27 Kasım 2017

Semih Kaplanoğlu ve Buğday

Semih Kaplanoğlu'nun  Buğday (Grain) filmi çoğu sinema eleştirmeni tarafından bir distopya olarak okunuyor. Bu kanıda değilim. Distopyalar  ‘anti – ütopya' anlamında kötülük sistemlerini ifşa ederler. Otoriter, totaliter devlet sistemlerini anlatırlar. Oysa Buğday, bir devlet düzeni vaad etmemekte.

Film, Profesör Erol'un ‘uyanış' ya da ‘ölmeden önce ölme' yolculuğuna eşlik etmemiz için bize kılavuzluk yapmaktadır. Buğday'ın anlatmak istediği ‘marifet' için manyetik kalkanlarla korunan kent-metropol sistemine eleştiri getirmesini distopya şeklinde kategorize edemeyiz.

Film Batı ırkçılığını deşifre ederek başlamaktadır. Kente kabul edilmek için bekleyen çocuklar bir testten geçirilmekte, kapasiteleri ölçülmektedir. Bu sahneyi görünce Almanya'nın 1960'larda Türk işçilerini seçerken uyguladığı metodları hatırladım. Garibimin dişindeki çürüğe dahi tahammül edilmiyordu.

Bu anlamda film Batı'ya ırkçı yüzünü görmesi için ayna tutar. Batı, tıpkı Kaplanoğlu'nun görsel anlatısında olduğu üzere şirketlerin yönettiği kentlere sahip bulunmakta ve kendi yerleşim alanları dışında kalan dünyayı Ölü Toprak bölgelerine dönüştürmektedir.

Filmdeki üst anlatı genetiği ile oynanmış sentetik buğdayların bütün canlıları yok etmesi üzerinde bina edilmiş görünmekte ise de alt metin insanın ‘M parçacığı'nı kaybetmişliğini anlatır.

Benim kanaatime göre Kaplanoğlu'nun M Parçacığı dediği şey Hakikat-i Muhammedî'den başkası değildir. Nitekim mutasavvıflar “levlake lemma halaktül eflak” (sen olmasaydın eflaki/alemi yaratmazdım) beyanına dayanmaktadır.

Profesör Erol Erin'in (Jean-Marc Barr), M Parçacığı'nın sırrını öğrenmek için yolculuğa çıkarken aradığı şey daha önce gerçekleştirdiği bilimsel çalışmalarında elde ettiği başarının aynısıdır. Önceki tohum  krizinde geliştirdiği bir çözümle insanlık gıda problemini aşmıştır. O buğday ile maddi dünya iktidarını istemektedir.

Önce Cemil Akman'ın evine gider. Evde karşılaştığı kızı (Tara) sorar: “Nefes mi, Buğday mı?” Cevap: “Buğday.” Söz konusu sahne filmin anahtarlarından biridir ve aynı zamanda yerli bir temadır.

Bahsi geçen hadise Yunus Emre'nin Hz. Hacı Bektaş ile arasında yaşanmıştır. Yunus da “buğday” istediği için Taptuk Emre'ye gönderilmiştir.

Kaplanoğlu, bir röportajında “Anadolu'da büyük bir irfan geleneği var. Sanat ve edebiyat anlamında başvurmamız gereken bir kaynak bu” ifadesiyle Anadolu irfanıyla bağ kurduğunu ifade etmektedir. Hü.

Ancak Semih Kaplanoğlu'nun röportajında açıkladığı gibi asıl kaynak Hz. Musa kıssasıdır.

Bir röportajında şöyle demişti: “2011'de bize Hac vesilesiyle gittiğim Mekke'de, merdivene oturup tavaf edenleri izlerken herkesin yeni bir insan olmak için buraya geldiğini düşündüm. Orada nefsimize ait olumsuz her şeyle hesaplaşıp geri dönmeyi amaçlıyoruz. Onlara bakarken Kur'an-ı Kerim'deki Kehf Suresi'nde geçen Hızır ile Hz. Musa kıssasını hatırladım. Bu kıssa insanın belli sınavlara katlanmadan kadim bilgiye ulaşamayacağını, belli mertebeye çıkamayacağını içeriyordu.” (Semih Kaplanoğlu, Teknolojinin bedelini hepimiz ödüyoruz, Röportaj: İlker Nuri Öztürk, Yeni Şafak Gazetesi, 20.08.2017).

Filmde Musa kıssasından görsel dile aktarılmış pek çok unsura yer verildiği gözlenmektedir. Örnekleyelim:

Andrei'nin yolculuğa dahil edilmesi ve balık: Kehf 60-65 ayetlerinde Hz. Musa ve feta (genç) kişi iki denizin buluştuğu yere doğru yola çıkar. Yanlarında balık vardır. Söz konusu yeri geçerler. Yanlarındaki balık da unuttukları yerde denize kaçar. Balığı koydukları yeri hatırlayıp geri döndüklerinde Hızır ile karşılaşırlar. Semih Kaplanoğlu bu kıssayı Profesör Erol ve Andrei'nin yolculuğuyla anlatır.

Cemil Akman'ın “Bu yolculuğa dayanamazsın” ikazı: Filmdeki bu sahne “(Hızır): ‘Muhakkak ki sen, benim maiyetimde (iken vuku bulacak olaylara) sabretmeye asla güç yetiremezsin' dedi.” (18 Kehf 67) ayetine işaret eder.

Cemil Akman'ın üç akıl dışı eylemi: a) Kayığın batırılması (18: 71), b) Çocuğun öldürülmesi (18: 74), c) Duvarın tamir edilmesi (18: 77). Kur'an'da da yer alır.

Yanan ve konuşan Ağaç: Hz. Musa (as) Tur Dağı'nda ateş görür ve oraya yöneldiğinde Allah onunla konuşur (28 Kasas 30).

Sudaki sandıkta bulunan çocuk: Filmdeki bu sahne de Kur'an'da yer almaktadır. “Öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya bırakıver. Muhakkak onu sana geri vereceğiz” (28 Kasas 7).

Profesör yolculuğunun sonunda “nefes” dedi. Allah ölülere üfleyecektir. İnsan ölümden sonra da yaşayan bir ruh'tur.

Filmde İbn Arabi ve vahdet-i vücut düşüncesine de atıflar var. “Buğdayı bozan insan kendini bozmuştur. Oysa tüm âlem insan olmaya çalışmaktadır.”

Cemil'in şeyhinin defnedildiği bölgedeki toprak ‘canlı' idi. Toprağa teyemmüm edip temizlendiler.

Uyanan için Hayy, uykudakiler için Hu!