19 Kasım 2016

Saltanatın kaldırılması ve yeni halife

Bugün; Bundan 94 yıl önce cereyan etmiş Osmanlı Saltanatının Kaldırılması,son Padişah VI. Mehmed'in yurtdışına kaçması ve müteakiben 19 Kasım 1922 de TBMM'nin veliaht Abdülmecid Efendi'yi halife ilan etmesi konusunu inceleyeceğiz.

Son Padişah VI. Mehmed (Vahideddin) yaşamına ve özgürlüğüne yönelik tehditleri gerekçe göstererek 17 Kasım sabahı Boğaziçi'nde demirli bulunan İngiliz zırhlısı ile ülkeden ayrılmıştı.

Bu olayın ardından 19 Kasım'da TBMM, veliaht Abdülmecid Efendi'yi halife ilan etmişti.29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan olunmuş ancak halife görevine devam ediyordu. Yani yaklaşık iki yıl boyunca ‘Halifeli bir Cumhuriyet' olmuştu bu topraklarda. 3 Mart 1924'te çıkarılan bir kanunla halifelik de lağvedilmiş ve tüm Osmanlı Hanedanı mensupları yurt dışına çıkarılmıştır.

Saltanatın Kaldırılması

Esasen Osmanlı Saltanatı sosyolojik olarak ömrünü tamamlamış bir vaziyetteydi.I. TBMM'nin açılışından sonra, Osmanlı Devleti'nin padişahı olarak Vahidettin'in nüfuzu neredeyse yokluk çizgisine kadar inmişti ve üç yıl sonra Cumhuriyet ilan edilirken ortada bir saltanat problemi mevcut değildi. Belki “saltanat” değil ama, “hakimiyet”, artık bu meclis tarafından yürütülen ve temsil edilen kuvvetin elindeydi.

Taha Akyol gelinen noktayı şöyle anlatır: Saltanatın kaldırılması otomatikman cumhuriyet demektir zaten. Saltanatın kaldırılması için verilmiş seksen imzalı bir takrir vardı. Bu takrirde Atatürk'ün imzası sekseninciydi. Önergeyi verenlerin başını Rauf Orbay, Hüseyin Avni, Rıza Nur gibi isimler çekiyordu. Çünkü artık en muhafazakârların kafasında bile Vahdettin'in tavrı yüzünden saltanat bitmişti. Dolayısıyla saltanatın kaldırılması zor değildi. Saltanat kaldırıldıktan sonraki adım da zaten doğal olarak cumhuriyetti. (Akyol,2009)

1 Kasım 1922 günü Osmanlı Saltanatının kaldırılmasına dair kanun tasarısı Mecliste tartışılmaya başlanıldı.
TBMM'ne saltanatın ilgası ve Hilafet makamıyla ayrılması yolunda verilen kanun tasarısı görüşülürken Mustafa Kemal Paşa bu iradenin açıkça ‘kılıç hakkı'ndan kaynaklandığını ifade etmişti.

“Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hâkimiyet, saltanat kuvvetle ve zorla alınır.Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatına isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir”.

Bu sözler üzerine Ankara Mebusu Hoca Mustafa Efendi söz alarak Meclise kimsenin emrivaki yapamayacağını anlatmaya çalıştı.
Mustafa Kemal Paşa tekrar söz alarak cevap verdi:”Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabi görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir”.
Ankara Mebusu Hoca Mustafa Efendi'nin kayıtlara geçen cevabı şöyle olmuştu:

-Efendim, biz meseleyi başka noktai nazardan mütalaâ ediyorduk; izahatınızdan tenevvür ettik.(aydınlandık) (Alkan, 2009:227)

Ancak bir kişi her şeye rağmen tenevvür olmaz.Lazistan Mebusu olarak Mecliste bulunan Ziya Hurşit oylama sırasında Saltanatın kaldırılmasına karşı çıkar.

