29 Ekim 2019

Şah ve Mat!

Kıymetli okuyucular! Geçen haftaki yazımın son paragrafı aynen şöyleydi:

Şimdi Türkiye, karşısında üç rakibin olduğu satranç oyununda şah çekmiştir. Oyunun bundan sonraki kısmının gidişatı Rusya'nın karşı hamlesine bağlıdır. Cumhurbaşkanımızın Putin'le ikili ilişkilerinin çok iyi olması ve geçen hafta Bakü'de yapılan Türk Konseyi 7. zirvesinde önemli bir siyasi desteği arkasına alması, başarı ihtimalini çok güçlendirmektedir. Ama tarihi gerçekleri de hatırlayarak, Rusya'ya tam olarak güvenilmeyeceğini de unutmamak gerekir.

Evet 6.5 saat süren zorlu Soçi görüşmelerinden çıkan mutabakat tam anlamıyla Türkiye'nin zaferidir. Gerçekten Cumhurbaşkanımız üç rakibe karşı oynanan bu zor satrançta cesur bir hamle yaparak "Barış Pınarı" harekatı ile "şah" çekti. Önce ABD, sonra Rusya "şah"ın kaçabileceği yer var mı diye, çok düşündüler. Fakat sonunda "mat" olduklarını geç de olsa fark ettiler. Aslında ABD, Rusya ve İran, üç rakibimiz gibi görünse de, onların arkasında sayısız destekçileri ve akıl hocaları olduğunu iyi biliyoruz. Bunların hepsini aynı anda "mat" eden Mehmetçik, sahada her zaman olduğu gibi yine destan yazmıştır.

Burada önemli olan sahadaki başarının masada da gösterilmesiydi. Belki iki asırdır cephede kazansak da, çeşitli diplomatik oyunlarla masada her zaman kaybeden taraf olduk. Ama şimdi Türkiye bazı cılız çatlak seslere rağmen, milli birlik ve beraberlik içinde, güçlü savunma sanayii, disiplinli ve teknik donanımlı ordusu, cesur ve akıllı dış politikası ile artık dünyada söz sahibi bir ülkedir.

Ancak bu oyunun burada bittiği sanılmasın. Her fırsatta iç ve dış düşmanlar Türkiye'yi sıkıntıya sokmak için ellerinden geleni yapmaya devam edeceklerdir. Her şeye rağmen Cumhuriyetin 96. yılında ulaştığımız bu seviye, 2023 hedefleri için bize ümit vermektedir. İnşaallah 100. yılda tüm askeri ihtiyaçlarını kendisi karşılayan, dışa bağımlı olmaktan kurtulmuş, ekonomisi güçlü, dünya barışının güvencesi olan bir Türkiye'yi hep beraber görürüz.

***

"Suriye'de ne işimiz var?" "Türkiye'yi Ortadoğu bataklığına sokmayın!" gibi gafilce veya art niyetle söylenmiş sözlere en güzel cevabı herhalde ABD vermektedir. Binlerce kilometre öteden Irak'a ve Suriye'ye demokrasi ve özgürlük diye kan ve gözyaşı getirmiştir. Aynı şekilde Rusya da, sırf menfaati uğruna yıllarca Esed'e destek vererek zulmüne ortak olmuştur. Öyleyse biz dört asır idare ettiğimiz bu topraklar ve çoğunluğu Müslüman kardeşimiz olan burada yaşayan insanlar için neden söz sahibi olmayalım? Üstelik bu iki komşumuzdaki kargaşadan faydalanan terör örgütleri, ülkemizi hedef aldıkları halde, onlara seyirci mi kalalım?

Yüz yıl önce bu topraklardan çıkmak zorunda kaldığımızda da benzer düşüncede olanlar vardı. "Biz başkalarının jandarması mı olacağız? Buralar bizim vatanımız değil! Anadolu bize yeter!" diye düşünenler yüzünden kısa zamanda Suriye, Irak, Ürdün, Filistin topraklarını İngilizlere kaptırmıştık. Halbuki Mehmetçiğe yeterli desteği sağlasaydık, lüzumsuz ric'atlar yaparak binlerce şehit ve esir vermezdik. Bu bölgede yaşadığımız bütün problemlerinin temeli, Birinci Dünya Savaşı'nın fazla bilinmeyen tozlu sayfaları arasında gizlidir.

Acaba Suriye'yi nasıl kaybetmiştik? Bugün sadece 32 kilometre için yaptığımız mücadeleyi ve dünyanın kopardığı yaygarayı daha iyi anlamak için, 40 günde nasıl 500 kilometre çekildiğimizi gelin yeniden hatırlayalım.

