27 Aralık 2017

Şehirden çıkış

Kentlerin ortaya çıkmasını uygarlık hamlesi saymak tarihçilerin ve sosyologların genellemesi olmuştur. Bu yaklaşımı benimseyen araştırmacılara göre tarıma dayalı kırsal üretim biçiminden endüstriyel kent yapısına geçiş ilerlemeci bir değişmeyi simgelemektedir. Tarih, felsefe, antropoloji, sosyoloji gibi bilgi disiplinleri uygarlığın ortaya çıkışını “İnsanın bir hayvan gibi beslenmekten, tarım yapan, hayvan yetiştiren topluluk haline geçiş” şeklinde yorumlamaktadır (Korkut Tuna, Toplum Açıklama Girişimi Olarak Şehir Torileri, İz Yayıncılık, 2011: 188).

Bilindiği üzere biz bilginin insanlık tarihinin başında Hz. Âdem'e verilmiş olmasına ilişkin beyandan dolayı (2 Bakara 31) tarih, felsefe, antropoloji, sosyoloji gibi disiplinlerin ‘ilkel toplum', ‘mağara dönemi' veya ‘doğal toplum' tasavvurlarını vahiyle bağdaşır görmüyoruz.

Kentin dışını kır kabul eden teoriye göre uygarlık örgütlenerek doğaya egemenlik tesis etmeyi ifade etmektedir. Bu paradigma için uygarlık öncesi durum kentsiz (vahşi, kırsal) bir toplumsallıktır:

“Yeryüzünün çeşitli yerlerinde görülen insan topluluklarının yiyecek toplayıcısı olarak ortaya çıktığı dönemlere arkeologların paleolitik dönem (eski taş çağı) adını verdiklerini biliyoruz. Küçük gruplar halinde yaşıyorlar, işler kadın ve erkekler arasında paylaşılıyordu. Bu durumda toplulukların kapalı, sosyal olarak gelişmeye az elverişli, dar klanlar, aileler halinde toplaştıkları görülmektedir. İnsan topluluklarının bir milyon yıl süren ve göçebe olarak taşıdıkları zaman süresi içinde barınma, giyinme ve beslenme açısından doğaya bağımlı oldukları anlaşılmaktadır (…)

İnsanın doğal çevresine egemen olması yaşayış tarzında büyük bir gelişmeye yol açmıştır. Bundan böyle bu durum onun bir yerde yerleşebilmesine yol açacaktır (…) Neolitik dönem olarak değerlendirilen bu büyük aşamada toplumların doğa ile olan mücadelelerinde daha örgütlü birlikler haline dönüştükleri görülmektedir. Ortaya çıkan toplumsal dönüşüm, çobanlık ve tarıma dayalı bir iktisadî hayatın sonuçları olarak görülmektedir” (Tuna, 2011: 188-189).

Yukarıdaki yaklaşıma göre ilk tarım ve hayvan yetiştirme merkezleri güney batı Asya'da, Filistin'den İran ve Afganistan'a uzanan coğrafyada ortaya çıktı. Toplumlar üzerinde yerleştikleri toprağın özelliklerine göre değişik metodlar geliştirdi. Ancak tarım, insanlığın beslenme imkânlarını denetim altına aldığı ve geliştirebildiği bir faaliyet olarak uzun süre aşılamayan zenginlik kaynağını oluşturdu.

“Tarımın başlangıcında insanların toprağa yerleşmeye başlaması ve toplum faaliyetlerini sürdürmesi, köy aşamasındaki bir örgütlenmeyle sorunlarına çözüm aradığını göstermektedir” (Tuna, 2011: 190). Kotkut Tuna için kent, önceki aşamadaki örgütlenmenin (köylerin) açmazları nedeniyle ortaya çıkmış yeni bir örgütlenme biçimidir.

