06 Kasım 2017

Sarp yokuş

Çınar Ata kalemiyle kültür hayatımıza sunulan Sarp Yokuş romanı Ahmet Yesevî'ye ve Türklerin Müslümanlık sürecine dair bir metin olarak Panama yayınlarından neşr olunarak raflarda yerini aldı. Eser geleneğe uyarak, Bütün kâinatın ve cennet kapılarının anahtarı besmele olduğu gibi bütün kitapların başında yazılan ve onları şereflendiren de besmeledir cümlesiyle başlıyor.

Evvel zamandan ahir zamana Türkün mitolojik devrelerinden 2016'ya kadarki öyküsü Yesevî devranı içinde teşekkül eden ve Ahmet Yesevî'nin hayatı ve manası zemininde anhasından ve minhasına kadar Sarp Yokuşta anlatılıyor. “İhtiyar dünya ağarmış saçlarını tararken gün ve gece­nin birbirini kovalamasını seyrediyordu. Kıyamete kadar baki kalacakmış gibi kendinden emin nice devlet, nice mil­let birer birer kaybolup gittiler. Virane yurtların üzerinde karanlıklarda öten baykuşlar bu bahtsızların makûs kader­lerine o gün bugündür iç çekip ağladılar.” Sarp Yokuş, esasında Ahmet Yesevî'nin genelde ise Yesevî ışığıyla aydınlanıp, sırrıyla erenlerin dünden bugüne hikâyesini anlatırken vakaları ferasetle ve basiretle göstererek tam bir Yesevî fenomenolojisine dönüşen enfes bir tahkiyedir. “An” içinde birleşen var edici zamanları bir kurgu içinde toplayarak, Sur'a Üflenen Kadar romanındaki 13. Asır dünyasını göstermedeki başarıyı, kendi bağlamında burada da ortaya koyarak bir şuur metnine dönüşen Sarp Yokuş, Pir-i Türkistan üzerinden bir tarihin ve coğrafyanın serencamını resmediyor. Ahmet Yesevi ontolojisinde bir Türk Tarih metafiziği (kurucu döngü-nerden geldik nereye gidiyoruz/ köken-süreç amaç) olan bu roman ilgilisini bir devrana davet ediyor.

Kıtalar ve zaman üzerinden yürüyenin romanı olan Sarp Yokuş, Yesevî ocağında tay kazanından pişen mananın akan bir nehir gibi muhtelif yerleri yeşerterek zamanda ve mekândaki mirasının takipçisi olarak, Türkistan'dan Türkiye'ye uzanan bir çizgide, Türkçe inanan insanların sonsuzluk anlamıyla canlanan ruhunun geçmişten bugüne müteselsil hikâyesini tarihi gerçekliği, mananın duygusu ve şuuruyla birleştiren bir üslup ve dil mahareti ve liyakatiyle anlatan bir zaman şahitliğidir. Eseri okurken zamandan zamana geçerken tarihi sürecin içinde ve mekânlarda bir gerçeklik algısıyla gezerken, duygunun öne çıktığı yerde ise zaman ve mekân silikleşerek anlamın esası okuyucuyu sarıveriyor. 

 

“Sırrımız aziz olsun! Sura üflenen kadar sırrımız yolumuz, Yolumuz sır olsun.” sözleriyle bir sırrın tarihteki kendisini nasıl açtığı, müntesiplerin bu yolda neler yaşadıkları Yesevî odağından Sarp Yokuş'ta maharetle gösteriliyor. Kendisini bu topraklara dair hisseden her zihnin kendinden bir şeyler bulacağı bu roman, kimliğimizin teşekkül ve gelişme sürecine dair son yıllarda yazılan en başarılı metinlerden biri oldu.

 

Hâce'nin davasının romanı olan Sarp Yokuş, Kutlu Sır'ın önünü kesmek için, Türk'ün töresini yok etmek için üzerimize hücum eden İblis'i biliyoruz ve çok iyi tanıyoruz! Sarp Yokuş'u çıkmak konusunda Türklerin ne kadar mahir olduğunu tüm dünya gibi siz İblisler de göreceksiniz cümleleriyle İblis imgesindeki karanlığı ve onuna karşısındaki Türk duruşunu Yesevî çerçevesinden ele alıyor. Yesi'den cihana yayılan ışığın önünü kesmek için türlü desiseler hazırlayan iblis kuduruyor, çıldırıyordu cümleleriyle Sarp Yokuş, İblisi çıldırtan Müslüman Türk'ün desiseler karşısından evvelinden ahirine kadar verdiği mücadelelenin, Yesi'den yayılan ışıkla çerağların tutuşması konusundaki azim ve gayretini anlatan bir mücahedenin romanıdır. Ama öyle varsayımlara değil hakikate, hikmete ve irfana sırtını dayamış, tasını o ser çeşmeden doldurmuş bir roman…

