musul vilayetlerimizde petrol aramak için istida verdiklerini söyledi ve bu istidalara cevap vermediğimizden dolayı şikayet etti. (Mahmut Şevket Paşa,1988:45)

Yabancı emperyalist ülkeler Osmanlı topraklarını paylaşmak için pençelerini çoktan atmışlardır. Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret iki kaza yüzünden İngiltere ile ihtilaf çıkaramazdık. Bu ehemmiyetsiz topraklardan ne gibi bir istifademiz olabilirdi? Kuveyt ve Katar'ı İngiltere'ye bırakmaya ve zengin Irak vilayetimizle uğraşmaya karar verdim. (Mahmut Şevket Paşa,1988:45)

İttihatçıların devlet yönetme tarzları da çeteci ve komitacı usullere dayanmaktaydı.Kendi getirdikleri adamlarla bile kısa zamanda anlaşmazlığa düşerlerdi. Bunlardan biri Sadrazam Mahmut Şevket Paşa idi.

Hareket Ordusu Kumandanlığından itibaren nüfuzu gittikçe artan Mahmut Şevket Paşa'dan kurtulma zamanının geldiğine  inanan İttihad ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umuminin bir tertibi sonucu istifaya mecbur bırakmaya çalışıyorlardı.

Mahmud Şevket Paşa Padişah'a “Ben bu adamlarla (Talat ve Cavid) teşriki mesai edemem. İstifamı takdim ediyorum” demişti. (Menteşe,1986:128)

Siyasi çekişmeler had safhaya çıkmışken 1913'ün 11 Haziran günü öğle saatlerinde Bayezid Meydanı'nın Divanyolu'na çıkan noktasında bir cenaze alayının kapattığı yolun açılmasını bekleyen otomobile dört bir taraftan ateş açılmıştı.

Otomobilde zamanın hem sadrazamı hem de "Harbiye Nazırı" yani "Savaş Bakanı" olan Mahmud Şevket Paşa ile yaverleri vardı ve yaverlerden İbrahim Bey hemen orada, Paşa da bir saat sonra can vermişti.Büyük bir törenle Çağlayan'daki Âbide-i Hürriyet'e defnedildi ve cinayetin ardından İttihad ve Terakki Partisi tek başına memlekete hâkim oldu.

İşte tam bu günlerde Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'ya düzenlenen suikast, İttihadçılara rakiplerini yok etmek için yeni bir fırsat oluşturmuştu. İttihatçılar bir taşla iki kuş vurmuşlardı. Hem önce göreve getirdikleri sonradan söz geçiremedikleri Sadrazam Mahmut Şevket Paşadan kurtulmuşlar hem de bu suikast vesilesiyle İttihatçılara muhalif kişi ve cemiyetleri tasfiye etme fırsatına kavuşmuşlardı.

Bu suikast yöntemli muhalif tasfiye planı ülkemizde sonraki yıllarda  belirli aralıklara kullanılmış rejime muhalif odaklar bu yöntemle tasfiye edilmişlerdir.

 

HAFTAYA: DEMOKRAT PARTİNİN 18 YIL SONRA EZANI YENİDEN ARAPÇA OKUTMASI

 

                                                                                                                                                                                                              

                                                     KAYNAKLAR

Kadri Hüseyin Kazım,(1992),Devlet-i Aliyye'nin Tasfiyesi,İstanbul:: Pınar Yay.

Mahmut Şevket Paşa,(1988), Günlük,İstanbul: Arba Yay.

Menteşe Halil, (1986),Halil Menteşe'nin Hatıraları,İstanbul:Hürriyet Vakfı  Yay.

Mizancı Murat, (1997), Hürriyet Vadisinde Bir Pençei İstibdat,İstanbul: Nehir Yay.

Simavi Lütfi,(2006), Osmanlı Sarayının Son Günleri,İstanbul:Pegasus Yayınları

Şemsi Müfid, (1995), İttihad ve Terakki,İstanbul:Nehir Yay.

Şerif Paşa,(1990),Bir Muhalifin Hatıraları,İstanbul:Nehir Yay.