13 Temmuz 2016

Şehit

Kurşunlar tepesinden vızır vızır geçiyordu.

Günlerdir o çatıdaki keskin nişancıyı indirmeye çalışıyorlardı.

Mahallenin tamamını temizlemişlerdi ancak çok dar bir sokak ve girilemeyen bir ev nedeniyle ilerleyemiyorlardı.

Sabırsızlanmıştı, bu bekleyiş canını sıkıyordu.

Komutanı bu mahalleyi geçerlerse ilçenin işgalden kurtulacağını söylemişti.

İki gün önce üç arkadaşıyla birlikte gözlerini karartıp yol almaya karar vermişlerdi ancak keskin nişancının olduğu yerde sivil halkın rehin alındığı haberi ellerini kollarının bağlamıştı.

Yaşlı bir karı koca ile küçük torunları teröristlerin elindeydi.

Küçük çocuğun anne ve babası dört gün önce gelip büyük bir üzüntü ile durumu komutana bildirmişti.

Emir kesindi, evet terörist ile mücadele edilecek ama sivillere asla zarar verilmeyecekti.

Mangadaki dört arkadaşı ile ne yapıp ne edip bu engeli aşmak için ant içmişlerdi.

Dört genç fidandılar.

İkisi nişanlı, ikisi ise henüz sevdikleriyle yeni tanışma evresindeyken askere gelmişlerdi.

Sevdikleri, anneleri, babaları, kardeşleri burunlarında tütüyordu.

Ama diğer yanda da canlarından daha çok değer verdikleri vatanları vardı.

Haftalardır mücadele ediyorlardı.

Görüyorlardı.

Rus, İranlı, Suriyeli, Sırp bilumum milletten adam kafasına poşu sarıp PKK ve DHKP-C'lilerle birlikte karşılarında savaşıyordu.

Onların gördüklerini, zulmü bizzat yaşayan bölge insanı da görüyordu.

Kürt adı altında yedi düvelden adam hendeklerin arkasına saklanmış, Mehmetçiğe silah sıkıyordu.

Biliyorlardı ki, bu hendekleri aşamazlarsa o memleketlerinde kendilerini bekleyen sevdikleri rahat edemeyeceklerdi.

Bu sefer olmazdı, bu sefer bu iş bitecekti.

Soğuk, çamur, yağmur dinlememişler tüm kış savaşmışlardı.

Bahar gelmiş, çiçekler açmıştı ama onların hayatlarındaki kurşun, bomba, şehit gündemi hiç değişmemişti.

Papatyaya, güle, karanfile değil keskin nişancıya bakıyorlardı.

Dört arkadaş artık yol almaları gerektiğine karar vermişlerdi.

İçeride oğlu rehin kalan baba onlara evlerle ilgili çok önemli bir bilgi vermişti.

Tok problem keskin nişancıların görüş alanındaki avludan küçük bir boşluğu görünmeden aşmak zorundaydılar.

Plan basitti, ikisi eve tırmanacak, diğer ikisi de telefon mesajı geldiğinde keskin nişancılara ateş ederek dikkatlerini dağıtacaklardı.

Kalplerinde korkunun zerresi yoktu, tek bir amaçları vardı o evi geçmek ve tıkanan askeri operasyonu yeniden ilerletmek.

"Bizi sevdiklerimizden ve silah arkadaşlarımızdan başka kimse hatırlamaz belki ama Allah biliyor" dedi yağız delikanlılardan birisi.

"Risk falan yok" dedi bir diğer kara kaşlı yiğit, "alırsak zafer alamazsak şehadet, her halükarda kazançlıyız."

Ses tonlarındaki inanmışlık ve kendine güven hepsini daha da cesaretlendirdi.

Evin avlusunun duvarının dibindeydiler. 

İki evin arka taraftan bitişik olduğunu öğrenmişlerdi.

Görünmeden avluyu aşarlarsa arkadan dolaşıp keskin nişancıları indirebilirlerdi.

Önce biri koştu sessizce avludan karşıya.

