Sedat Yurtseven yahut imanlı, nazik ve sağduyulu bir Ülkücünün ardından
Sedat Yurtseven’i tanıdığım kısacık zaman dilimi benim fikrim ve ruhumda değerli izler bıraktı. Eskişehir’de Anadolu Üniversitesinde çalıştığım fakültedeki odama ziyarete geldiğinde o ak saçlı bilgenin âl-i cenaplığı karşısında mahcup olmuş idim. Beni son derece nazik, ölçülü ve samimi bir hal ile kucaklamıştı. İlk defa görmeme rağmen sanki asırlardır tanıştığım bir ruhla dünyada nihayet karşılaşmış gibi idim. Her yönü ile bir öğretmen idi. O karlı günde işini gücünü bırakıp gelmesi sonrasında iki defa daha gördüğüm bu yüce adamın bende tesiri ve duygusu çok uzun zamanlara sari idi. Bir medeniyet imbiğinde süzülmüş ruh, ete kemiğe bürünmüş ve hayat olarak karşıma çıkmıştı. Bazı insanlar vardır hâliyle size maya çalar gider ya Sedat Ağabey işte benim için öyle olan müstesna birkaç adamdan biriydi. Düşünen, gayret eden ve yolda olan. Bir yazısında “Şikayet ediyoruz.. Günden, güneşten, zamandan, zeminden, halden, elden, dilden şikâyet. Sanki kuşatılmış gibiyiz. Yol, iz bulmakta zorluk çekiyoruz. Nefesimiz daralıyor. Susuzluğumuz sahralarca artıyor. Çok büyük kalabalıklarda yapayalnız kalmışız. Anlatamıyor, anlaşılamıyoruz. Fuzuli asırlar öncesi sanki bugünü tarif eylemiş;“Dert çok, derman yok, düşman kavi, tali zebun.” Evet, şekvanın sonu yok. Belki bunlar kısmen doğru ama galiba biraz işin kolay tarafı. Oysa esbaba tevessül etmek diye bir keyfiyet var. Esbaba tevessül etmiyoruz gibi geliyor bana. Susuzluğumuzu kandıracak pınarlar aramak zor geliyor. Hal ehlinin haliyle hallenmek, ehl-i dil ile yoldaş olmak kısaca kâmil manada tefekkür etmek zor geliyor. Aşk ile sevmek, Yaradan adına yaratılanı sevmek, aşk ile cümle eksikleri tamam görmek, Yunus Emre’ye uzak olduğumuz için zor geliyor.” dediği ne varsa ben bunları Sedat ağabey de fiilen görmüş idim. Sedat ağabey esbaba tevessül eder, çok okurdu. Kendi zamanına çok fazla, lüks şahsiyetlerden biri olarak düşünmüştüm hep Sedat ağabeyi. Kendisi inanmış, samimi son derece ölçülü ve nazik bir Türk milliyetçisi, ülkücü idi. Zaman zaman paylaştığım yazılarıma verdiği tepkilerle beni haddimden fazla teşvik etmesiyle yoluma ışık olmuştu. Cevahiri doğru terazi tartarsa hakikat zahir olur; işte Sedat ağabeyin yazılarıma yorumları hep bu yolda beni mutlu ediyor ve teşvik eyliyordu. Biliyordum ki rüşvet-i kelam etmezdi.
Eskişehir
Türk Ocağı eski başkanlarından idi. Bu yönüyle benim kendisine ayrı bir muhabbetim
de oluşmuştu. Zira o temsil ile Türk ocaklı olunması izlemek bu kaba, saba,
kurnaz ve katı zamanda sadra şifa bir haldi. “Türk’ün gönül coğrafyasını gönüllere nakş etmemişsek şikâyet hakkımız
yok. Aramak, araştırmak, taşımak, yaşamak ve yaşatmak gibi asla göz ardı
edilemeyecek sorumluluklarımız var.”, bilinciyle yaşamış bir gönül ve ülkü
adamıydı. Mesuliyetini ve mensubiyetini hazmetmiş ve bu yolda bir ömür
geçirmişti. “Aşk ile sevmek, Yaradan
adına yaratılanı sevmek, aşk ile cümle eksikleri tamam görmek, Yunus Emre’ye
uzak olduğumuz için zor geliyor. Ve elbette Hz. Mevlana’ya, Hünkâr Hacı
Bektaşi Veli’ye, Hoca Ahmed Yesevi’ye ve bu uluların çerağı ile aydınlanan o
muhteşem medeniyete, düşünce dünyasına uzak olduğumuz için zor geliyor. Oysa
o aydınlık yola çıkın göreceksiniz. Büyülü bir kehkeşan altına uzanın gökten
yıldızları birer birer indirmeye başlayın. Göreceksiniz, maveradan, ötelerden
üzerinize huzur yağmurları yağacak.”, tespitlerini burada aktarmak fazla
söze hacet bırakmaz. Aşk ile seven Türk medeniyetini özleyen ruhlardandı. Niyazım
şimdi göçtüğü ötelerde bu aydın ruhlarla buluşmuş olması ve huzur yağmurlarında
olmasıdır.
