SELANİK'TE BİNLERCE MUHIBBİ OLAN BİR MESİH VARDI (2)
Değerli okuyucu, bir önceki yazımızda, Sabatay Sevi’nin genç yaşta haham unvanını aldığından; kendisini Mesih ilan ettiğinden, ama bunun İzmir’deki Hahamlar tarafından kabul edilmeyip onların devlete şikâyetleri üzerine mesih Sabatay’ın önce sürgüne gönderildiğinden; daha sonra Çanakkale’deki Kilitbahir Kalesi’ne hapsedildiğinden söz etmiştik.
Bu yazımızda da, hakkındaki şikâyetlerin artması üzerine ikinci
defa yargılanışını ve sonrasını kaleme aldık. Onun bu ilginç hayat hikâyesini
buyurunuz okuyalım lütfen.
Mesih
Edirne’de Yargılanıyor
Gerek Yahudi, gerekse Hıristiyan cemaatlar tarafından şikâyetler o
denli çoğalmıştı ki, Osmanlı bunlara kayıtsız kalmadı ve Sabatay, Edirne’ye
getirildi. 17 Eylül 1666 tarihinde padişahın gözetiminde padişahın hocası Vanî
Mehmed Efendi ve Şeyhülislâm Minkārîzâde Yahyâ Efendilerin bulunduğu bir heyet
tarafından sorgulandı.
Sabatay, doğru dürüst Türkçe bilmediği için kendisine
Yahudilik’ten ihtida eden Hayatizâde Mustafa Fevzi Efendi tercümanlık ediyor,
padişah da duruşmayı kafesin ardından takip ediyordu.
Divan Başkanı: “Sabatay Efendi, Sabatay Efendi, karıştırmadığın
halt kalmadı, yandırmadık fitne, fesat bırakmadın! Mademki, mehdi olduğunu
söylersin, o zaman haydi göster bakalım mucizeni!” dedi.
Mesih için mucize göstermek gayet basit bir işti, ama göstermesi
teklif edilen mucize de müthiş bir mucizeydi. Zira Sabatay’ın müritleri, ona
kılıç, ok, top, tüfek gibi hiçbir silahın zarar vermediğini iddia ediyorlardı.
Öyle ise Sabatay da soyunmalı, vücudunu en maharetli okçulara
nişangâh yapmalıydı. Şayet bu oklar onun vücuduna değmez veya zarar vermez ise
padişah da onun mesih olduğuna dair düzenlenecek olan evraka resmi mührü
basmalıydı. “Haydi bakalım, hodri meydan!” denildi Sabatay’a.
Bu teklif karşısında Sabatay, afalladı, tir tir titremeye başladı.
Kendisinin, Mesihlik iddiasında bulunmadığını, bu konuda bazı Yahudilerin
kendisine iftira attıklarını söyledi.
Yapıp ettiklerinden bin pişman görünen Sabatay’a, tercümanı olan
Hayatizâde, bir formül sundu, zira suçluyu imha etmek kolaydı, ama onu ıslah
etmek ve topluma kazandırmak önemliydi. Kendisine, Hekimbaşı Hayatizâde
Müslüman olmasını ve hakkındaki şikâyetlere yol açan davranışların son
bulmasını teklif etti. O da bu teklifi kabul etti. Boy abdesti alıp, şehadet
getirdi. Adı da artık bundan böyle Aziz Mehmet oldu. Maişetini (geçimini) temin
etmesi için de 150 akçe maaş bağlanarak, kendisine sarayda kapıcıbaşılık görevi
verildi.
Dışarıda
Bekleyen Binler
Dışarıda sabırsızlıkla yargılamanın sonucunu bekleyen binlerce
taraftar vardı. Merak içindeydiler. Aman Yârabbi, bir de ne görsünler,
karşılarına hilatlı, Müslüman elbiseli bir Sabatay Sevi, yani Aziz Mehmet
çıkıverdi! Kalabalığın bir kısmı şaşkına döndü, onu sahtekârlıkla itham edip
yuh çekerek meydanı terk etti. Bir kısmı da, “Mesih yanlış yapmaz! Onun her
davranışında bir hikmet vardır!” deyip Müslüman oldu. Bu olaydan sonra iki yüz
ailelik bir topluluk da Müslüman oldu. Bunların başında Sabatay’ın Polonyalı
karısı Sara ve Sara'nın erkek kardeşi de vardı. Sara, Fatma; kayınbiraderi de
Yakup adını aldı.
Sabatay
İslâm’ı Öğreniyor
Mademki Müslüman olmuştu, mademki Aziz Mehmet adını almıştı, o
zaman bu dinin detaylarını da öğrenmek için sarayda İslâmî bir eğitim görmesi
gerekirdi ve öyle de oldu. Bu öğretim sırasında hem şeriat, hem de tarikat
bilgisi aldı. Bu arada Bektaşî tekkelerini sıkça ziyaret etti. Ama Aziz
Mehmet’in düşüncelerinde zamanla bazı gelişmeler oldu. Kabala ve sûfîliğin
karışımı olan yeni bir ilahiyat anlayışı oluşturup kendi mesîhliğinin yeni bir
aşamaya geldiğine inanmaya başladı.
Aman
Yârabbi! Bu Da Ne?
