Şehrin aynasındaki kendiliğimiz
Bir toplum, müşterek hayatında var olacak işlerin dağıtımı ve bu yolda fertlerdeki kabiliyet/yeteneklerin oluşup geliştirilmesi, bu konuda süreklilik ve koruma amacıyla düzen kurar ve yönetici olarak bir iradeyi üzerinden bu sebeple rızasıyla kabullenir. Bu iyilerin/doğruların var olması, sürekliliği ve korunması o toplumun kendini var etme tarzı olarak devlet ve şehrine akseder. Hülasa özümüz neyse âlemdeki aksimiz de öyledir. Bu bakış açısından cahil ve gafil olmayı tüm bunların nihai gayesi olan mutluluk/saadet/kut/töre hakkında bilgisi ve fikri olmama hali olarak gören medeniyet filozofumuz Farabî onlar bu mutluluğa yönlendirilse bile anlamayacaklarını düşünür. Aslında oryantalist bir imgenin egzotik, erotik ve ekonomik gördüğü ötekine bakışında da bu anlayamama halini izlemek mümkündür. İşte toplum halinde tespit edilen bu meselenin temelinde fert bulunur. Bu bakımdan bir toplum için kendisinden görünen her şey aslında onu oluşturan bireylerin psikolojisi ile eşanlamlı bir yapı gösterir. Bu hal aynıyla onların şehrinin manası olarak da tezahür eder. Bütün bu yapı içinde teşekkül eden devletin hali de dolayısıyla o mananın halince olur. Hülasa o medeniyetin hali de böylece oluşur. Kendiliğimizle doğru orantılı olarak bir medeniyete yani toplum-devlet-şehir yapısıyla şekillenen o yapıya ulaşırız. Muhteva ise o kendiliğe mana olanlarla alakalıdır. Farabî ile toplumun halini değerlendirdikten sonra şimdi de şehrin haline ve nasıllığının yozlaşma durumları üzerinden iyi, doğru ve güzelin nasıllığı düşünülerek bu yapı ve içindekiler ölçülebilir hale gelebilecektir. Tam burada artık medeniyete bizim zamirini artık kullanabiliriz.
Bu manada nasılsanız
öyle yönetilirsiniz anlayışı bir manada nasılsanız öyle yaşarsınız ve
şehriniz de öyle olur diye düşünülemez mi? İnsan nefsinin ve egosunun kendisine
anafor kıldığı zaman ve mekânda oluşturduğu tüm girdaplar Farabî’nin cahil şehir tanımlaması içerisinde
okunabilir. Bu mana onu zaman üstü bir yere taşır. İnsanların hayatlarındaki
erdem dışında kalan halleri farklı adlarla tarif edilirken aslında bizi
anlatır. Bizim şehrimizde yani nefsimizdeki cahillikler hayata bir yapı olarak
yansır. Mesela Farabî’nin zaruret şehri
olarak adlandırdığı zorunlulukların bir araya getirmesiyle oluşan bir topluluk.
Burada yalnızca yemek, içmek, giyinmek, barınmak gibi temel meseleler sebebiyle
oluşan bir birliktelik söz konusudur. Burada aslında insanın en temel gereksinimi
ve psikolojisi yatmaktadır. Sosyolojik bir düzenin de temel karinelerinden
birisi budur. Kendini sürdürme güdüsü ve zarureti. İşte insan bu temel
meselelerini çözdükten sonra kendince daha rahat arar. Genişlemek ferah ister. Zenginleşmek
dürtüsü onu başka bir vadiye götürür. İnsanın erdem için kurduğu varoluş töresi
zenginlik ile başka bir yere Farabî
kavramıyla cahil bir zemine kayar. İşte tam burada insanın bu halince başka bir
şehir ortaya çıkar. Bahsedilen şehrin ahalisinin ve idarecisinin öncelikli
gayesi ve arzusu zenginliktir. Şehirde görülen yardımlaşma kavramı zaruret
şehrinde temel ihtiyaçlar için iken burada zenginlik ve servet nedeniyle
gerçekleşir. Para… para… para… Tüm kapıları açar ve her şeyi çözer hatta
medeniyet kurar sanılan para… Halk bu şehirde zenginlik saplantısından,
hırsından ve cimrilik gibi sebeplere birikimler oluşturma uğrunda yardımlaşır. Burada
paranın düzen olduğu bir düzlem ortaya çıkar. İnsanın kendisindeki dürtü şehri
olmuştur bir kere daha. Bu temel ihtiyaçlar ve zenginlik sonrası insan
yetinmeyerek Farabî’nin tabiri ile bayağı
bir cahilliğe düşer. Şehri bu manada bayağılık
şehri olur. Buranın ahalisi yemek, içmek ve cismi hazlarına ehemmiyet veren,
eğlence ve oyuna düşülen bir şehirdir. Alın size insan olmamızın başka bir yanı
ve şehrimiz. Gözümüz doyar mı gönül doymadan? Halimizden anlayan bulunur mu
halden anlamadıkça? Ve sonra devam eder insanın serencamı… İşte burada insanın
başka bir yönü çıkar karşımıza. Şeref
düşkünü şehir kavramlaşır. Farabî, sözde ve eylemde şeref kazanmak için dayanışan
bir şehir ve topluluktan bahseder. Burada insanın başka bir putu ile
karşılaşırız. Aslında aynada kendimize kendiliğimize bakıyoruzdur. Durun hele
hemen eleştiri oklarını doğrultmayın, kibrinizi sivriltmeyin; biziz bu: bizim
hikâyemizi bize anlatır. Bu şehirde halkın gayesi; saygı, ihtiram gören,
övülen, anılan, başka milletler tarafından bilinen, söz ve davranış yoluyla
yüceltilen kişi haline gelmektir. Hırsımızın bu şehrine hoş geldiniz, hoş geldim.