İki nokta hiç belleğimden çıkmaz: Birisi Başkanın: «Oybirliğiyle kabul edilmiştir» sözüne karşı, Rize Milletvekili Ziya Hurşit'in: «Ben muhalifim, oybirliğiyle değil, çoğunlukla kabul edilmiştir» diye bağırmasıdır. (Velidedeoğlu,1977:133)
Saltanatın kaldırılması görüşmelerinde dikkat çeken bir başka husus da Trabzon milletvekili Muhtar Bey'in hanedanın kadın üyelerine yönelik olarak verdiği önergeydi.

Unutamadığım bir nokta da, kendisi demiryolu mühendisi olan Trabzon milletvekili Muhtar Bey'in «Hanedandan kadın üyelerin ülkede kalmasını ve yalnız erkeklerin çıkarılmasını» önermesi oldu. Bu öneri oldukça sempati kazandı. Başkan, biri el işareti, öbürü ayağa kaldırma yöntemiyle bunu iki kez oya koymak zorunda kaldı ve az bir farkla öneri reddedildi.(Velidedeoğlu,1977:139)

Prof.Dr Hakan Özoğlu bu anlamda pek bilinmeyen bir iddia ortaya atmaktadır:

Saltanatın kaldırılmasından 10 gün önce Refet Paşa'nın İstanbul hükümeti temsilcisi Ahmet İzzet Paşa'ya verdiği bir mektupta Sultan'ın Ankara'nın otoritesini tanımasını ve Ankara'ya İstanbul hükümetini lağvetme yetkisi vermesini istiyor. Vahdettin bunu kabul etmediği için saltanat kaldırılıyor.” (Özoğlu,2012)

Osmanlı Devleti'nin sona erdirilmesi, yani saltanatın kaldırılması, Lozan görüşmelerinden çok kısa bir süre önce gerçekleştirildi. Saltanatın kaldırılmasının görünür anlamı dışında, sembolik bir anlamı daha vardı: Ankara hükümeti böylece Osmanlı mirasının davacısı olmayacağını net şekilde açıklamış olmaktadır. Böylece Türkiye Misak-ı Milliye dahil olmayan konulardan, müzakereye bile lüzum görmeden sarfınazar etmektedir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu kararın ardından TBMM Veliaht Abdülmecit Efendiyi Halife ilan eder ve ülkemizde yaklaşık iki yıl sürecek ‘Halifeli Cumhuriyet Dönemi' başlar.

Halifeli Cumhuriyet Dönemi

Yeni Halife her ne kadar bizde yeni bir iktidar mücadelesinin odağına yerleşse de İslam Dünyasında sahip olduğu ruhani etki uzun süre kendini muhafaza etmişti.

Stirling'in tesbitine göre; Türk Halkının Kurtuluş Savaşındaki fedakarlık sebeplerinden biri de hilafet makamının içinde bulunduğu vaziyet idi.

Köylerden, kasabalardan ve kentlerin kenar mahallelerinden bir araya gelip Yunanlılar ve onları destekleyenlerle savaşan insanlar Frenk, Rum ve kâfirlerle savaştıklarını, Sultan ve Halife'yi siyasi makamlarına yeniden getirmek ve onlara hakları olan özgürlüğü sağlamak için savaştıklarını düşünüyorlardı. (Stirling,1984:557)

Nitekim ‘‘Mısır'daki meşhur El Ezher ulemâsı, yeni halifeye 1922 Aralık ayının ilk günlerinde biat etmiş,Halifenin Rusya Çarlığının Müslümanları üstündeki nüfuzu da son günlere kadar süregelmiştir. (Kabaklı,1989:164)

Yeni Türkiye Cumhuriyetinin Halifelik ile ilgili tavrı Lozan görüşmelerinin ilk günlerinde devam etmiş daha sonra bilinmeyen bir nedenle heyetin tavrı değişmiştir.

Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Lozan'da baş murahhas olarak Türk delegeler heyetiyle beraber ilgili devlet adamlarıyla birçok temaslar yapmıştır. Meclisteki mebuslar, dönüşte Baş murahhas İsmet Paşa'dan durumu sorarlar.

