25 Eylül 2017

Şehirle/de sosyal bilimi idrak etmek

Huzurun flanörü olarak şehirde dolaşırken insani esasın tahakkuk imkânının nasılını düşünürken uzviyetimizin tedricen olgunlaşıp kadimin esasını güncellemenin basamaklarını idrak önemlidir. Huzurda olmak hazır olmayı ve hal-i hazıra mana katmayı sağlayacaktır. İnsan bunu şehirde ve hep birlikte yapar. N. Topçu'nun söz ettiği uzviyet-ilim-felsefe-sanat-ahlak-din bağlamında sosyal bilimleri şehirde düşünmek yolumuz aydınlatabilir.

Uzviyetin bizi sevk ettiği pek çok eğilimden birisi barınma ihtiyacıdır. İnsanoğlu, İbn Haldun tabirince medeniyüt'tab' olduğundan dayanışmaya ve birlikte yaşadığı şehirler kurmaya eğilimlidir. Bu şehirlerde mahremiyet ve mahdudiyet sınırlarının çizildiği barınaklar yani evler inşa edilerek birey, aile ve daha geniş çerçevede hayat alanı oluşturulur. Ev dediğimiz bu maddi umran unsuru her medeniyetin kendi maddi ve manevi şartlarının gölgesinde şekillenir. İşte bu yapımız ve ihtiyacımız bizi bu yapıya dair bilgi alanına taşır.

Uzviyetin bize sağladığı imkânların madde halini bir surete dönüştürürken akli melekemizin de icabatından olarak düşünmeye başlarız ve bu bizi bilgiye taşır. Marifetin ve tecrübenin ışığında denemeler zaman içinde bizi uygulanabilir bir bilgi alanına taşır. Tam burada o bilgiye haiz olmaktan kaynaklanan bir bilen alanı, uzmanlık sahası ortaya çıkar. Bu bilginin aktarılması ile süreç ve hayatiyet söz konusu olur. İşte ev yapımı konusunda coğrafi imkânlar, iklim ve kültürel saikalar maddi olana suret vermeye başlar. Böylece biz standart şekli olan ev tipine ulaşırız. Safranbolu, Artvin, Antalya-Akseki ve pek çok yerde bizi benzer muhtevalı muhtelif surette ev tiplerine ulaştırır. Ev bilgimiz bu surette teşekkül eder. Bilginin bizi getirdiği noktada meseleyi bilmeyi bilmek noktasında düşünmeyi başladığımız yer bizi felsefeye ulaştırır.

İşte tam burada ev üzerine düşünmeye başlayan zihin felsefi bir kavrayışla mimari realitemize düşünsel rasyonalite üzerinden anlam katkısını sağlar. Barınak olarak kullanılan mekân anlam dünyamıza dair sembollerin mekânı olur. Evin girişi, kapıları, kapılarındaki tokmakların türünü bile düşünürken bir evde değil de adeta bir düşünce tünelinde buluveririz kendimizi. Bir Safranbolu evini gezdiren rehberin anlattıklarını dinlerken bir işlevin ötesine geçen bir anlam dünyasının tecessüm etmiş haliyle tefekkür halinde bulur insan kendini. Ankara Hamamönünde aylak gezerken birden kendinize yakın bir göğün altında hissedersiniz kendimizi, unutulan şarkılar duyulur o yerde, rüzgâr söylüyordur şimdi o yerlerde bizim eski şarkımızı, ruhumuz başka bir medeniyetin zaman boyutuna geçer aniden. İstanbul kalabilenleri ile mesela Üsküdar'da karşımıza bu yüzüyle çıkıverir bir sokak köşesinde, bir çeşmeyle içiniz serinler, bir eski camide ruhunuz dinlenir, haziredeki mezarlar eski günleri huzurunu fısıldar, gök asudeleşir, mekân bizleşir, zaman tanıdıklaşır ve akabinde bir korna ile dönersiniz modernitenin hay huyuna, dipsiz kuyudaki çırpınmaya avdet eder aklımız. Hülasa mekân, barınak olmanın bilgisinden ulaştığı o felsefi yerde bize düşünce oluverir. İşte düşüncemizin bu yerinde estetik güzellikle/sanatla incelir düşüncemiz. İşte bilim ve felsefe bunlar şehrin akl-ı seliminin yeridir.