 

Türk tarihinin ve tarihi coğrafyasının Yesevî perspektiften değerlendirildiği bu roman bu yönüyle anlam dünyasına ferasetli bir kurguyla bakarak bir tarih metafiziği niteliği de kazanıyor. Ayn-ı Calut'tan Niğbolu Savaşı'na kadar Türklere sal­dırdığı her savaşta karşısına çıkan Hazreti Pîr yine Hazreti Hızır'la birlikte hazır ve nâzır kendisini bekliyordu. Haz­reti Âdem'e saldırdığı ilk günden o ana kadar hiç vazgeç­memişti ki şimdi vazgeçsin. Kendi ordularını da yardıma çağırıp tüm gücüyle saldırıya geçti.

Sarp Yokuş, Türkistan'dan Türkiye'ye akıp gelen, Pir'in Kazakistan'dan Türkiye'ye taşan feyzi, dün yaşanan güzelliğin bugün yeniden canlanmasını göstermesi, Türk Dünyasının büyük bir mana romanı olmasıyla da oldukça önemli. 1730-Her Türk boyu gibi Kazaklar da Pir-i Türkistan'ın hik­metleriyle İslam'ın billur pınarından kana kana içmiş, Re­sulullah'ın o pak ve bozulmamış saf İslam anlayışıyla Rab­bine münacat etmekteydi. Onlar gönlü kırıkların dostu, hamisiydiler cümleleri ile yazar bizi Kazakistan'a taşırken, 2016-Anadolu insanı Osmanlı bakiyesinden kalan son vatan topraklarını neleri var neleri yok ortaya koyup tekrar inşa etmeye ko­yuldu. Haçlıların İslam topraklarına geçiş kapısında duran bu son vatan toprağı her nefes aralığında, her boşlukta sal­dırıya maruz kaldı. İhtilâller, iç çatışmalar, eşkıya saldırıla­rıyla durmaksızın sırrın sahipleri taarruz altında var olma mücadelesi veriyorlardı. İblis bin yıldır İslam'ın hamiliğini üstlenen Pîri Türkistan'ın milletini yok etmeden hâkimiye­tini kuramayacağını çok iyi biliyordu derken bizi alıp Türkiye'ye taşıyıveriyor. Şüphesiz romanın Kazakça'ya tercümesi bu güncel bağın oluşması adına faydalı olacaktır.

 

Roman Yesevî çerağının zaman içinde ulaştığı, o mefkûrenin aydınlattığı ve harekete geçirdiği yelpazeye işaretle nihayetleniyor. Türk'ün ulu mihmandarı Hazreti Pirin milleti için açtığı yolda Resulünün yanına yürürken yalnız değildi. Sadece Ankara'da İstanbul'da değil, Doğu Türkis­tan'a, Tebriz'e, Kerkük'e, Musul'a, Bosna'ya, Filistin'e, Mi­yammar'a, kadar tüm dünya bir gelincik tarlası olmuş her bir bucağından arşa yıldızlar yükseliyordu.

Son Yesevî'nin en yüksek şerefi; şehitlik yıldızı omuz­larına takılmıştı. Hazreti Pîr Sultanu'l-Evliya'nın uhdesin­deki sır ve yemin çağlar boyunca yankılandı:

Varsın nâdanlar kutlu davamıza esâtîru'l-evvelîn de­sinler,

Sura üflenene kadar,

Sarp yokuştan dönmeyeceğiz.

Son Türk var olduğu sürece arş yıldızsız kalmayacak!

Bu roman bir ideolojinin değil bir anlam ve hakikat dünyasının sözlerle resmedilmesidir. Umulur ki günün birinde sinema için de uygun doğası doğrultusunda beyaz perde hayat bularak göstermek istediği mana, bilinç ve ruh yazarının gönlünden milyonlara yansıtılabilir. Buna ilaveten kitabın bölüm başlarına konulan resimler yazarının meseleyi bir akl-ı selim ve kalb-i selim kadar zevk-i selimle de düşünebildiğini gösteriyor. Türk Tarihi, Türklerin İslamiyet'e girişi, Ahmet Yesevî ve Türk tarihinin bu doğrultudaki gelişimi ile ilgilenenler için Sarp Yokuş yolda bereketli ve faydalı bir yoldaş olacaktır. Aklını ve ruhunu Yesevî ile Türkçe tahkim etmek isteyenler için Sarp Yokuş okuyucunu asude bir yolun yolculuğuna davet ediyor.

Hızır ata yoldaşımız, Yesevî sırdaşımız olsun…