[Şahsiyet, Mesuliyet ve Samimiyet Kavramları Çerçevesinde] Bir Eğitimci Olarak Mehmet Akif Portresi
1967 yılında Sezai Karakoç “Akif’in Doğumu” başlıklı yazısına şöyle başlıyor:
“Otuz bir yıl önce
bugün Akif, dünya vaktini doldurdu, ahiret vaktine başladı. Ölüm bir son değil
başlangıçtır. Nitekim ölülerin arkasından okuduğumuz Fatiha da Kur’an-ı
Kerim’in başlangıç suresidir. Ölü, bu hayattan üstün ve ileri bir hayata
başlayandır. Hele, ölen, kendini bir ideale adamış insansa, o her iki dünyada,
yeni bir hayata başlamıştır. Büyük insanların ölümleri bir bakıma doğumlarıdır.
Onların doğumları uzun sürer. Bütün bir hayat onlar için doğumdur. Doğum içinde
doğum, doğum içinde doğum. İşte büyük insanlar için hayatın anlamı. Çektikleri
çile bir ömür süren doğum sancısıdır. Ne zaman ki ölürler, işte o zaman tam doğmuş
olurlar.”
Mehmet Akif, bu
doğumları defalarca yaşayan bir insan olarak tam manasıyla “büyük adam”dır.
Onun büyük adamlığını göstermeye, şairliği ve diğer görevleri bir yana sadece
İstiklal Marşı’mızın şairi olması dahi yeter. Çünkü yazıldığı devirde olduğu gibi şimdi de o,
hem “istiklal” hem de “istikbal” marşımızdır. Yani bize başta kim olduğumuzu, nelere
sahip olduğumuzu, bundan dolayı karşımıza çıkan / çıkacak olanları ve bunlarla
nasıl mücadele ettiğimizi / edeceğimizi anlatır. Ancak milletimizin istiklal
şairimize vefa borcu sadece bununla sınırlandırılamaz.
Mehmet Akif, “Çanakkale
Şehitlerine”, “Bülbül”, “Zulmü Alkışlayamam”, “Âtiyi Karanlık Görerek Azmi
Bırakmak” gibi şiirlerinin de içinde bulunduğu “Safahat” adlı eserinde ortaya koyduğu şiirleri ve hem
Birinci Cihan Harbi hem de Kurtuluş Savaşı için cephe gerisinde verdiği
mücadele için de minnet duyacağımız bir şahsiyettir.
Millî şairimiz gerek
Osmanlı gerekse Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde icra ettiği resmî / gayri
resmî görevleriyle de rahmetle anmayı hak eder. Kanaatimize göre bu büyük ideal
adamının dikkate değer çabalarından biri de eğitimciliğidir. Her ne kadar Mehmet
Akif, meslek eğitimini baytarlık / veterinerlik üzerine almış olsa da onun uzun
yıllar darülfünun ve çeşitli okullarda bizzat icra ettiği müderrislik ve
öğretmenlik görevleriyle birlikte cami, meydan ve cephe gerilerindeki
konuşmaları eğiticiliğini göstermektedir. Hatta dergilerdeki yazıları da birer
halk eğitimi vasıtası olarak görülmelidir. Ancak yukarıda belirttiğimiz büyük faaliyetlerin
icracısı olması, onun eğitimci yönünün gölgede kalmasına sebep olmuştur.
Öncelikle Mehmet
Akif’in;
Yıkmak
insanlara yapmak gibi kıymet mi verir
Onu
en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade
sen gösteriver ‘işte budur kubbe’ diye
İki
ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama
gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman
Bir
Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.
mısraları onun eğitim
meselesine vukufiyetinin delilidir.
Mehmet Akif’in eğitimciliğin
iki yönü vardır. Bunlardan ilki muhayyel bir tip olarak ortaya koyduğu “Asım”
karakteri; ikincisi 1906 yılında hoca olarak adımını attığı Halkalı Ziraat
Mektebi ile daha sonra başlayan Darülfünun müderrisliği ve ömrünün sonuna kadar
aralıklı olarak devam eden eğitimciliğidir. Akif’in İstiklal Marşı’nda ortaya
koyduğu “din ü devlet, mülk ü millet” kavramları hem kendi hayatının hem de ideal
bir tip olarak belirlediği Asım’ın hayatının özeti mahiyetindedir. Bu itibarla onunşahsiyeti, eğitimciliğinin temel
unsuru olarak görülmelidir.