Sanat başlar işte tam bu yerde. Ev olarak barındığımız yer bize incelikleriyle başka bir alan açar. Çoktandır unuttuğumuz betonarme ruhlarımızın çoktandır özlediği sanat gösteren şehirlerin estetik duyarlığı olan evleri. Ev artık bir sanat eseri olur. Düşünce başka bir boyutla birleşir tam bu yerde. Papatya bahçesi gibi beyaz evlerin medeniyetiydi şehirlerimiz. Şimdi tutarsız bir ahenksizlik heyulası olan şehirlerde biz varlığımızın manasını anlayamaz olduk. Yeşil bu şehrin estetiğinin vazgeçilmez parçasıydı. Doğal güzelliği içinde tezahür eden sanat falanca ekolün, filanca tarzın değil kendi iç ahenginin aksiydi orada. Şehrin zevk-i selimi de tam buradan görünür. Ahlakı kaybedince insanîliğini yitirdi şehirler.  

İşte ahlak başlar bu şehrin teşekkülünde. Evler herkesin kaptığı yere çakılan birer rant ürünü değildir. Doluşmak için değil, yaşamak için kurulmuştur şehirler. Evler birine bakarken ahlak ile kurgulanır. Mimari bir ahlaki ilkenin teşekkül ve tecessüm ettiği bir bütünlük gösterir. Apartmanlara kapatılmış, birinden koparılmış yığınların dünyasına uzak bir ahlak vardır o şehrin ahlakında. Bu şehrin bir kurucu döngü ilkesi vardır. Nereden gelip nereye gideceğimizin gerçekliğinden kopmayan şehirler ve evler vardı orada. Çalmak, rant, gökleri delmek gibi dikey arzular yoktur o ahlakta. Yeşili tahrip etmek ve yer açmak bu şehrin ahlakına yabancıdır. Bir değer dünyasının gerçekleri o şehrin evlerinde kendi yerini sessizce alıvermiştir. Ahlak var alana ahlak diğer taslamaz o şehir!, sükûnetle yaşar. Bu şehir göğü delmez, yeri deşmez kendi ahlakî gerçeğinin aslını yansıtır. N. Topçu ahlakı, hayvani hayattan insani hayata geçiş ve insan hareketlerinin metafiziği olarak belirler. Bunun pek çok yeri, yolu olabilir. Müslüman için bunun karşılığı İslam'ın teklifine talip olmaktır. İşte burada ahlak zemininde dine varırız.

Nihayet ahlaka muhtevasını veren, onun tümel sorularını somutlaştıran inanca, dine varırız o yerde. Evin mahremiyet duygusu, adapları, tuvaletlerin kurgusuna kadar pek çok husus bu bağlamda şekillenir. Ayakların nereye uzatılmayacağı bile öyledir. İdeolojinin değil bir uzviyetin medenileşmesi içerisinde kurduğu umran vardır orada. Bu şehirde falan dinin şekilleri vardır diye şekillerle avunmaz o şehir, kendi sade ve görkemli manayla usulca var olur. Hülasa o şehir eklektik yamamaların değil, medeni bir varlık alanının, kendi iç intizamının, tutarlı muhtevasının bir manzumesidir. Nihayet ahlak ve din şehrin kalb-i selimine muhteva vererek onu yaşatırlar.

Sosyal bilimler ve bilimcilerimiz açısından bakış açımızı istinat edebileceğimiz bir çerçeveyi görmek arzu edilen bilim-felsefe, ahlak-din ve sanat selim aklın, kalbin ve zevkin karineleri olarak pek çok sahadaki okumalar için arz edilenler bir şablon olabilir. Bu şablonu etkin kılacak olan bilgi/bilim, maarif ve bu cümleden çok sağlam bir sosyal bilimler zeminidir. Bir medeniyetin en önemli sıfatının nazariyeleri kadar bunun zamana, mekâna yansımaları olduğu unutulmamalıdır. Yeri belirleyen teklifin neliği kadar bunun tahakkukundaki başarıdır. Sosyal Bilimlerin de anlayıp açıklamak istediği de bu yapının neliği, nasıllığıdır.