Şehirleri değil de sanki cahil sıfatıyla nitelediği kara deliklerimize ayna
tutar. İşte toplumu var eden dayanışma ve yardımlaşma kavramları böyle yozlaşan
bir amaca hizmet eder. Farabî tam burada, belki de, insanı insanla sınayan en
ağır yere zorbalığa gelir. Zorba şehirlerden bahseder. Bu şehir ahalisinin
gayesi hâkimiyet altında kalmadan hâkimiyet kurup egemen olmaktır. Cüneyt Arkın
filmlerindeki şehrin o zorba ve despot tipleri geliverir aklımıza. Sen enayisin
erdemci biz açıkgözüz, diyen bir zekâ düzeyi konuşur. Hülasa Farabî’nin bize
gösterdiği yahut yüzümüze tuttuğu ayna nazari bir sayıklama değil ameli hayatın
içinden insanın psikolojik ve sosyolojik yapısı ve sapmalarına dair ciddi
gözlemlere dayalı bir değerlendirme mahiyetindedir. Kendiliğimizi ve şehrimizi
bu gözle incelediğimizde kendimiz ve şehrimizin bu şehir tariflerinde
bahsedilenlerden azade ve temiz olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Diyenlere selam
olsun! Ruhlarımızın silüetine yozlaşma düştü mü bir kere yansıması da
mütenasibince olur. Bu haller şehirle bütünleşen ve toplumun yansıması olan
yönetim için de muvazi bir şekilde düşünülebilir. Hülasa burada verilen şehir
içerikleri ve tahlilleri aslında toplum-devlet-şehir birleşiminde gördüğümüz medeniyetlerin
karakterine yahut karakterlerinde bulunması muhtemele iyi/kötü hallere dair
önemli bir bakış açısı sunuyor. Psikoloji ve sosyolojinin birleştiği bu yerden
tarihe baktığımızda medeniyetin kendi bağlamında bir yapısını sezmeye
başlıyoruz.
İnsanın bu halleri ve şehrin bu vaziyeti Farabî düşüncesinde
üç temel kategori kurar: Fasık, Değiştirilmiş ve Sapkın. Bunlardan Fasık şehir ahalisi/toplumu, aynı
erdemli şehrin ahalisi benzeri erdemleri, Tanrı’yı ve Faal Akıl’ı bilerek buna inanan
fakat fiilleri/amelleri cahil şehir toplumunun fiilleri gibi olan halktır. Yani
inanılan ile yaşanan arasında büyük bir kopuş yaşanmıştır. Kostümler erdemli
eylemlerse ise cahildir. Fasık kelimesi belirli sınırı aşmayı ifade etmesiyle
bütünlük oluşturan bir kavram dünyasının adeta bir yapı söküme uğraması ile fertlerin
fasıklaşması sonucu toplumun ve dolayısıyla şehrin de bu sıfatı alması nihayet
bunun yönetime de aksetmesi ile medeniyet bir fasid daire içinde yozlaşır.
Bunun bir adım ötesinde değiştirilmiş şehir
yer alır. Bu şehirde de evvelden erdemli şehir toplumun
fikir ve fiilleriyle aynı iken zamanla değiştirilmiş ve başka hallere dönüşmüş şehirdir.
İnsan da böyle değil midir? Önce kendi
gerçeklik küresinde başkalaşır zamanla bu başlaşma değişimi söz konusu olur.
Amel-fikir ayrışması burada artık daha amorf bir durumu söz konusu kılar. İnsan
eleştirdiğine yahut yanlış dediğine dönüşür de ne olduğunu da anlamaz belki. Nihayet
son olarak sapkın şehir gelir; Tanrı,
faal akıl ve mutluluğa dair münasip olmayan bozuk görüşlere inanan bir
toplumdan müteşekkildir. Ahali, bu şehrin ilk idarecisinin vahiy alan bir şahıs
olduğuna inanır ve idareci de bunu sağlamak maksadıyla aldatıcı, sahte şeyler
kullanır. İnsan gibi şehirde gerçeklik karşısında yozlaştıkça kendiliğinden
uzağa düşer. Farabî’nin anlattıkları bir belediyecilik bilgisi olmanın ötesinde
toplum-devlet-şehir üçlemesinde Ok-Yay Medeniyet teorisinde değerlendirdiğimiz
medeniyete dair hallerimizi gösteren tespitlerdir. Toplumun ve şehrin bu
haliyle geçmiş ve şimdiye bakmak mevcudun muhasebesi açısından faydalı olacağı
gibi gelecek tasavvurunda ilkeler ortaya koymak noktasında da önemlidir. Mekândaki
varoluşumuz olan şehirler kendi yatay ve dikey varoluşları yanında muhteva
olarak derinlikleriyle bir de üçüncü boyut taşırlar. Bu boyutun muhteva
içeriğine insanın değişmeyen halleri yanında zamanın getirdiği yeni durumlarla
birlikte bakarsak günden yarına yolda faydalı olabilecektir.
Sizin şehrinize bakınca içeriden ne görünüyor? Sahi siz,
biz, ben yahut sen içinde buradaki tespitlere dair vicdani bir bakışla ne
görüyoruz? Cahil olmak sadece diploma ile ortadan kalkan bir hal olsaydı onca
okumuşlar buradaki nice manadan hissedar olur muydu? Şehrin aynasından görünen,
kimseye bakıp sorumlu aramayın, bizzat bizde olandır!
Nasılsak her şey de öyle…
Vesselam.