İngiliz Generali Edmund Allenby, Yahudi Nili örgütünün sağladığı istihbarat ve Yıldırım Orduları Başkumandanı Alman Mareşal Von Falkenhayn'ın gafletinden (kimilerine göre ihanet) faydalanarak 9 Aralık 1917'de elini kolunu sallayarak, Yafa (el-Halil) kapısından Kudüs'e girdi. Bu işgal onun Avrupa'ya 1918 yılı Noel armağanıydı. Küdüs'teki ilk sözü ise şöyleydi: "Burada artık Türkler olmayacak"

Askerlerimiz ise sebebini anlayamadığı bu ric'at emri karşısında ağlayarak Kudüs'ü terk ederken, bir sene içinde bütün bu coğrafyadan sökülüp atılacağını nereden bilecekti. Takviye birliklerden mahrum, cephanesi azalmış, erzakı tükenmiş, maneviyatı kırılmış olmasına rağmen kahraman ordumuz, saldırgan ve işgalci İngilizleri Kudüs'ün hemen kuzeyinde altı ay durdurmuştu. 5 Mayıs 1918'de tarihe 2. Şeria Muharebesi diye geçen Osmanlının son zaferinde, İngilizler bozguna uğramış ve ne yapacağını şaşırmıştı. Bu yüzden Eylül ayına kadar orada çakılıp kalmışlardı.

Ama 20 Eylül'de yapılan Nablus (Megiddo, Armagedon) Savaşı her şeyi değiştirdi. Gerçekten bu bir kıyamet savaşıydı. Sadece Osmanlı'nın ve İslam Âleminin değil, bütün Ortadoğu'nun hatta bütün dünyanın düzenini değiştirdi. Üç Osmanlı Ordusu burada bozguna uğramasaydı veya en azından bir ay dayanabilseydi, başta Suriye olmak üzere şu andaki Ortadoğu devletlerinin birçoğu haritada olmayacaktı.

Peki ne oldu Nablus'ta? İki Osmanlı ordusu imha edildi. Diğer ordu çok büyük zayiat vererek geri çekildi. Düşmana kaptırılan silah, cephane, araç, gereç yanında binlerce şehit ve esir verildi. Birinci Dünya savaşının başından beri dört senede İngilizlere 60 bin esir verilmişti. Ama burada bir ayda verilen esir sayısı 75 bin olmuştu. 20 Eylül'den, Mondros Mütarekesinin imzalandığı 30 Ekim'e kadar 40 günde 500 kilometre geri çekilmiştik. Kudüs'ten sonra, Amman, Şam, Halep peş peşe elimizden uçup gitmişti.

Peki bu büyük hezimetin sebebi neydi? Asker sayımız çok mu azdı? Ordularımız çok mu zayıftı? Silahımız ve cephanemiz mi yoktu? Bu mağlubiyetin sorumluları kimlerdi?

Kıymetli okuyucular! En iyisi ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Ama bir günah keçisi arandı ve sonunda, Yıldırım Orduları Başkumandanı Alman Mareşal Liman Von Sanders bulundu.

***

Aynı tarihlerde Irak cephesinde yaşananlar daha da vahimdi. 25 Ekim'de Kerkük, Mondros'tan sonra 3 Kasım'da ise Musul işgal edilmişti. Bu işgaller özellikle petrol bölgesi Osmanlının elinde kalmasın diye yapılmıştı. İstanbul'un işgal edilmiş olmasına rağmen Osmanlı Meclisi Meb'usanı 28 Ocak 1920 tarihinde Misakı Milli sınırlarını kabul ve ilan etmişti.

TBMM açıldıktan sonra 1923'e kadar Misakı Milli sınırları prensip olarak savunulmuş, ancak Lozan Anlaşmasında gözden çıkarılmıştı. Musul üzerine oynanan oyunlar, ancak bir kitaba sığabilecek hacimde olduğu için kısa kesiyorum.

Şimdi Türkiye bu oyunları bozmaya çalıştığı için ABD, AB ve daha birçok ülke yaygara koparıyor. Çünkü biçilen rolde ve ezberletilen metinde böyle şeyler yoktu. Türkiye'nin, hiç bir şeye itiraz etmeyen, tarihini unutup, geçmişini asla hatırlamayan yepyeni bir devlet olması gerekiyordu. Hafızasını kaybetmiş bir milletin yüz sene sonra, yeniden her şeyi hatırlaması olacak bir şey miydi? Bir de bunlar kalkıp, iki milyarlık İslam Âlemini uyandırırlarsa o zaman ne olacaktı? En iyisi bunların başına öyle bir terör belası sarmalı ki, onunla uğraşırken başka şeye vakit bulamasınlar.

İşte Türkiye üzerine oynanan oyunun özeti bu. Bilmem anlatabildim mi?