Bir yandan da, Sabatay’ın ve müritlerinin tam Müslüman olmadığı,
ama Müslüman gibi göründüğü söylentileri yayılmaya başladı. Ve 1673 yılında
Kuruçeşme’de bir evde yaptığı âyin sırasında Aziz Mehmet Efendi’nin bir elinde
Kur’an, bir elinde Tevrat olduğu halde görülmesi, kendisinin ve taraftarları
hakkındaki söylentilerin doğru olduğu kanaatini pekiştirdiği için Mehmed Efendi
bir defa daha Sadrazam Köprülü tarafından,“Aklını başına topla! Müslümanım
dedikten sonra yine çıfıtlığa başlarsan belânı bulursun!” diye uyarıldıysa da
nafile. Mesih, gizliden gizliye faaliyetlerine devam etti. Sadrazam Köprülü bu
uyarısında yerden göğe kadar haklıydı. Zira herkesin dininde ve inancında
serbest yaşadığı, etnik ve dinî ayrışmanın olmadığı, adım başı kilise ve
havraların bulunduğu topraklarda çift kimlikli, çift dinli olarak dolaşmanın
amacı neydi?
Köprülü
Değil de Merhum Akif Olsaydı
O gün Mesih’in karşısında, Merhum Mehmet Akif olsaydı, ona şöyle
derdi herhalde: “Be hey Sabatay! Senki az buçuk tarih okumuş bir adamsın!
Milletinizin yaşadığı Babil sürgününden, İspanya zulmünden hiç mi ders almadın?
Sizi Ehli-Kitap olarak kabul edip kucak açan Osmanlı topraklarında hür bir
şekilde yaşarken kripto bir vatandaş olmaya ne gerek vardı?” Hak peygamber Hz.
Musa (a.s.)’nın yolundan giderken Rabbim sana, bir vesileyle Son Peygamber
(s.a.s)’in yolunu bahşetti. Nankörlük edip o yoldan niçin inhiraf eyledin?
Bu sorudan sonra da,
“Kırağası” şiirindeki şu mısralarla seslenirdi ona:
“Uzatma, sen buluyorsun belânı Allah’tan.
Bu: Elde bir; yalınız pek seçilmiyor ne zaman…
Bugün mü desem? Yarın mı desem?
Uzak mı desem? Yakın mı desem?
Yazın mı desem? Güzün mü desem?
Güzün mü desem? Yazın mı desem?”
Evet, sonunda Mesih Sabatay, bugünkü Karadağ sınırları içinde
bulunan ve hiçbir Yahudi vatandaşın yaşamadığı Ülgün’e sürgün edildi ve bu
dönemde Müslümanlara karşı kini daha da ziyadeleşti.
Selanikte
Oluşan Bir Cemaat
Sürgün hayatı devam ederken Mesih, "Karanlık” bir dönemin
başladığını, ama bu dönemi mutlaka aydınlık bir dönemin takip edeceğini, o
günlerin gelmesi için ise karanlığın kaçınılmaz olduğunu telkin ediyordu. Ve
böylece aydınlık günler için bir kısım taraftarları Selanik’te toplanmaya
başladı. Onlara da Mesih’in kayınpederi ve eski bir Haham olan Filozofos
liderlik yapıyordu. Sabatay, dördüncü eşi Sara 1671 yılında ölünce bu
Filozofos’un kızı Ayşe ile evlenmiş, bu evlilik Filozofos ailesini doğal lider
yapmıştı. İlginçtir ki, üç yıl sürgünde yaşayan Mehmed Efendi, hayatının
sonlarına doğru eski dinine daha fazla ilgi göstermeye başladı.
Mesih
De Her Fani Gibiydi
O, bir Mesih idi. Ama bazı tarihçiler, davranışlarından dolayı onu
“manik- depresif” bir kişiliğe sahip olmakla vasıflandırırlar. Mesih Sabatay,
1676 yılında bu yalan dünyadan her fani gibi göçüp gitti... Taraftarları, onun
ölmediğine, deniz kıyısında bir mağaraya girerek gözden kaybolduğuna, görevini
tamamlamak için geri geleceğine inanırlar. Bu inanç gereğince de, belli
zamanlarda deniz ve ırmak kenarlarına gelerek "Sabatay Sevi, seni
bekliyoruz!" diye çağrıda bulunurlar. Bazıları da, “Mesih, bülbüllerin en
çok öttüğü yere gelecek!" kuralına uyarak, mezarlarını bile bülbüllerin
yoğun olduğu yerlere taşıdılar. İstanbul’un Üsküdar’ındaki “Bülbülderesi
Mezarlığı” adını bu inançtan almış olsa gerek.
Mezarının Arnavutluk’taki Berat kasabasında olduğu söylenirse de,
onun naaşı büyük ihtimalle 1900’lü yıllara kadar Aziz Mehmet Efendi’ye ait
olduğu bilinen Ülgün’deki bir türbededir. Diğer bir görüşe göre de, mezarı
doğum yeri olan İzmir’e nakledilmiştir.
Fani olan bu Mesih, bu dünyadan göçerken iz bırakıp gitti. 1924
yılında Yunanistan’la yaptığımız nüfus mübadelesiyle Türkiye’ye göç eden 500
bin Müslümanın arasında, onun, Selanik’ten gelen binlerce seveni de vardı.
Onlar, Selanikliler diye anılageldiler. İşte bu Mesih, tarihte iz bırakan bir
Mesih idi. Vesselâm.