11 Eylül 2015

Şehre Yürümek

 “Doğu'da Batı'daki gibi kent yok” diyen Weber'di. Namık Kemal de “medeni kentlerin örneği Londra, Paris'tir” diye düşünüyordu. Batılı kentlere özendik.

1960 sonrası siyasetçiler “Su ve yol ana davamızdır”; “Herkese iki anahtar” ya da “Köyleri kent yapacağız” vaatlerini bilinçle sloganlaştırıyorlardı. Halk konut ve otomobil istiyordu. Hâlâ istiyor.

Kentlere göçme, kentte yaşama ısrarımız kapitalizmin zamanımızı ve değerlerimizi satın almasını sağlayan bir değiş-tokuşa rıza gösterdiğimizi gösteriyor.

Kent talebimiz büyüdükçe konut-otomobil ve temel ihtiyaç fiyatları yükseliyor. Aslında bu fakirlik demektir. Medeniyet ilerledikçe zenginlik de halka paylaştırılacaktı. Aydınlar ve siyasetçiler böyle söylüyordu. Eğitim şarttı ve çalışmak lâzımdı. Okullara gittik ve çalışmaya başladık. Birşeyler ters gidiyordu.

Zenginliğin tanımı çok para-mülk sahipliği değildir. İnsan zamanı kendi iradesince sarf ettiğinde zengin demektir.

İslam'a ait bir nazarla bakıldığında insan “ibn'ul vakt” ve “vukuf-i zamanî” ise Gani olan Allah'la birlikte olur. Zenginliğe erişir.

Parası çok olup zamanı olmayan kişi sefildir. Yoksulun tekidir. İnsanın hüsranına sebep olan zaman-asr meselesi için sure indirilmiştir.

Kent durumu, hız politikası, konut-otomobil-refah arayışı insanın zamanını yitirmesine yol açmış görünüyor. Akrabaları ile görüşemeyecek derecede zamanını yitirmiş bir topluma kentle vasıl olduk. Kimse “durmaktan” bahsetmemekteydi. Ama eskiler hariç:

“Vasıl olmaz kimse Hakka / Cümleden durulmadan”  (Niyazi Mısrî).

Nereye koşuyoruz?

Metrokapitalizme-göğüdelen karun debdebesine-kıyameti çağırmaya.

Topyekün durmaya mecburuz.

Durmak vakfolmaktır. Ayakta duran-kıyam duran, vakfolmuştur. Şehir vakıfla Hakka vasıl olmaktadır.

Biz yazılarımızda şehri, kentten farklı tarif ettik: Şehir fıkıhla hareket eden bir toplumdur; eline-beline-diline sahip bir toplumun adalet yurdunu inşasıdır. Şehirler mensuplarını besleyecek genişlikte kırsal çevreye ve meslekî faaliyete ihtiyaç duyarken; diğer yandan şehrin sakinlerine güvenlik, adalet, kültür, sarf malları sunmuştur. Niçin “tüketim malları” demedim? Çünkü şehir insanı ihtiyacı olan gıda-ihtiyaç mallarını tüketmez, sarf eder. Tasarruf mal-eşya-gıdaların israf edilmeden sarfedilmesine ilişkin hikmet eylemidir.

Müslümanlar şimdiye dek şehri böyle anlamak istemedi. Şehirlerin tarım ve hayvancılıkla uğraşmayan ticari merkezler olduğu fikri baskın geldi. “Şişli'de bir apartıman” isteyenler “otomobil uçar gider” demeyi de biliyorlardı.

Yani; Lüküs Hayat!

Batı sosyolojisi Doğu şehrini, Batı şehrine benzemeyen, geometrik planı olmayan, kargacık-burgacık ve çıkmaz sokaklarla örülmüş bir dokuya sahip, yerleşiklerinin politik bilinçsizliği ile İslâm'ın kamusal hayatını perdeleyen kuralların egemenliğinde bir yerleşme alanı şeklinde açıkladı.

Özer Ergenç, “Osmanlı Şehir Tarihi Araştırmalarının Kuramsal Çerçevesi” başlıklı makalesinde Batı sosyolojisinin “İslâm Şehri”ni kategorize etmesini bir genelleme saymaktadır. Özer Ergenç'e göre Batı “Osmanlı Şehri”ni Doğu'ya “müstemleke yöneticisi gözlüğü” ile baktığı için uzun dönem boyunca göremedi.

Batı aydınını bu mevzuda mazur sayabiliriz. Ya kendi aydınımızı?

Özer Ergenç'in makalesi, Anadolu'da 11. Yüzyılda merkezî otoritenin zaafa uğradığı bir ortamda ortaya çıkan fütüvve örgütlenmesinin hırfet düzeni kurduğuna işaret ediyor. Bu konu önemli.

Osmanlı'yı kuran irade hırfet düzeninin içinde beliriyor. Hırfet düzeni yani “herif”lerin kurduğu meslek loncaları sistemi. Herif, zanaatkâr-sanat ehli demek. Bir tür askerî-zanaatkâr zümre güvenliği, can-mal-seyahat emniyetini sağlıyor.

Fütüvvetin ahi hareketi olarak şehir inşası dikkat çekici. Müslümanlar Anadolu'ya Horasan'dan göçerken sadece göçmediler şehir-nizam kurdular. Bu onların şehir felsefesine sahip olmalarının sonucudur.

Anadolu'da hırfet düzenini tesis eden esnaf-zanaatkârın bugün gündeme gelmemesinin nedeni Müslüman aydınların Batı kentine hayranlıklarıdır. Türkiye'de küçük esnaf ve zanaatkârların niçin Anadolu coğrafyasına yayılması gerektiğini anlıyor muyuz? Dipten gelen fıkıh toplumun maişetini, emniyetini sağlasın diye. Küresel metrokapitalizm ilerde kendi plantasyonlarını kuracağı bölgelerde esnaf-zanaatkâr bırakmıyor.

Kenti terkedip şehre yürümek gerekiyor.