SEÇMECE ACILAR SEÇMECE SEVİNÇLER
“Bir insan acı duyarsa canlıdır. Başkasının acısını duyarsa insandır" der, Tolstoy. Öz acısını duymak istemsiz ve insanın karşı koyamadığı bir sonuçtur, çoğunlukla. Başkasının acısını duymak ise bundan çok farklıdır ve insanın dilemesi ile mümkündür.
Başkasının acısını duyabilmek. Bir yüreğin ıstırabına paydaş
olabilmek, bir zorluğa omuz vermek. Yokluğu ve varlığı, acıyı ve sevinci, umudu
ve endişeyi paylaşabilmek, ön yargıların, ideolojilerin, tüm ayrıştırıcı
cümlelerin tahakkümünden sıyrılarak. Sadece
insan olmanın gereğince, başkasının acısını duyabilmek.
Belki sadece başkasının değil başka canlıların da acısını
duyabilmek. Yavrularını kaybetmiş bir köpeğin, kanadı kırılmış bir kuşun,
dalları koparılmış bir ağacın da acısını duyabilmek. Yani her canlıya onu
anlama çabasıyla bakabilmek, her canlının acısına ve sevincine ortak olabilmek.
Geçmişe ve geçmişteki insanın yaşamına hor bakan modern
insan, geldiği noktada acıları ve sevinçleri seçerek alan bir varlığa dönüşmüştür.
Tıpkı dijital operatörlerin seç-beğen-al
tarifeleri gibi hayatın içerisindeki acıları ve sevinçleri seçerek almaktadır.
Acıları ve sevinçleri seçme sürecinde
ilk başvurduğu referans ise çoğunlukla kendi ideolojisidir.
Belki sizlerde hatırlayacaksınız, geçtiğimiz ay Esenyurt'ta,
bir binanın bodrum katında çıkan yangın sonucu mülteci 4 çocuk hayatını
kaybetmiş ve sosyal medyada yorum yapan bazı kullanıcılar çocukların sadece “Suriye”
uyruklu olması nedeniyle bu acı olaya sevinmiştiler.
Yine tacize ve tecavüze uğrayan küçük çocukların yaşam
biçimleri ve ailelerinin dünya görüşleri kendi ideolojilerine uygun olmadığı
için çocuk tacizlerine ve tecavüzlerine sevinen insanların acımasız mesajları
hala medya ortamlarında mevcut. Ölen, tacize ve tecavüze uğrayan çocuklardan,
kadınlardan bahsediyorum. Ve bunlara dahi sevinecek kadar değersizleşmiş insanlardan.
Üzülerek
söylemek isterim ki, şahit olduğum onlarca olayda insanların faili ayıplarken
ve maktule üzülürken önce suçlunun veya mağdurun dünya görüşünü, ideolojisini,
memleketini, etnik kökenini, inancını sorguladığını gördüm. Evet ideolojilere
göre seçilen acılardan ve sevinçlerden bahsediyorum. Kendi siyasi görüşünden
olan katilleri kutsayan, karşıt görüşten olup katledilen insanlara karşı sevinç
kahkahaları atan “sözde insanlardan” bahsediyorum.
Odun
kesmek için ormana giderken ağaçları ürkütmemek için baltasının ağzını bez ile
saran Yunus Emre’yi yeterince anlamamış ve anlatamamış, çocukların yüreğine
büyük muallim ve mütefekkir Nurettin Topçu’nun bahsettiği “merhamet aşısını”
yapamamış bir mektep ne yazık ki insanın makineleşmesi ve merhametsizleşmesi
karşısında bir panzehir üretememiştir. Ve ahlakıyla gayri Müslimlerin bile
gıpta ettiği bir toplum, sahte ideolojilerle kırk parçaya bölünmüş, aklını,
vicdanını ve duygularını bu sahte ideolojilere tutsak etmiştir.
Şeyh Galip insana;
“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” (Kendine
dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın)
diye seslenir.
Allah, insana karşı büyük bir sevgi ve sonsuz bir merhamet duymaktadır.
Bu yüzden insan için bir kâinat ve sayısız nimetler yaratmıştır. Yüce
kitabımızda, “Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada
ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları
yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık” (İsra / 70) buyurur.
Bize
düşen insan olarak, diğer insanları ideoloji, etnik köken, inanç veya
sosyo-ekonomik durum gibi hiçbir nedenle ayrıştırmamak, insanın acısına ve
sevincine kayıtsız kalmamak ve birbirimizin farklılıklarına saygı duymaktır.
İnsanın ağrısını da acısını da insan alır düsturunca, birbirimizin yarasına
merhem olmak için çaba eyleyelim. Başkasının yangınına odun taşımak bizim ne
inancımıza ne de kültürümüze uygun değildir. Asıl erdemin insan olmakta değil,
insan kalmakta gizli olduğunu unutmayalım.
Vesselam…