Bugün beşeri bilimler sahasındaki maduniyetimiz/sessizliğimiz teknolojik mucitliklerimizin yükseliği! tahtında kaldığından zinhar bu alandan şikayet etmek veya böyle bir şeye temas etmek mümkün değildir! Fen bilimleri sahasındaki muasır medeniyeti silkeleyen hallerimiz söz konusu iken, hele Tıp, Mühendislik, Hukuk gibi tatbiki bilimler alanındaki inanılmaz başarılarımız göz önüne alındığında! canım sizde sosyal ve beşeri bilim de ne, laf kalabalığı laga luga gibi yüksek düşüncelerle karşılaşmak haliyle hiç abes olmayacaktır. Bu büyük ve süper halimize karşın ülkedeki tüm can yakan meselelerin sosyal bilimler ve özellikle temel bilim konularına dayanması tamamen tesadüf olsa gerektir. Sosyal Bilimlerin bu kadar yok sayılıp, gelişmesi için kaynak ayırmanın boşa harcama görüldüğü ve buna tezat olarak da popüler olup önemsendiği bir durum başka ülkede var mıdır bilinmez?

Sosyal Bilimlerimiz araçsız/yöntemsiz bir durumda,  mukallit ve mükerrir tarz ile ya muasır dünyanın en verimli ürünlerini tercüme veya geçmişte üretilmiş malumatın tekrarı tarzında yapıldığı için, nazariye odaklı bilgi üretimi yapacak zihinlerin yetişmesi ve bu süreçte ortaya çıkmış ekoller bağlamından üretilmiş bilginin çoğaltıldığı bir tarz söz konusu olmadığından yüksek bilgiye yaklaşamıyoruz. Bu kara delikte araştırmasız/tatbiksiz bir eğitim süreci, taklit ve tekrara dayalı bir tahkiye söz konusu olduğundan mesele çözebilen tefekkür/mütefekkir söz konusu olamıyor. Amaçsızlık içindeki bu ortamda nihayet köken ve bağlam sorunu yaşayan bir pratik bir ülkeye kendini, çağını ve geleceğini gösteremez. 

Uzviyetimiz “ev”imizde yaşarken, fikriyatımız ile hayat bulur. Yeşilsiz şehirler bizim dünyamıza nasıl yabancı ise, tefekkürsüz bir hayatta aynen öyle bir çölleşmeyi gösterir. Yalnızlaşma, yabancılaşma ve yok olma bunun müteakip safhaları olacaktır. Yamama bir hayatın tutarlı bir manzarası olmayacağı ortadadır. Hülasa olayları okumayı bilen, okuduklarını belirli olgular bütünü haline getirebilen ve bunlardan anlamlı sonuçlar çıkaran bir düşünce pratiğine muhtacız. Geçmişin gösterilen şehrinden esasa dair alınacak ilhamla gelecekte kendi mizaçlı şehirlerimizi kurmamız selim aklı, kalbi ve zevki var edecek bilime sahip olmaya vabestedir. Bunu makul kılacak, imkânı mümkün kılacak olan bilim-felsefe, ahlak-din, sanat boyutunda güçlü bir sosyal/beşeri bilim nazari ve pratik zeminidir. Afaki tümel kabullerin tahkik imkânı tekil sahada temel bilimlerin/sosyal bilimlerin mevcudiyeti ile olacaktır.

Tasavvurlarımızın tahakkuk yolunu bulamadıkça havanda su döğmeye devam edeceğiz. Cihana ve nizama dair mefkûremiz nasıru'l-ibad, âmiru'l-bilad, dâfiu'z-zulumat ve'l-fesat ise arayacağız. Bunlar bizim medeniyet tarihinin umumi kavramlarına kendi teklifimizce verdiğimiz, maksadımızca yaşadığımız cevaplar olması nedeniyle tekerrürü muhtemel tecrübeyi temsil eder. Tarih, varlığımızın “ev”idir. Ev, varlığımızın tarihidir. Uzviyetimiz, varlığının formunu selim “yer”den ve salim “yol”dan bulacaktır.

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?