27 Aralık 2017

Sazlıktan umrana

Medeniyet, ahenk ve uyumdur. Bilkuvve/potansiyel/imkân halindeki enerji bir olabilirlik imkânı olarak makbuldür, gereklidir ama yeterli değildir. Hep duyarız şu bizim oğlan çok kabiliyetli ama ah çalışmıyor işte hergele diye. Hz. Mevlana, Her kesî kû dûr mând ez asl-ı hîş Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş /Aslından uzak kalmış kişi, tekrar (aslına) kavuşma zamanını arar derken mana âlemine dair işaretle bize verdiği ilhamla, her bilkuvvenin sahibi için ulaşılmak istenen, çoğu zaman varlığı bile fark edilemeden ömürlerin tüketildiği bir efsunlu ütopya olarak içimizdeki bir fısıltı halinde kaldığı görülür. O adını koyamadığımıza dair hasretse hep içimizdedir. Bul beni diye bizi çekiştirir durur. Aslında uzak kalmak bir manada budur. İşte bilkuvvenin mümküne/bilfiile dönüştüğü o haller ise insanın ütopyası, içindeki o imkânı mümkün kıldığı zamanı, o aradığını bulmasıdır. Kemal hali insan için varlığın gerçeğiyle sezilmeye başlandığı o müstesna zamanın kapısıdır. Talim ve terbiyenin gerçek amacı da insanın potansiyel istidadlarını keşfederek onu milleti ve insanlık için faydalı bir kemale ulaştırmaktır. Peki, bunun ilhamını, yolunu nerede bulacağız? Finlandiya'da mı? Muasır insan aklının vardığı bir kemal olarak oradan da bir yitik malımız; hikmet varsa elbette koşar alırız, bizim medeniyetimiz bunu âmirdir. Bunun yanında ise hayat tecrübemiz yani tarihimiz, kültürümüzün tevarüsünü beklediği güzelliklerimiz ve güncel realitelerimiz içinde de şüphesiz ilham kaynaklarımız vardır.

İşte kamış sembolizmi üzerinden “Kestiler sazlık içinden” der beni, Dinler ağlar hem kadın hem er beni” mısralarıyla işaret edilen kamış ve kültürümüzde bunun kullanımı ve kullanıma hazır hale gelme hikâyesi bize bilkuvvedekini sezmenin, bilfiil hale gelmesinin sağlayacağı imkanın ne tür güzelliklere yol açacağını zevki selim üzerinden anlatır. Bu bizim hikâyemizdir.

İlk olarak, ney kamışını sazlıktan alıp saza dönüştüren akıl ve ruh hayata dair bir anlamı fısıldar. Ham kamıştaki bilkuvve istidad ustasının elinde ve gönlündeki aşkla bilfiile dönüşür. Kamış yerinden kesilince belki acır, hali anlamaz küser, isyan eder ağlar belki. Lakin ustasının elinde kamışlıkta savrulup gidecek olan kamış bilkuvvesinden bihaberdir; ustası onu keserek bilfiiline yani suretine kavuşturarak o muhteşem seslerin sazına dönüştürür. Sazlıktan saz olmaya giden yol çileli, sabır ve gayret isteyen bir süreçtir. Lakin zahmetsiz rahmet olmaz, usulsüz de vusül muhaldir. Bu yolda ney için kesilen kamışlar en az bir yıl kurumaya bırakılır. Burada münzevi bir uzlet içinde kıvam yolculuğu başlar. Kamışlar, bilahare sıcaklık ve buhar tatbikiyle doğrultup, nota delikleri açılır. Artık sazlığında rüzgârda nazlı nazlı salınan kamış, musikimizin inleyen ney sazına dönmüştür. Bu sırada ney imal edilirken dudak kısmına manda boynuzu tercihli olmak üzere başpare denilen parça ve kamışın çatlamaması için üst ve alt kısma parazvane denilen yüzük takılır. Ney artık bilfiil aslına belki de böylece kavuşmuş olurken, tıpkı varlık aleminden kopan suretin zaman ve mekan halinde yaşadığı değişim gibi, ilk halinden farklılaşır ama insan-ı kamil remzi olan bu saz bu suretiyle varlığının manasının müntehasına kimbilir bu yolla vasıl olur. Sabreden derviş muradına ermiş sözü burada aşikar olur gibidir.  

Hat yazmakta kullanılan kamış kalem içinde benzer bir serencam söz konusudur. Ney kamışının bir yıl boyunca kururken ve düzeltilirken yaşadığı uzlet ve yanmak hali, hat kamışı için at gübresinde terbiye olurken yaşanır. Doğal rengi sarı olan bu kamışlar, bir veya iki yıl at gübresine yatırılır, bir takım yanmalar akabinde koyu kahverengine kavuşur, olgunlaşır ve sertleşir. Bu yolla ıslah ve terbiye olunan kamış kullanılacak hale gelirdi. Kimi sıcak ülkelerde bu işlem güneş altında kalarak icra edilir. Bu suretle kamış bilkuvve taşıdığı yazı yazma kabiliyetine bilfiil ulaşmış olur. Modern insanın haz ve hız duygusuna çok yabancı olan bu hal asırlar sürecek kalıcı eserlerin teşekkülünü sağlamıştır. Hat levhalarında görülen o muhteşem zevk ve sanata vasıta olan kamış işte bu suretle gübre içinde ikrah edilen halinden hayran bırakan o güzellikleri icra edecek surete ulaşır. Harabat ehline hor bakma denilirken kastedilen Allah bilir ya budur belki de.

Maddenin içindeki imkânı keşfedip onu hayatın hizmetine sunan aklı selim, görüleceği üzere bir zevki selim ve kalbi selimin kapısını aralamaya vesile olur. Musikinin ve hattın şaheserlerine imkân tanıyan kuru kamışın terbiyesi aklını kullanarak sabırla gayret etmenin değerini bize anlatırken düşün ey insanoğlu, geçmişin tecrübelerini güne taşı, günü değerli kıl ve geleceği güzelleştir diyor. Ateşte yanarak doğrulmak, at gübresinde yatmaya yüreği yeten için bu mümkün, aslını arayan için kavuşmak mukadderdir.

Bu cümleden ferahfezanın imkânı duyan kulak, işleyen parmaklar ve kamıştan neyin ahenkle nefesi bir mana çerçevesinde ferahfezaya yani mümküne ulaştırması, sülüs hattın imkânı gören bir gözün kamış hat kalemini bir anlamla eller vasıtasıyla suretine kavuşturmasıyla söz konusu olur.

Aynıları ahenkli, farklıları uzlaşır kılan medeniyet, umran ortamında suretini bularak insanı muhteva ve mana dünyasına ulaştırır. İbn Haldun tabiriyle düşünce ve el umranı var ederken insanı da imar eder. 

Nihai bir sual, can paremiz evlatlarımızın bilkuvvelerini tespitle bilfiile ulaştırma yolunda mıyız?

Vesselam…