“Eski Evkaf müsteşarı ve Lozan'da Vakıflar'la ilgili murahhas Seniuddin Bey, İsmet Paşa'yı üzgün görüyor ve sebebini soruyor. İsmet Paşa:“İngilizler Hilâfeti kaldırmamız için baskı yapıyorlar. Ama bu bizim için mümkün değildir. Kabul edemeyiz” diyor. (Kabaklı,1989:147)

İsmet Paşa Londra'da neşredilen «Muslim Standard» Gazetesi Müdürü Abdulkayyum Malik Efendi'yi 17 kasım'da kabul ederek bu anlamda kendisine bir beyanat vermişti. İsmet Paşa aynı beyanatında, Türk milletinin hükmü altında bulunan bütün Müslümanların hürriyetlerini müdafaa ve muhafaza ettiklerini işaretle şöyle demişti:

Siz ve sizin vasıtanızla bütün Müslümanlara şunu söyleyeyim ki, biz eskisi gibi serbest bir İslâm devletinin bütünlüğüne sarsılmaz bir itikat ile bağlı kalacağımız gibi bunu yalnız söylemekle iktifa etmeyerek ileride bir tehlike ile karşılaştığımız vakit bunu kanımızla müdafaaya hazır bulunuyoruz. Türk milleti İslâmiyet'in kolu ve kılıcıdır.

Untitled-2_107

 

İsmet Paşa hilâfet makamının istikbaline dair de şu cümleleri sarfetmiştir:Hilâfetin bütün evsafı mahfuz ve emindir. Biz yaşadıkça kanımızın son damlasına kadar hilâfeti tutup yaşatacağız. Fakat, tek bir adamın şahsî malı olmasına asla müsaade edemeyiz. İşte Türk milletinin kararı budur.» (Cebesoy,2007:233)

Başlangıçta Halifelik ile ilgili görüşler bu kadar belirgin iken söylem birden değişmiştir. İsmet Paşa bir süre sonra “Tarihin herhangi bir yerinde bir halife, aklından bu ülkenin kaderine karışmak arzusunu geçirirse, o kafayı mutlaka koparacağız.”(Kılıç-Turgut, 2010:222) demeye başlamıştı.

Bu söylem değişikliğinde M. Kemâl'in Hilafeti Lozan'da İngiltere diplomatı Lord Gurzon'a karşı bir koz olarak kullanmak istediği anlaşılmaktadır.Nitekim Atatürk'ün emriyle İsmet Paşa, Lozan'a birinci gidişinde, Hilâfet'i ısrarla savunmuş, ikinci gidişinde ise Hilâfeti pazarlık masasına koymuştur.

Prof. Dr Hakan Özoğlu, Halifelik ile ilgili kanaatin nasıl değiştiğini ve perde gerisinde nasıl planlar yapılmaya çalışıldığını şöyle anlatır:“Halifeliğin kaldırılmasındaki amaçlardan biri de Osmanlı hanedanından kurtulmaktı. Hanedan mensupları Ankara'daki cumhuriyet rejimi için doğal bir tehlike olarak görülüyordu. ABD arşivlerinden çıkardığım bir belgeye göre; Mustafa Kemal, Şeyh Ahmet Senusi'ye Ankara'yı övmesi ve yurtdışında kalması şartıyla halifelik konusunda destek vereceğini söylüyor.Ancak Şeyh Senusi bu teklife sıcak bakmıyor. (Özoğlu,2012)

Halifeli Cumhuriyet Dönemi'nin Sonu

Yeni Türkiye'nin sahipleri Halifelikten vazgeçince bir süre sonra halifeliğn kaldırılması bir teklif olarak TBMM'ye gelir.
3 Mart 1924 tarihinde Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve elli dört arkadaşı, hilafetin kaldırılmasını ve hanedanın Türkiye sınırları dışına çıkarılmasını teklif etti.

