Sessiz Tanıklık
90’larda üniversitelerdeki siyasi hareketliliğin sakinleştiği düşünülüyordu. Ama işler öyle gelişmedi. 90’ların ilk yarısı 28 Şubat’ın ön hazırlıklarıyla çalkalanıp dururken gençler güvenilir, fikrî ve manevi olarak beslenebilecekleri, ideallerini yaşatabilecekleri bir ortam arayışındaydılar.
Dönemin üniversitelisinin hatırı sayılır bir kısmı, yalnızca
hayatını kazanacak bir işe sahip olmak ya da diplomayla yeni bir etiket edinmek
derdinde değildi. Toplum düzenine bakışta hassasiyet, fikrî bakımdan kendini
inşa etmedeki gayret her ortamda, her görüşte kendini az ya da çok
hissettiriyordu.
Ekonomik sıkıntılar, İslami giyim kuşama yönelik
küçümsemeler ve resmî alanın ötesine çoktan geçmiş başörtü yasaklarıyla bunalan
Müslüman gençlerden, davalarını yaşamak ve özgürlüklerin önünü açmak noktasında
güç bulacakları bir kesime dâhil olmayı tek çare görenler çoğunluktaydı.
94-98 yılları arasında Konya’daki üniversite sürecimizde de işte
böyle bir manzara vardı. Genç, çok genç bir yaşta üniversite, gurbet,
kısım-kesim debdebesiyle hemhâl olmuştuk. O yıllarda kitap almak kolay değildi.
Fikrî altyapıyı besleyen başat eserler elden ele gezidiriliyordu. Bazen hiç
tanımadığımız ve tanışmayacağımız kişilerin kitaplarını ödünç alıp okumuş
oluyorduk.
Konya’ya bin tembih ve nasihatle gelmiştik. Şehir o yıllarda
da kültür değerleriyle anılan, hep öyle tanıdığımız bir şehirdi. Ancak uyarı
netti: Herhangi bir gruba, siyasi kesime dâhil olma, çünkü olmanı isteyecekler!
İkinci uyarı; dinî gruplardan uzak dur.
Müslümanca yaşayışa dair her şeye geçmiş döneme göre daha
kolay ulaşılabilir bir devreye henüz geçmişken siyasi gruplardan çok dinî
gruplarla imtihan oluyorduk. Bilginin bugünkü kadar rahat dolaşımda olmadığı
düşünülürse kaynağa ulaşmak için bir gruba dâhil olmanın mecburiyeti daha iyi
anlaşılabilir.
Üniversitede, bir dinî gruptan diğerine savrulan ve en
sonunda hepsinden vazgeçecek noktaya gelenlerle sıkça karşılaşıyorduk. Hatta bu
normaldi. Gözlem yahut telkin yoluyla İslam’a ısınanlar olduğu gibi, kimi
mecburiyetlerle bir dinî grubun yurt ya da öğrenci evinde yaşadıklarından ötürü
soğuyanlar da vardı.
Üniversitenin ilk yılında ailelerin tercihlerine göre bir
çatı altına yerleşenler, genelde ikinci yılda kendi çizgilerini belirlemiş
oluyor, ona göre kimileri aynı yerden devam ederken kimileri yerini
değiştirmeyi tercih ediyordu. Kısaca kaldığınız yer, dünya görüşünüzün bir nevi
temsili oluyordu.
Gurbete çıkmış, kendi sorumluluğuna almada önemli bir adım
atmış üniversiteliler, fikrî ve siyasi bakımdan önemli bir potansiyel. Maddi
sıkıntılar, bilgi ve manevi eksikliklerden kaynaklanan bunalımlar gurbet
ortamında daha da belirginleşir, can yakıcı olabilir, hatta geleceği
karartabilir. Özellikle aileden alınmış bir alt yapı yoksa böyle gençleri
yoğurup şekil vermek kolaylaşır.