Görüleceği üzere Korkut Tuna, insanlığın tarım ve hayvancılığa geçişiyle birlikte ortaya çıkan örgütlü üretim faaliyetlerini ‘köy' kavramıyla izah etmektedir. Neolitik dönemin toplum birimi olan köyde ekonomi, her hasatta yeterli yiyeceğin elde edilmesi ve bunun gelecek hasattaki ürün alınıncaya kadar tüketilmek üzere depo edilmesi şeklinde belirmektedir. Köy toplulukları yerleştikleri yörelerde barınma ihtiyaçlarını karşılamak için hazır buldukları malzemeden karşılamaktadır.

Bu evlerde tahıl öğütme taşı, ocak, ateşe dayanıklı kablar bulunmaktadır. Yün ve pamuk ipliği eğirme ve dokuma faaliyetleri yanında, dokunmuş veya hayvan derisinden yapılmış giyecekler; üretim, avlanma ve savaşlarda cilalı taştan yapılma balta, keser, topuz, hasat bıçakları ve oraklar kullanılmaktadır. Köyün beslenme konusundaki bu başarısı önemli bir nüfus artışına yol açmakla birlikte, artan nüfus bazı güçlükleri de beraberinde getirmektedir. Toprağın sürülmeden ve gübrelenmeden ekilmesi, giderek verim düşüklüğüne ve kıraçlaşmaya yol açmaktadır. Toprakların fakirleşmesi veya her yıl yenilenen su taşmalarının tarlaları sazlık – bataklık haline getirmiş olması, köy örgütlenmesinin beslenme problemini çözememesiyle sonuçlanmıştır.

Korkut Tuna, kentlerin ortaya çıkışını köy üretiminden farklı unsurlarla izah etmektedir:

a) Akarsuların yıllık taşmalarının kanal açılarak kontrol altına alınması,

b) Toplumların o zamana kadar bilinçsiz ve düzensiz olarak sürdürdükleri tarım faaliyetlerini denetim altına alarak zenginliğin üretilmesi,

c) Sadece kanal açmakla kalmayıp kanallara alınan suyun bir bütün olarak onu kullanacak kişilere paylaştırılması,

d) Dağınık köy topluluklarını birleştirerek ortak bir üretim faaliyetinin gerçekleştirilmesi,

e) Birleşen topraklarda düzenli ve devamlı bir üretim sağlanması, merkezî yönetim tesisiyle artı ürün elde edilmesi,

f) Ürün fazlasının askerî, mimarî, anıtsal, teknolojik işlerde kullanılması,

g) Köylerin dışında ve ondan ayrı kentsel merkezlerin kurulması,

h) Köy sunağının kentleşme sürecinde tapınağa (Ziggurat) dönüşmesi, i) Fazla ürünün elde edilmesini sağlayan köy topluluğundan farklılaşmış örgütleyici-yönetici kadroların ortaya çıkması (Tuna, 2011: 191-198). Böylece kentler artı ürün ve köy üstü merkezî bir yönetimle izah edilmektedir.

Gordon Marshall, ‘Kentlilik' kavramını şu şekilde ifade etmiştir: “Kentli yaşam tarzı uzmanlaşmış bir iş bölümünü, toplumsal ilişkilerde araççılığın gelişmesini, akrabalık ilişkilerinin zayıflamasını, gönüllü birliklerin çoğalmasını, normatif çoğulculuğu, sekülerleşmeyi, toplumsal çatışmaların artışını, kitle iletişim araçlarının gün geçtikçe daha önemli bir rol oynamasını kapsamaktadır” (Gorgon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999:400). Bu tanımı Hz. Peygamber ve ashabının inşa ettiği Medine ile bağdaştırmak çok zor görünmektedir.

Yukarıdan beri anlatılanların İslâm peygamberlerinin tarımı veya üretimi örgütleyerek ortaya koyduğu şehir yönetimini izah edemediği ortadadır. Şehir, yeryüzünün ilk toplumu olan Hz. Âdem ve evlatlarının örgütlü birliği idi. Köyler ve kentler, şehirden ayrılan toplulukların faaliyetlerinden doğmuştur.