17 Şubat 2022

​Şehrin aynasındaki kendiliğimiz

Bir toplum, müşterek hayatında var olacak işlerin dağıtımı ve bu yolda fertlerdeki kabiliyet/yeteneklerin oluşup geliştirilmesi, bu konuda süreklilik ve koruma amacıyla düzen kurar ve yönetici olarak bir iradeyi üzerinden bu sebeple rızasıyla kabullenir. Bu iyilerin/doğruların var olması, sürekliliği ve korunması o toplumun kendini var etme tarzı olarak devlet ve şehrine akseder. Hülasa özümüz neyse âlemdeki aksimiz de öyledir. Bu bakış açısından cahil ve gafil olmayı tüm bunların nihai gayesi olan mutluluk/saadet/kut/töre hakkında bilgisi ve fikri olmama hali olarak gören medeniyet filozofumuz Farabî onlar bu mutluluğa yönlendirilse bile anlamayacaklarını düşünür. Aslında oryantalist bir imgenin egzotik, erotik ve ekonomik gördüğü ötekine bakışında da bu anlayamama halini izlemek mümkündür. İşte toplum halinde tespit edilen bu meselenin temelinde fert bulunur. Bu bakımdan bir toplum için kendisinden görünen her şey aslında onu oluşturan bireylerin psikolojisi ile eşanlamlı bir yapı gösterir. Bu hal aynıyla onların şehrinin manası olarak da tezahür eder. Bütün bu yapı içinde teşekkül eden devletin hali de dolayısıyla o mananın halince olur.  Hülasa o medeniyetin hali de böylece oluşur. Kendiliğimizle doğru orantılı olarak bir medeniyete yani toplum-devlet-şehir yapısıyla şekillenen o yapıya ulaşırız. Muhteva ise o kendiliğe mana olanlarla alakalıdır. Farabî ile toplumun halini değerlendirdikten sonra şimdi de şehrin haline ve nasıllığının yozlaşma durumları üzerinden iyi, doğru ve güzelin nasıllığı düşünülerek bu yapı ve içindekiler ölçülebilir hale gelebilecektir.  Tam burada artık medeniyete bizim zamirini artık kullanabiliriz.

Bu manada nasılsanız öyle yönetilirsiniz anlayışı bir manada nasılsanız öyle yaşarsınız ve şehriniz de öyle olur diye düşünülemez mi? İnsan nefsinin ve egosunun kendisine anafor kıldığı zaman ve mekânda oluşturduğu tüm girdaplar Farabî’nin cahil şehir tanımlaması içerisinde okunabilir. Bu mana onu zaman üstü bir yere taşır. İnsanların hayatlarındaki erdem dışında kalan halleri farklı adlarla tarif edilirken aslında bizi anlatır. Bizim şehrimizde yani nefsimizdeki cahillikler hayata bir yapı olarak yansır. Mesela Farabî’nin zaruret şehri olarak adlandırdığı zorunlulukların bir araya getirmesiyle oluşan bir topluluk. Burada yalnızca yemek, içmek, giyinmek, barınmak gibi temel meseleler sebebiyle oluşan bir birliktelik söz konusudur. Burada aslında insanın en temel gereksinimi ve psikolojisi yatmaktadır. Sosyolojik bir düzenin de temel karinelerinden birisi budur. Kendini sürdürme güdüsü ve zarureti. İşte insan bu temel meselelerini çözdükten sonra kendince daha rahat arar. Genişlemek ferah ister. Zenginleşmek dürtüsü onu başka bir vadiye götürür. İnsanın erdem için kurduğu varoluş töresi zenginlik ile başka bir yere Farabî kavramıyla cahil bir zemine kayar. İşte tam burada insanın bu halince başka bir şehir ortaya çıkar. Bahsedilen şehrin ahalisinin ve idarecisinin öncelikli gayesi ve arzusu zenginliktir. Şehirde görülen yardımlaşma kavramı zaruret şehrinde temel ihtiyaçlar için iken burada zenginlik ve servet nedeniyle gerçekleşir. Para… para… para… Tüm kapıları açar ve her şeyi çözer hatta medeniyet kurar sanılan para… Halk bu şehirde zenginlik saplantısından, hırsından ve cimrilik gibi sebeplere birikimler oluşturma uğrunda yardımlaşır. Burada paranın düzen olduğu bir düzlem ortaya çıkar. İnsanın kendisindeki dürtü şehri olmuştur bir kere daha. Bu temel ihtiyaçlar ve zenginlik sonrası insan yetinmeyerek Farabî’nin tabiri ile bayağı bir cahilliğe düşer. Şehri bu manada bayağılık şehri olur. Buranın ahalisi yemek, içmek ve cismi hazlarına ehemmiyet veren, eğlence ve oyuna düşülen bir şehirdir. Alın size insan olmamızın başka bir yanı ve şehrimiz. Gözümüz doyar mı gönül doymadan? Halimizden anlayan bulunur mu halden anlamadıkça? Ve sonra devam eder insanın serencamı… İşte burada insanın başka bir yönü çıkar karşımıza. Şeref düşkünü şehir kavramlaşır. Farabî, sözde ve eylemde şeref kazanmak için dayanışan bir şehir ve topluluktan bahseder. Burada insanın başka bir putu ile karşılaşırız. Aslında aynada kendimize kendiliğimize bakıyoruzdur. Durun hele hemen eleştiri oklarını doğrultmayın, kibrinizi sivriltmeyin; biziz bu: bizim hikâyemizi bize anlatır. Bu şehirde halkın gayesi; saygı, ihtiram gören, övülen, anılan, başka milletler tarafından bilinen, söz ve davranış yoluyla yüceltilen kişi haline gelmektir. Hırsımızın bu şehrine hoş geldiniz, hoş geldim. Şehirleri değil de sanki cahil sıfatıyla nitelediği kara deliklerimize ayna tutar. İşte toplumu var eden dayanışma ve yardımlaşma kavramları böyle yozlaşan bir amaca hizmet eder. Farabî tam burada, belki de, insanı insanla sınayan en ağır yere zorbalığa gelir. Zorba şehirlerden bahseder. Bu şehir ahalisinin gayesi hâkimiyet altında kalmadan hâkimiyet kurup egemen olmaktır. Cüneyt Arkın filmlerindeki şehrin o zorba ve despot tipleri geliverir aklımıza. Sen enayisin erdemci biz açıkgözüz, diyen bir zekâ düzeyi konuşur. Hülasa Farabî’nin bize gösterdiği yahut yüzümüze tuttuğu ayna nazari bir sayıklama değil ameli hayatın içinden insanın psikolojik ve sosyolojik yapısı ve sapmalarına dair ciddi gözlemlere dayalı bir değerlendirme mahiyetindedir. Kendiliğimizi ve şehrimizi bu gözle incelediğimizde kendimiz ve şehrimizin bu şehir tariflerinde bahsedilenlerden azade ve temiz olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Diyenlere selam olsun! Ruhlarımızın silüetine yozlaşma düştü mü bir kere yansıması da mütenasibince olur. Bu haller şehirle bütünleşen ve toplumun yansıması olan yönetim için de muvazi bir şekilde düşünülebilir. Hülasa burada verilen şehir içerikleri ve tahlilleri aslında toplum-devlet-şehir birleşiminde gördüğümüz medeniyetlerin karakterine yahut karakterlerinde bulunması muhtemele iyi/kötü hallere dair önemli bir bakış açısı sunuyor. Psikoloji ve sosyolojinin birleştiği bu yerden tarihe baktığımızda medeniyetin kendi bağlamında bir yapısını sezmeye başlıyoruz.

