VF kat sol
VF kat sağ

14 Şubat 2017

Samimi bir yüzleşme olmadan olmuyor…

Hayatımıza kısaca dokunup geçenleri bir yana bırakalım. Onların acısı ateş düştüğü yeri yakar misali varsın düştükleri bedenleri yakarken aldırış edeni zor bulunur.

Lakin bizim çok önemli meselelerimizi analiz etmelerimizde ve anlamamızda her daim tuhaf bir durum yaşanıyor.

Bu, işimize öyle geldiği için midir yoksa gerçekten meseleleri enine boyuna tartışma ve analiz etme huyuna sahi olamamaktan mıdır tam olarak kestirebilmiş değilim.

Fakat soru sormanın çoğu zaman bir soruna cevap bulmaktan çok etrafında dönüp dolaşılan cevabın ortaya çıkmaması için yapıldığı…

Ya da bir hata ile yüzleşmenin gereksiz meşguliyet olduğuna inanıldığı…

Alışılmışı değiştirmenin ve yeni olanı inşa etmenin durup dururken başa iş çıkarmak olduğu…

Fincancı katırlarını ürkütmemenin gerçeğin ortaya çıkmasından daha fazla tercih edildiği bir iklimde bunun basitçe düşünme ve analiz etme tekniğiyle ilişkili olduğuna inanası gelmiyor insanın.

O yüzden de çok önem arz ettiğimiz meselelerimizi çözmek isterken geçmiş ile bugün ilişkisini ya bilerek kurmamayı tercih ediyoruz ya da kurmayı beceremiyoruz.

Oysa her bir yaşanmışlığın bırakalım öncesinde olanla, sonrasında olacakla dahi hakiki bir ilişkisi var. Zaten o ilişkiler sayesinde bizler olana ya da olacağa dair sonrasında doğru değerlendirmeler yapabiliyor ve gerçeğe ulaşabiliyoruz.

Öte yandan o ilişkilerin kurulamaması ya da atlanması durumunda hem dertlendiğimiz meseleler çözülmüyor hem de kafalardaki soruların daha çoğalmasına neden oluyoruz. Herkesin şikâyet ettiği toplumsal kutuplaşmalar, keskin taraftarlıklar, verimsiz muhaliflikler de işte bu ilişkileri olması gerektiği şekilde kuramamaktan kaynaklanıyor aslında.

Ne demek istediğimi örnekleyeyim.

15 Temmuz'da ortaya çıkan durum neydi?

Birilerinin 50 yıllık plan ve program çerçevesinde hesaplı kitaplı bu ülkenin her bir kademesine yerleştirilmiş FETÖ'cü müritlerin topyekûn bir ülke işgalini düşledikleri…

Peki bu kadar art niyetli hainin varlığı, aynı zamanda bu ülkenin geçmişte neden ikide bir teklediğinin cevabı da değil midir?

O vakit halkı uçağıyla, topuyla, silahıyla kurşunlayacak kadar gözü dönebilen kişilerin devletin içine fazlasıyla çöreklendiği gerçeği ortaya çıkmışken artık geçmişi daha hakkaniyetli yeniden gözden geçirmek gerekmez mi?

Veya 15 Temmuz'da içindeki ihanetin boyutlarını gören bir devletin, hükümetin, milletin bu tarihin öncesindeki olayları değerlendirirken ki söylemi, fikri, tavrı gayri aynı kalabilir mi?

Kalamaz elbette. Yani 15 Temmuz'dan sonra topyekûn bir yüzleşme yaşamamız gerekiyordu.

Fakat bu cehennemi örgütün ve onunla ilişki içinde olanların geçmişte neyi, kimi, nasıl, neden kullandığına dair bütün ipuçları hiçbir alınganlık göstermeden ortaya hakkaniyetle çıkarılmadan hakiki bir yüzleşme olabilir miydi?

Mümkün değildi bu ve 15 Temmuz sonrası çatışmalarda ölen, kaçan, tutuklanan, meslekten men edilen onca üst düzey yetkili askerin ve polislerin varlığında geçmişte olan olaylara karşı yapılan yorumlar, gösterilen tavırlar, alınan kararlar objektif olarak gözden geçirilmeden yapılmadığı sürece değil de.

Bugün ‘Devrimci Halk Savaşı' ile birlikte şehirleri hendek ve barikatlarla kuşatıp sokakların cepheye, evlerin yığınağa çevrilmesinin ve yollara bombalar döşenmesinin sonucu yüzlerce şehidin, binlerce Kürt gencinin ölümü konusunda PKK ve HDP'ye her koldan yükleniyoruz haklı olarak.

Peki ‘şehirleri harabeye çeviren, tarihi, kültürel dokusunu tarumar eden, binlerce insanı yerinden yurdundan eden o kargaşanın oluşması sırasında görevini hassasiyetle yapan güvenlik güçlerinin yanında FETÖ'cü nice yetkili yetkisiz alçak ne yapıyordu?' sorusu sorulmadan yapılan her yüklenme meselenin çözümünde bir şeyleri eksik bırakmıyor mu?

Bu şekilde eksik yüklenmelerle 15 Temmuz işgaline hala tiyatro diyenleri ikna edebilmek mümkün olabilir mi? Peki, HDP vekillerine olanları anti-demokratik kabul edenleri ya da Başkanlık meselesinin şahsi birtakım ihtiraslardan öte bir anlam ifade etmediğini düşünenleri?   

Aynı şekilde aptallıklarına doymayacakları bir bildiriye imza atıp devleti ‘ülke insanlarını fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekle, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkını ihlal etmekle' suçlayan akademisyenlerin ve aydınların kafalarındaki Türkiye'yi direkt reddettiğimizde FETÖ'cülerin fiili olarak bu manzaranın oluşmasına katkılarının olabileceğini atlamış olmuyor muyuz?

Böylesi eksikliklerle çok önemli meselelerimizi analiz etmelerimizde ve anlamakta garipsi durumlar yaşıyoruz-ki bunlar, sadece sorunlarımızı çözmemize engel oluyor.

Alışılmış, popülist, derinliksiz söylem ve tavırların albenisiyle hatalarımızla, yanlışlarımızla yüzleşemediğimiz ve objektif olamadığımız için her meselede kutuplaşmamızı isteyenlerin ekmeğine yağ da sürüyoruz bu arada.

Bugün FETÖ müritlerinin üzerinden mağduriyeti de akademisyen ya da gazeteci mahrumiyetlerinin gündemden düşmemesi de geçmişle ilgili düşünce, tavır ve uygulamaların yanlışlığını samimi olarak kabul etmememizden kaynaklanıyor.