Mithat Cemal Kuntay, Arapça,
Farsça ve Fransızca bilen Mehmet Akif’i dönemin en kültürlü şahsiyetlerinden
biri olarak görüp onun Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle ve rasathaneli mektepten
ibaret bir muhitte doğup büyüdüğünü ifade ederek onun ideal denebilecek bir
Müslüman Türk geleneği içinde yetiştiğini ve bir insanın onun kadar temiz
olamayacağını söyler. Nurettin Topçu ise Akif’in şahsiyetiyle ilgili “Hattab’ın
oğlu Ömer’in XX. asırda yaşayan müridi” tespitini yapar ve “Hz. Ömer gibi haşin
mizaçlı, sert yürüyüşlü, zulme tahammülsüz, riya karşısında şiddet taşıran bir
iman ve isyan heykeli” olduğunu belirtir.
Zulmü
alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin
keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri
ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın
ki!
-Hiç
olmazsa yanımdan kovarım.
Üç
buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele
hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
…..
Adam
aldırmada geç git!, diyemem aldırırım.
Çiğnerim,
çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Mehmet Akif’in bir
eğitimci olarak ikinci önemli vasfı şüphesiz mesuliyet duygusudur. Bu duygu onu
önce 1914 yılında özel bir görev için Almanya’ya; bir yıl sonra ise Arabistan’a
Necid çöllerine götürmüştür. Vatan şairini, Kurtuluş Savaşı’nda cephe gerisinde
Anadolu şehirlerinde, kasaba ve köylerinde gezdiren duygu yine aynıdır. Hatta daha
sonra 1923-24 yıllarında mevsimlik olarak, 1925 yılından 1936 yılına kadar da
bütünüyle kaldığı Mısır’daki hayatı da bu mesuliyetin bir gereği olarak
görülmelidir. Örneğin;
Âlemde
ziya kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey
elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Mısraları birer
mesuliyet ifadesidir.
Nitekim İstiklal Marşı’nın
onun tarafından yazılması teklifine duyarsız kalamamış ve bu mesuliyeti yerine
getirmiştir.
Mehmet Akif’in eğitimci
olarak bize sunduğu diğer bir yönü samimiyettir.
Özellikle “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirin yazılış hikâyesi tam olarak bir
samimiyet göstergesidir. Akif’in Arabistan yolculuğundaki arkadaşı Kuşcubaşı Eşref’in
hatıra-mektuplarına göre millî şairimiz bu şiiri Cidde yakınlarında Çanakkale’den
gelen müjdeli haber üzerine secde namazı kılıp sevinçten ağlayarak yazmıştır.
Günümüzde bile
samimiyet kelimesi geçince pek çok kişinin aklına onun; “Ağlarım Ağlatamam”
şiiri gelir. Burada açıkça sözünün hünerinin samimiyette olduğunu ifade eder.
Bana
sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,
Ne
hüviyyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir
yığın söz ki, samimiyyeti ancak hüneri;
Ne
tasannu’ bilirim, çünkü ne san’atkârım.
Ayrıca bilinen
hikâyesiyle, İstiklal Marşı’nın ancak Mehmet Akif tarafından yazılabileceği konusundaki
ittifak da onun samimi bir insan olduğunu teyit eder.
Nurettin Topçu, Akif’ten
bahsederken “Büyük adam eseriyle hayatını birleştiren adamdır.” tespitini yapar
ve onun samimiyetinin kaynağını İslam terbiyesi ve Allah’a imanına bağlar.
Mehmet Akif’in sözleriyle
bu yazıyı bitirelim:
“Maarif, maarif! Bizim
için başka çare yok; eğer yaşamak istersek her şeyden evvel maarife
sarılmalıyız. Dünya da maarifle, din de maarifle, ahiret de maarifle… Hepsi her
şey maarifle kaim… Bizi kurtaracak yegâne çare maariftir.”