Hareket yoktu.

Sonra bu küçük zafer adımı ikincisinin ayaklarına daha bir kuvvet verdi, sessiz bir şimşek gibi ulaşıverdi evin giriş merdivenine.

Nefes kontrolü yaptılar iki dakika.

Botlarının parmak uçlarına basarak sessizce merdivenleri tırmanmaya başladılar.

Evin sofasına çıktılar.

Gerçekten de sofanın yan tarafından yarım metre boşluk üzerinden çatısında teröristlerin olduğu bitişik eve geçilebilecekti.

İki kardeşe aitti evler, bu şekilde yapılmışlardı.

Havada hala boğucu bir sessizlik vardı.

Hareket olmaması onların fark edilmedikleri anlamına geliyordu.

Sofanın boşluğunda yan evin çıkıntısına atlayıp pencereden evin içine baktılar usulca.

Kimse yoktu.

İçeri girmeye hazırlanıyorlardı ki, bir teröristin ayak sesleri ile hemen duvara yapıştılar.

İki evin arasında kimsenin görmediği bir boşluktaydılar.

Sessiz moddaki cep telefonunu çıkardı biri, arkadaşlarına mesaj attı.

Sakince beklemeye başladılar.

Sadece iki dakika geçti.

Havayı namlulardan çıkan kurşunların görüntüsü doldurdu.

Vızıltılar ve patlamalar çoğaldı.

Silah sesleri ile birlikte evin içinde bir koşuşturma başlamıştı.

Odalarda bulunan teröristler hızlı biçimde merdivenlerden yukarı çıkıyorlardı.

Silah sesleri gittikçe artarken ayak sesleri kesildi.

Tüm teröristlerin çatıya çıktıklarından emin olduklarında beş dakika geçmişti.

Derin nefes aldılar, besmele çektiler ve yavaşça pencereden odaya girdiler.

Oda salona açılıyordu. Salona bakan üç oda daha vardı. Rehineler muhtemelen bu odalardaydı ama onlar ile sonra ilgileneceklerdi.

Salonun içinden bir merdiven yukarıya gidiyordu.

Silah sesleri o kadar yüksek gürültü çıkarıyordu ki, zaten ayak seslerini duymuyorlardı bile.

Yine de usul usul yukarı tırmanmaya başladılar.

Merdiven hafif bir kavis yapıp doğrudan çatıya çıkıyordu.

Tırmandılar...

Çatının kapısı açıktı.

Duvara siper alarak yavaşça çatıyı süzdüler.

Altı kişi saydılar.

İkisi tam ortada duvarı delerek tüfeklerini yerleştirmiş keskin nişancılardı.

Bu şekilde vurulmaları imkânsızdı.

Dört terörist ise daha çok çevreyi kolaçan ediyorlardı.

En güvendikleri yeri, yaşadıkları evi savunmasız bırakıp tüm dikkatlerini dışarıya vermişlerdi.

İki kahraman göz göze geldiler.

Önce ikişer ikişer gözcüleri düşüreceklerdi, sonra keskin nişancıları.

Bakışarak anlaştılar.

Silahlarını kontrol ettiler...

Dudakları kımıldıyordu, önce besmele sonra kelimeyi şehadet getirdiler.

Biri parmakları ile saydı.

Üç...

İki...

Bir...

Ve çatıya bir adım atıp tetiğe dokundular.

Teröristler bu ani baskın karşısında neye uğradıklarını şaşırdılar.

Saniyeler içinde yere yığılırken iki tanesi dönüp rastgele ateş etti.

Kahramanlar saniye tereddüt etmeden bu kez yerdeki keskin nişancıları hedef aldılar.

Sadece yarım dakika içinde tüm teröristler sessizliğe gömüldü.

Kara yağız delikanlı arkadaşına baktı gülümseyerek...

Başarmanın mutluluğu ve zaferin onuruyla...

Arkadaşı da aynı bakışlarla kendisine karşılık verdi.

Ama gözbebeklerinde bir dalgalanma gördü sanki.

