09 May 2016

Şehir ve Umran 2: Öteki İçin

Yahya Kemal Beyatlı, "Şu Ahmet Yesevî kim? Bir araştırın, göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız" der. Dünya peşinde koşmak olarak formüle edilen insanın benine dair hal yalan söylemek ve mal talan etmek gibi sıfatlarla açığa çıkar. Zulüm bazen fetva olur, bazen haksız davalar veya davalarda haksızlık şeklinde tezahür eder, kimi zaman yalan, kimi zaman mal peşinde olmak şeklinde olur; her ne olursa ötekine zararlı şahsında menfaatine dayalı olur. Modernizm öncesi dönemde de var olan lakin modernizmle normalleştirilen bu insani durumlar insanlık davasına halel getiren durumları temsil eder. Yesevî hikmetleri bu açıdan okunduğunda insanın doğasına uygun bir kendilik bilinci edinmesi, kendisini ötekine fayda ve iyiliğe dairleştirmesiyle mümkün olur. Bizde hümanizm değil gönül vardır gönül!

Dünya ehli halkımızda cömertlik yok,

Padişahları vezirlerde adalet yok,

Dervişlerin duasının kabulü yok,

Türlü bela halk üstüne yağdı dostlar. (Hikmetler, 97)

Buradaki cömertlik, adalet ve dua hep ötekine dönük faaliyetler olup bunların olmaması diğerinin ihmalini ortaya koyar. Halk üstüne türlü belalar yağması da bu ego ve benlik duygusunun âlemi kaplaması durumudur. Bu beyitte dışa dönük, ötekine dair hayrın ve faydanın söz konusu olmaması bugünkü hayatlarımızda sosyal bir yara olarak çare aranırken gelenek bunun ikazını asırlar öncesinde hikmetlerde yapmış bulunuyor. Halk ve devlet varlık sebebini diğerinin iyiliğine hasretmemiş ise vicdanı temsil eden dervişlerin de duası makbuliyetten uzak kalmış ise burada toplumsal bir kaos yaşanıyor demektir. Hikmetlerde Yesevî işte bu toplumsa bene gömülmeye karşı durumu tespit ve ikazını yapmaktadır. Modernizmin bugün hayatlarımızda açtığı bu büyük yaranın mefhum-ı muhalifi gelenekte gömdüğümüz yerde esrarlı bir hazine olarak yatmaktadır. Acaba Yesevî'nin türbesini ziyaret eden kaç kişi bu hikmetin aydınlığını müdrik olarak oradan ayrılmaktadır. Umumi iyiliğe doğru cömert, adil ve makbul bir gönül umranına ulaşmak gelecek adına değerli olacaktır. Bu bakımdan modern zamanda Nurettin Topçu'nun İsyanlı ahlakı Yesevî'nin insanı benliğinde yok eden iç etkiler ve onu uysal bir tepkisize çeviren dış etkilere karşı uyarısının bir temadisi gibidir.

Bu cümleden, “Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp, imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerine bir ihtiyaç olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar felah bulanlardır.” (Haşr 9)çağrısı kurucu bir metnin esasa dair sözleridir. Bu sonsuzluk çağrısı bizden bir gönülde aks-i sada bulur.

Kurucu sözün ardından bu sözü Türkçe bize anlatan Ahmed Yesevî'nin ötekine dair olurken kendinden bilmemeyi de öğütleyen hikmetlerine kulak vermek zamanıdır:

Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla,

Mustafa gibi ili gezip yetim ara,

Dünyaya tapan soysuzlardan yüzünü çevir,

Yüz çevirerek derya olup taştım, ben işte.

Garip, fakir yetimleri her kim sorar,

Razı olur o kulundan Allah teâla.

Ey Gafil, sen sebep ol, Allah onları korur,

Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim ben işte. ( Yesevî, Hikmetler, s. 92-93)

Gönül umranında aklın gereği gariplerin, yetimlerin yani Allah kullarının imdadında olmaktır. Türk cihan hâkimiyetinin insanlık davasının özündeki bu yaklaşım Yesevî sözlerinde, serçeşmenin hikmetlerinde yerini alır. Dünyaya tapandan yüz çevirmek ve “sen sebep ol Allah korur” sözleri ise umranımızın diğer bir derinliğini anlatır. Sebeplerin peşinde ve gereğinde olmak ve fakat son tahlilde olup biteni kendinden bilmemek. Diğerine fayda ve iyilik peşinde bir birey, toplum ve devlet düşünmek demek kendisini hiç bilmek her şeyi Haktan bilmektir. Ey Gafil ibaresi burada modern insanın kendi içine gömülü egosuna karşı bir uyarı gibidir. İnsanlar için çalış, lakin olup biteni kendine mal etme sahibini unutma ikazı duyan kulaklar ve gören gözler için sonsuz bir hikmet pınarı olarak çağlamaya devam ediyor. Bu bakımdan ötekisi sadece zalimler ve taraftarı mazlumlar olunan bir dünya hayalimizi ilk gerçekleştiren Selçuklu ve Osmanlı çizgisinin esasları bu düşün ve duyguyla atılmıştı.

Medeniyetimizden yeni bir umran imar edip âlemi mamur bir şehir inşa edecekse kendi beninin ötekisi sen üzerinde saadet kuran bireyi inşa etmek gerekiyor. Ömür imar etmek uğruna bir mamure hedeflenmiyorsa şehir manasını kaybeder. Ötekinin faydasını öngören iyiliğin düşünülmediği şehir insanın görülemediği bir kaosu temsil eder. Gönlü kırık, mazlum yoldaşı olunmayan ben benlik güdülen şehirler bizim umranımıza dâhil olamaz. İyiliği zevk bilen, ötekisine faydayı hizmet gören, menfaati nefis bilen bireyler müstakbel şehirlerin gönül umranının mimarları olacaktır.