Müzakereler şöyle gelişti: İlk önce Rize Mebusu Ekrem Bey, Halifenin ve hanedanın kötülüklerini saydı.Hepsinin sınır dışı edilmesini istedi.Bol bol hakaret yağdırdı ve alkışlandı.Yeni tayin edilen Meclis'te, Halk Fırkasından olmayan yalnız bir kişi vardı. Bağımsız Gümüşhane Mebusu Zeki (Kadirbeyoğlu) Bey.Zeki (Kadirbeyoğlu) kürsüye çıkıp şunları söyledi:

“Ben mutedil liberalim ve gönülden İslâm birliği taraftarıyım. Tarihimizin büyüklüğünü bugün de milletimde görmek isterim. Bunun içindir ki memleketin iç ve dış politikası adına, Hilâfeti kaldırarak bu müthiş kudreti düşmanların yahut da başka hükümetlerin kucağına atmayalım, (Kabaklı,1989:180)

O günlerde Mecliste zabıt katibi olarak görev yapan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da Gümüşhane Mebusu Zeki (Kadirbeyoğlu) Bey'in haline şöyle şahitlik eder:

O günkü görüşmelerde hiç unutamadığım birkaç olaydan birisi, bağımsız Gümüşhane Milletvekili Zeki Bey'in, bu tasarıya karşı tek başına karşı koymasıdır. Uzun konuşmasının bir yerinde: Halifeden niçin bu kadar korkuyoruz. Onu Ankara'ya getirip Etlik Bağlarının bir köşesinde de oturtabiliriz» dedi.

Bu sırada Kozan milletvekili Ali Saip Bey bir espri yaparak «Seni Hanedana damat yapalım Zeki Bey» diye söz atınca, Zeki Bey, «Sen varken bana sıra gelmez» yanıtını verdi. (Velidedeoğlu,1977:138)
Görüşmeler biter ve Hilafetin kaldırılmasına Halife ve ailesinin yurtdışına çıkarılmasına karar verilir.

Yurtdışına kaçan Sultan VI. Mehmed (Vahideddin) kınanmış ne var ki kaçmayıp ülkesinde kalan Veliaht Abdülmecit Efendi bir gece apar topar yurtdışına gönderilmiştir.

4-5 Mart 1924 gecesi, İstanbul Valisi Haydar, Polis Müdürü Saadettin ve Emniyet Genel Müdürü Muhittin Beyler tarafından gereken önlemler alınmış, sarayın telefonları kesilmişti. Merkez Kumandanı Albay Zafer Bey kumandasında bir müfreze Dolmabahçe Sarayı'nı kordon altına almıştı. Sınır dışı edilen hanedan efradı 100 kadardı ve bunların 16'sı damattı.
ABD arşivlerinde yapılan araştırmalar olayın bilinmeyen bazı boyutlarını da gözler önüne sermektedir:Mesut Çevikalp şu iddiayı ortaya atmaktadır:

Atatürk'ün halifeliği kaldıracağı bir hafta önceden Washington'a bildiriliyor Yazıya göre, Mustafa Kemal ordu komutanlarının görüşünü almak için İzmir'de 16–22 Şubat tarihleri arasında bir toplantı yapıyor. Amacı, halifelik kaldırıldıktan sonra komutanların bağlılığından emin olmak. Rapor Washington'a 25 Şubat 1924'te ulaşıyor. Yani halifelik kaldırılmadan önce. Başka bir deyişle, Türkiye'deki insanların haberi olmadan önce, Fransa ve ABD yetkilileri halifeliğin kalkacağını öğreniyor.(Çevikalp,2010)

Hakan Özoğlu ise halifeliğin kaldırılmasının zamanlaması konusunda bazı generallerin farklı düşündüğünden bahsediyor. ABD arşivlerindeki 25 Mart 1924 tarihli bir rapora göre, Refet Bele Paşa, halifeliğin kaldırılıp hanedanın yurtdışına sürülmesine değil ama zamanlamasına karşı.

