Seferî Kelimeler

*Herkesin kendi hikâyesi çok kıymetli, ama daha kıymetli olanların yanında aciz olduklarını kabul etmekten başka çareleri yok. Ve çok az kimse anlayabilir; kiminkinin diğerinden daha önemsenir olması gerektiğini…

*Aslında hayat normal akışıyla ilerliyor, olağan gündelikleri abartıp durmak dengenin en büyük düşmanı.

***

Uzun zaman önceydi.

Kader başka cümleler kuruyordu; bense yukarıdaki cümlelerin şekillenmesi için zihin mesaisindeydim.

Kelimelerin söz dinlemez haykırışları arasında, şiire özenmiş ama ona da elini sürmek istemeyen hezeyanların kol gezdiği garip zamanlardı. Kâğıda “saf saf” dizilmemişken daha davet aldılar. Ürkmüş olmalılar ki hemen icabet edemediler. Yan yana gelip bir anlama kavuşmak için kuvvet bulmaları lazımdı.

Sonra… Birbirinin üstüne devrilmiş cümlelerin arasında, “Burası bir harabe değil. İkisini kenara çeksek yol açılır. Şu kenardakiler orada kalabalık edip durmasın, onları ikinci rafa kaldırmak lazım” gibi dedikodular yapmamız gerekti. Bu çekiştirmeler yalnızca başlangıca mahsus değildi elbet. Kelimelerin zihinle kavgası hiç biter miydi?

Bu devrimden çok devrilişi andıran dönüşümlerde mütemadiyen sükûneti seçiyordu kalem. Kısaca çam devirmek istemiyordu. Onun kelimeleri de dert ettiği yoktu. Dik kafalı her türlü girişime tavırlıydı, ama heveslere karşı acımasız değildi.

Kelimeler mühimdi. Daha mühim olanı nasıl ve ne için dizildikleriydi.

Bu yüzden kavgasız ve birbirine hiddetlenmemeye özen gösteren, iyi geçinen cümlelerinden tanınırdı iyi yazarlar. 

Şaheserler ise az bilinenlerle akla ve dile en çabuk gelenlerdi. Terk edilmiş ya da inşası yeni tamamlanmış bir güzergâh üzerinden hiç gidilmemişe doğru sık sık sefere çıkardı.

Saded'e dair duruşları tutarlı ve keskindi.

Çünkü vebalden ve ömür yükünden haberdardılar.  

Ama bir o kadar da endişeliydiler. İyi olmaya azmedenin endişesi hiç bitmezdi.

Çünkü hız çağı, hatalara dair hassasiyetini artırmış gibi görünerek beyhudeye dair atıkları toplayıp duruyordu hurda yığını karın boşluğunda. Alınan tüm tedbirlere rağmen büyüdükçe büyüyordu boşluk ve hakikat gölgeye siniyordu.

Kadim cümlelerdeki “sıralanmışlar”ın yerlerini değiştirmekle aşama kaydedenler, resmi bozduktan sonra kuşun kanadını yerleştirmeyi unuttukları için yeterince kabahatliydi. Ama yüzsüzlükle hiçbir meselenin çaresi olamayan kelime deryasında boğulmaya çağırıyorlardı herkesi. İnsan o deryaya düşmekten ve su sandığı bataklık tarafından yutulmaktan korkuyordu. Yine de bazılarından biraz fazlacası korkmuyordu. Korkması gerektiğini bilmiyordu. 

Sağlam cümlelerin insanı o bataklığa itecek akıldaki düşmandan haberleri vardı.

Aklı bozguna uğradıkça kalbe koşanlardan, içinde arayışa meyledenlerden korkulmazdı. Bu kadar yiğitçe kendine koşanların hatası da sevabı da kendini ele verirdi. Onlar da bu ifşadan korkmazdı. Bunun neticesinde ya şah ya da kült bir eser koyardı ortaya.

Yokluk sancılarından ve bohem çığlıklardan azade edilmiş bir kalemden öyle az bir şey bekleyemezdiniz.

Hayatın acı soslarının tazyikine karşı miğferinden vazgeçmeyen vakur tutkudan haberdar olmak isterdiniz.

Bu yoğun mahareti yeni imal edilmiş kâğıtlar üzerinden seyretme hissini tatmak isterdiniz.

Aşinalığımızı azaltmayan “yeni”ye dair hüner mahsulü girizgâhlar okumak isterdiniz.  

Üstelik bu “yeni”yi ilk defa başkasının sesinden anlatan seferî kelimeler duymak isterdiniz.

Oysa okuyacağını bile bile başka birinin sesinden kelimeleri sefere çıkarmak ne kadar zordur, bilirdiniz.

İstiyor ve biliyorsanız, yeni ve eski şah ve kült eserler size o kadar da uzak değildi.

Bulması zor değildi. Bulmak ve okumak için herkes kendine bir güzergâh belirleyecekti.

Kelimeleri seferî olanları bulmak, duruşları tutarlı ve keskin kalem erbaplarıyla tanışmak, okumak, yaşamak ve inanmak hiç bitmezdi…

Zaten bu yazıdaki kelimeler de seferî olmaya azmetmişti.