İnsanın bu halleri ve şehrin bu vaziyeti Farabî düşüncesinde üç temel kategori kurar: Fasık, Değiştirilmiş ve Sapkın. Bunlardan Fasık şehir ahalisi/toplumu, aynı erdemli şehrin ahalisi benzeri erdemleri, Tanrı’yı ve Faal Akıl’ı bilerek buna inanan fakat fiilleri/amelleri cahil şehir toplumunun fiilleri gibi olan halktır. Yani inanılan ile yaşanan arasında büyük bir kopuş yaşanmıştır. Kostümler erdemli eylemlerse ise cahildir. Fasık kelimesi belirli sınırı aşmayı ifade etmesiyle bütünlük oluşturan bir kavram dünyasının adeta bir yapı söküme uğraması ile fertlerin fasıklaşması sonucu toplumun ve dolayısıyla şehrin de bu sıfatı alması nihayet bunun yönetime de aksetmesi ile medeniyet bir fasid daire içinde yozlaşır. Bunun bir adım ötesinde değiştirilmiş şehir yer alırBu şehirde de evvelden erdemli şehir toplumun fikir ve fiilleriyle aynı iken zamanla değiştirilmiş ve başka hallere dönüşmüş şehirdir.  İnsan da böyle değil midir? Önce kendi gerçeklik küresinde başkalaşır zamanla bu başlaşma değişimi söz konusu olur. Amel-fikir ayrışması burada artık daha amorf bir durumu söz konusu kılar. İnsan eleştirdiğine yahut yanlış dediğine dönüşür de ne olduğunu da anlamaz belki. Nihayet son olarak sapkın şehir gelir; Tanrı, faal akıl ve mutluluğa dair münasip olmayan bozuk görüşlere inanan bir toplumdan müteşekkildir. Ahali, bu şehrin ilk idarecisinin vahiy alan bir şahıs olduğuna inanır ve idareci de bunu sağlamak maksadıyla aldatıcı, sahte şeyler kullanır. İnsan gibi şehirde gerçeklik karşısında yozlaştıkça kendiliğinden uzağa düşer. Farabî’nin anlattıkları bir belediyecilik bilgisi olmanın ötesinde toplum-devlet-şehir üçlemesinde Ok-Yay Medeniyet teorisinde değerlendirdiğimiz medeniyete dair hallerimizi gösteren tespitlerdir. Toplumun ve şehrin bu haliyle geçmiş ve şimdiye bakmak mevcudun muhasebesi açısından faydalı olacağı gibi gelecek tasavvurunda ilkeler ortaya koymak noktasında da önemlidir. Mekândaki varoluşumuz olan şehirler kendi yatay ve dikey varoluşları yanında muhteva olarak derinlikleriyle bir de üçüncü boyut taşırlar. Bu boyutun muhteva içeriğine insanın değişmeyen halleri yanında zamanın getirdiği yeni durumlarla birlikte bakarsak günden yarına yolda faydalı olabilecektir.

Sizin şehrinize bakınca içeriden ne görünüyor? Sahi siz, biz, ben yahut sen içinde buradaki tespitlere dair vicdani bir bakışla ne görüyoruz? Cahil olmak sadece diploma ile ortadan kalkan bir hal olsaydı onca okumuşlar buradaki nice manadan hissedar olur muydu? Şehrin aynasından görünen, kimseye bakıp sorumlu aramayın, bizzat bizde olandır!

Nasılsak her şey de öyle…  

Vesselam.