Oysa ikisi de ayaktaydılar ve gayet sağlıklı görünüyorlardı.

Başarıyı paylaşmak için arkadaşlarını aramaya hazırlanıyordu ki, yanı başındaki kader arkadaşının iki dizlerinin üstüne çöktüğünü fark etti.

Gözbebeklerinde dalgalanma gitmiş, yerine acının resmi gelmişti.

Arkadaşının eli karnındaydı ve kırmızı sıvıya bulanmıştı.

Karın bölgesindeki iki nokta gittikçe büyüyen kırmızılığa bürünmüştü.

Son anda rastgele açılan ateş sırasında iki serseri kurşun gelip onu yakalamıştı.

Tüm teröristleri etkisiz hale getirinceye kadar gıkını çıkarmamış, zaferin tadını almaya başlayacağı sırada vücudundan dışarı hücum eden kanın sıcaklığını hissetmişti.

Kara yağız olanı yere düşmekte olan arkadaşını çevik bir hareketle kucakladı.

Başını tuttu, karnına baktı...

Çok kötü görünüyordu.

Bir yandan arkadaşına "benimle kal" diye seslenirken hemen cep telefonuna sarıldı.

Haber bekleyen diğer arkadaşlarına operasyonun başarı olduğunu ama kardeşinin yaralandığını söyledi.

Tıbbi destek ve ambulans istedi.

Telefonu kapatıp arkadaşına cesaret vermeye çalıştı.

Yaralı asker ise acıdan çok mutluluk yaşar gibiydi.

"Dedim sana, ben her halükarda kazançtayım. Hem operasyonu yaptık hem de inşaAllah şehid olacağım."

Diğeri gözlerine hücum eden yaşlara hakim olmaya çalıştı.

"Hayır, sen daha evine döneceksin. Seni bekleyen annenin babanın elini öpeceksin. Nişanlınla yuva kurup Mehmetler yetiştireceksin" dedi yüksek sesle.

"Selam söyle onlara" dedi kısık bir ses, "Anneme, babama söyle üzülmesinler. Nişanlıma söyle başını dik tutsun. Onlar için bu vatana canımı vereceğim, şehit olacağım"

Sonra daha da kısılan ses tonu ile dudaklarından fısıltı gibi imanını perçinleyen cümle döküldü, "EŞHEDÜ EN LA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RESULALLAH"

Dudaklarındaki gülümseme ile yavaşça başı yana düştü.

Gözleri göklere çevrilmiş, kavuşmanın hasreti ve mutluluğu ile içten içe gülüyordu hala.

Kucağında arkadaşının şehadetine şahitlik eden askerden gözyaşı damlaları süzülmeye başladı.

Hayır üzülmüyordu, şehadet şerbeti içmiş bir şehidin son anına tanıklık etmenin muhteşemliğini yaşamıştı.

Vatanı için canını veren, sevdikleri rahat yaşasın diye kanını akıtan bir kahramanın vakarını görmüştü.

Bir daha belki hiç göremeyeceği, yaşamayacağı tarifi imkânsız bir andı.

Ölüm ve zafer, şehadet ve onur yan yana, iç içe geçmişti asırlara kadar sığacak kısa bir zaman içinde...

Arkadaşının rüzgârda dalgalanan saçlarını okşarken merdivenden hızla yukarı gelen ayak seslerini duydu.

Başını kaldırıp baktı, arkadaşları en önde sıhhiye erleri arkada gelmişlerdi.

Ama onlara başını dikçe kaldırıp, gözlerindeki yaşları silip tok bir tonla seslendi.

"Şehidimize Fatiha okuyalım arkadaşlar..."

-----------------------------------------

 

İki gün sonra, şehit arkadaşlarını uğurlayıp acılarını içlerine gömerek tekrar operasyona döndüler.

Operasyonun akşamı kantinde otururlarken televizyondan bir ses duydular;

"Bizim için PKK'lı da, DHKP-C'li de farketmez, biz hepsini hastanede ziyaret ettik."