ABD elçiliğinde görevli Constaine Brown ile bir sohbetinde ‘Böyle büyük bir manevranın 1922'de saltanat kaldırıldığı zaman yapılması gerektiğini' söylüyor: “Şimdi yeni halifeyi seçtik, halife ve hanedan için ülkedeki genel görüş olumlu. Kendisi uygunsuz bir şey yapmadı. Bence ölünceye kadar makamında kalması gerekirdi. Öldükten sonra hanedan yurtdışına çıkarılabilirdi.” (Özoğlu,2012)

Prof. Dr. Mete Tunçay, o günlerde Halifeliğin toplum nezdinde saygınlığını koruduğunu söylemektedir.
Hilafet kaldırılacağı zaman bir kamuoyu yoklaması yapılsaydı, cevap muhtemelen “Hilafet kaldırmasın” çıkardı. Düşünün... Türkiye'nin baş tarihçisi olan Enver Ziya Karal, Galatasaray'da talebeyken, Hilafet kaldırılınca talebelerin yemek boykotu yaptığını anlattı.

Türkiye'nin en aydınlanmış kesimi bile hilafetin kaldırılmasına “hayır” diyor.Mesela 1923'ün son günlerinde, Halife'nin istifa edeceği lafları çıkıyor.

İstanbul Barosu Başkanı Avukat Lütfi Bey, Halife'ye “sakın ha istifa etmeyin” diye açık mektup yazıyor. Bunun üzerine İstiklal Mahkemesi Lütfi Fikri'yi yargılıyor ve beş sene hapse mahkûm ediyor (Tunçay,2010)
Her ne kadar bu anlamda bir sosyal karşılık bulsa da Halifelik makamının dini anlamda içinin boşaldığı bu makama gelen şahısların bu misyonunun içini dolduramadığı çeşitli tesbitlerden anlaşılmaktadır.

Bir Fransız büyükelçisinin o vakitler devletine, yazdığı şu cümle çok önemli ve mânidardır: “Başında fes olmadığı zaman Halife, ortalama bir Fransız münevverinin yaşayış ve kültürüne, kişiliğine sahiptir. (Koçkuzu,2011:72)

Benzeri bir yozlaşma son Halife Abdülmecit Efendinin oğlunda da kendini gösterir: Şehzade Ömer Faruk Efendi, Anadolu temsilcilerinin Londra'ya çağırılması, Ulusal Savaşın başarıya ulaşması dolayısıyla duyduğu övünç nedeniyle ayağa kalkarak bir kadeh şampanya kaldırıp içmiş.(Gerede- Önal,2003:260)
İngilizler bu kararı fırsat bilmişler o günlerde bazı İslam ülkelerinde “Türkler İslâm'dan kopuyor” veya “Türkler din değiştiriyor” diye yayımlar yapılmıştır.

İngilizler “Türklerin İslâmlıktan çıktığı, halifeye ihanet ettiği, İslâm âlemiyle ilgilerini kestiği” yolundaki propagandayı, Müslüman ülkeler halklarına seve seve yaymışlardır. (Kabaklı,1989:164)

4-5 Mart 1924 gecesi apar topar yurtdışına sürgüne gönderilen Hanedan üyeleri bundan yaklaşık 20 yıl sonra yeniden ülkelerine dönmeye başlamışlardır.Bu tarih 2.Cumhurbaşkanı İsmet İnönü dönemine denk gelmektedir.İnönü,saltanatçılıkla suçlanmaktan korkmadan 20 yıl önce yurtdışına çıkması için oy verdiği kişilerin ülkeye yeniden girişi için onay vermiştir.
21 Kasım 1945 tarihli. 21 Kasım tarihli gazeteler, Halife Abdülmecid Efendi'nin kızı, Haydarabad Nizamı'nın gelini Prenses Dürrüşehvar'ın, bir hafta kalmak üzere Türkiye'ye geldiğini haber veriyorlardı. (Koçak, 1990:133)