Nihayet o kavli ve haliyle bir
öğretmendi. Türkçesinin güzelliği ve fikirlerinin berraklığı ile mavi gök yağız
yer arasında bir mefkûre çerağıydı demek yanlış olmayacaktır. “İlk görev yerim
Samsun Akpınar İlköğretmen Okulu’dur. 1970 yılında "Nereyi
istiyorsunuz?" sorusuna karşılık "Bayrağın dalgalandığı yer, yoksa
dalgalandıracağım yer." cevabı, inanç ve azmiyle öğretmenliğe başladım. Milli bir ruh ve
heyecanla milletimizin hizmetinde bulunmak idealimizdi. Öyle yetişmiş, Öyle
görmüş ve öyle inanmıştık. Bireysel olarak çok mutlu olduğum hususlar olmakla
birlikte genelde hayâl kırıklıklarım devam ediyor.” İşte Sadet Yurtseven böyle bir öğretmen idi. Milli ruh ve heyecanına
ben dahi şahidim. Onun eğitim anlayışını “Onun
için genç kendinin farkında olmalıdır. Merhum Arif Nihat Asya hocamınız
ifadesiyle ‘’Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta’’ olduğuna ya da olacağına
inanmalıdır. Eğitim dünyaya gelmekle başlıyor, dil, anadil ana sütüyle birlikte
emziriliyor. Şefkat, sevgi ana kucağında başlıyor. İlk öğrenilenler ana-ata
ocağında öğreniliyor. Aileler bu hazinenin ne ifade ettiği bilinciyle
bilinçlenmelidirler. Genci teslim alacak olan öğretmen ve çevre neyin
emanetçisi olduğunun farkında olarak en iyiye, en doğruya nasıl ulaşır ve nasıl
ulaştırırım nasıl korurum gayretiyle geceyi gündüze katabilmeli, gözüne uyku
girmemelidir. Bu emanetin nöbeti kutsaldır ve asla ihmale gelmez.”
sözlerinden anlamak kabildir. O milli
olan ve insanlığa hayat verecek bir eğitimi düşünüyordu: “Milli, millete ait demekse elbette milli eğitiminde, öğretiminde temel
niteliği milli olmaktır. Milletin sosyolojik yapısına bulunduğu coğrafyadaki
jeopolitik durumuna ve tarihi seyrine uygun olmalıdır. Çağdaş ve modern olmaya
bu hususlar asla engel değildir. Bu bilinçle zaten bakanlığın adı da milli
eğitim bakanlığıdır. Bütün unsurlarıyla millilik vasfı taşıyan ancak çağı
yakalayan hatta önüne geçen bir gayretin adı olmalıdır Milli Eğitim Bakanlığı.
Milli eğitim bir devlet politikası olarak çok uzun yılları içine alacak şekilde
planlanmalı, her aklına esenin değişiklik yapmaya cesaret edemeyeceği bir yapı
olmalıdır.”
İşte kendi sözleri, benim kırık
kalemimin eksik cümleleri ve hafızamın yorgun gölgelerine akseden ve daha çok
şey denilecekken aslında lafbazlık etmemek edebiyle susmayı tercih ederek
yazdığımız Sedat Yurtsever böyle bir güzel insandı. Bir Türk milliyetçisi,
ülkücü, öğretmen, bir üslup ve ölçü insanı, kadir bilen şahsiyetli bir güzel
bilge idi. Hatırasına naçiz bir vefa olarak hazırlanan bu yazıda onu ve
sevdiklerini kendimizce yad ederek tarihin kenarına bir derkenar düşelim
istedik. Evvel giden ahbaba selam olsun erenler... Ruhu şad olsun.
Bayrağın dalgalandığı yer,
yoksa dalgalandıracağım yerlerden selam olsun ağabey.
Dert çok,
derman yok, düşman kavi, tali zebun olsa da umut baki…
Vesselam