21 Eylül 2020

Savaşta tarım kuşatması

Eskiden halkın ileri gelenleri, bugünün devlet adamları ve orduları, yüksek yerlerde çevresinin uzun surla korumaya alacak şekilde büyük kaleler yapar, orada yaşarlardı. Kendilerine bağlı olan halkta, kalelerin çevresinde yaşar ve orada ovalarda hem kendi ihtiyaçlarını hem de efendilerinin ihtiyaçlarını karşılamak için tarım yaparlardı.

Dışarıdan bir saldırı geldiğinde, halk kaleye sığınır ve saldırı geçene kadar orada korunaklı halde olurlardı. Sonra tekrar dışarı çıkar işlerine devam ederlerdi. Ancak bazen bu kuşatmalar günler aylar sürebilirdi. Kale içine yiyecek girmesi engellenerek kalenin içerden teslim edilmesi istenirdi. Bazen de kalenin çevresindeki bütün ekin alanları yakılırdı. Bununla teslimin hızlı olması hedeflenirdi.

Bugüne bunu uyarlarsak; kalenin surlarını ülkenin sınırları olarak düşündüğümüzde o ülkenin teslim alınması için önce tarımın yok edilmesi gerekir. Tamamen kontrol altına alınması gerekir. Düşmanın tanınmaması için, içerden sizden birileri bulunarak iş birliği (ticari ortaklık) oluşturularak kale içinde güçlü pozisyonlar alınıyor.

Dışarıdan gelen yatırımcı gözü ile bakılarak,  zaten sizin için hazırlanmış yasal düzenlemeler gerekli tüm teşvikleri size vermiştir. Neredeyse yerli şirketlere ortak olurcasına, vergi yükü yüklemiş devlet, döviz girişi gerekçesi ile 5 yıla kadar vergi almayabiliyor. Bu süre içerisinde yeni yasal düzenlemeler küresel şirketlerin, iç kollarının talepleri üzerinden, siyasete istediğini yaptırarak; yeni tarım yasaları çıkartıyor. Öyle yasalar ki bunlar örtülü biçimde anaç tohumları milletin elinden toplatırsınız, hibrit tohumları zorunlu tutarsınız, böylece halkı tam bir köle haline getirirsiniz.

Tabi bir millete bu operasyon açık açık yapılmaz. İçeriden bürokrasiye yerleşmiş kriptolar gizli maaşlarını aldığı sürecek efendilerine, milletin devletin aleyhinde, hizmet etmeye devam edeceklerdir. Birde kaleyi kuşatma yöntemi olan kale dışındaki halkınızı besleyen tarım alanlarını, tohumlarla kontrol altına almak.

Önce tohumlarınızı sonra tarlalarınızı ele geçiren düşman, sonra açlıkla halkınızı parçalar. Kendisine,  karnını doyuracağı için itaatkar insan kolonileri kurar. Kurulan sistemle yaşam için zorunlu ihtiyaçları edinmek için halk her türlü tavizi vermeye başlar.

Düşman bu işi sistemleştirerek insan kolonilerini devlet yönetenler konumuna çıkartır. Bugün artık gönüllü olarak düşmanın söylediğini yapıyoruz. Temel değersayımımız düşman tarafından değiştirildi. Olayları algılama, yorumlama ve doğru sonuca gitme konusunda yetimizi kaybettik.

Artık her yıl bütün millet adına peşin haracımızı ödüyoruz. Nedir ödediğimiz haraç? Bütün milletin bütçesi olan Genel Bütçede peşin faiz ödemeleri. Faiz ödemelerini bize dayatan bir azınlık zümre var. Bunların'' bu faizleri ödemeye mecbursunuz‘' gibi imalı yaklaşımları sürekli ifade ederler. Gerekçeleri ise zırvalamalardan öteye geçmez.

Peşin faiz ödemeyi kabul eden, tohumları düşmanın eline vermiş ve açlık ile düşmana kul köle olmayı kabul etmiş olan,  millilikten yoksundur. Elbette bunu kimse direk açıktan yapmaz. Minareyi çalan kılıfını uydurur. Şimdi de parayı tam kontrol etmek için dijital para çalışmalarını hızlı biçimde sürdürüyor. İş kale içindeki kriptolarla devlet üzerinden yapılınca, kendilerini, küresel elitler, iyi kabul ettiriyor. İşte bu temel paradigmayı yeniden milletin menfaatine çevirecek yeni bir milli akımın başlaması kaçınılmazdır.

Ama bir şeye yeni demekle bu yeni olmaz. Mevcut düzenin tüm olumsuzluklarını kaldıracak kararlılıkta, milletinin menfaatini düşünen, talih konulara takılmadan sonuca odaklanan bir kadro.

Bütün çıkış hareketleri bu noktada toplanıp sorunun Borca Dayalı Para Sisteminde olduğunu görmediği sürece, dağınık gücün, güç unsuru olarak milletin menfaatine yansıma yazacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Selam ve dua ile…