Öğrenci aileden uzaksa imkânlarının darlık durumuna göre
birçok sorun yaşıyor. O yıllarda devlet yurtlarının yetersizliği, dar gelirli
ailelerin çocukları için en büyük sorunlardan biriydi. Bu da birçoğunu imkânlar
dâhilinde bir kesime veya bir gruba dâhil olmaya teşvik etti, mecbur bıraktı.
Hayat boşluk kabul etmez…
Yurt yoksunluğu, o yıllarda “Gülen Cemaati” olarak anılan
FETÖ’nün öğrenciler için kurguladığı alt yapıyı (yurt, öğrenci evleri vs.) yaygınlaştırması
adına en güçlü gerekçe oluverdi. Özellikle bunalımlı, kendini, yolunu,
kesimini, arayan gençler, onlar için biçilmiş kaftan gibiydi.
Benzerlerinin içinde katı kurallarıyla öne çıkan FETÖ
yurtları, ağır şartlarına, az uyku dayatmasına, aşırı kuralcılığına rağmen dinî
altyapısı olmayan, henüz ilim ve hayat noktasında şuurlanmamış, aile eğitimi
eksik gençler için birer huzur ortamı gibi görünüyordu. Kimileri de ailelerinin
seçimiyle orada bulunduğundan, zaten tesis edilen düzeni kabulleniyor ve
yadırgamıyordu.
İşin diğer yüzü ise son derece sorunluydu. Bir çatı
bulamamaktan ötürü geçici olarak sığınmış kimi dimağların bu aşırılıktan ötürü
İslam’dan soğuduğuna, inancını yitirdiğine şahitlik ettik. Kendine bir yol ve
dinî disiplin ararken yolu düşenlerin birçoğu da sonradan farklı kesimlerin
yurtlarına geçiş yaptı.
FETÖ için elde kalanlar ise bu uğurda en çok sabredenler ve
bedel ödeyenlerdi. Böylesi gençler, kendilerini FETÖ’ye ne kadar adamışsa oluşum
içinde o kadar yükselir buldu. Yükselmek ve daha çok sorumluluk almak en güçlü
motivasyondu. Elbette herkesten alınan fahiş yurt ya da öğrenci evi aidatları
kendilerinden alınmıyordu. Ailelerinden olabildiğince uzaklaştırılıyorlar,
toplumdan yalıtılıyorlar, toplumla tek ilişkileri “para toplamak”tan ibaret
kalıyordu.
Evet, gurbetteki bir öğrencinin belki de bütün hayatını
etkileyen en önemli mesele, imkânların varlığı ve yokluğu imtihanı. O yıllarda
FETÖ lehine savrulma yaşayan öğrencilerin himaye ve muhafaza ihtiyacıyla bunu
yaşadığına dair çok örnek gördük. 28 Şubat kasırgası geldiğinde ise, İslami
giyim kuşamdan nasıl “feragat” ettiklerine ve yeri geldiğine başörtüsüne
“paçavra” muamelesi yaptıklarına şahit olduk. Belki böyle olmayacaktı, ama bir
parçası oldukları bu örgütlenme biçimi her şey gibi bunu da dayatıyordu.
Bu çalkantılı süreçte, basına hiçbir şekilde yansımayan
Hizbullah-Ülkücü çatışmalarıyla FETÖ gençliğinin savruluşunun ibretlik
suretleri arasında mezun olurken, büyük sözü dinlemenin şükrünü yaşadık.
Nasibimizden her daim razı olduk.
Bizden sonra da bu “dönüştürme” hareketi hızlıca ve daha
geniş çaplı olarak devam etti. Zaten FETÖ uzantıları devamlı hep bir şekilde
kendini gösterdi ve defalarca ayağımıza dolandı. Üstelik bu tuzakların FETÖ’den
ibaret olmadığı 15 Temmuz’dan sonra daha net anlaşıldı.
Bu tanıklıklarla Allah’ın emirlerini kitlesini çoğaltmak
adına evirip çevirip kullanan ve İslam’a muhalefet edenlerle hiçbir zaman dost
olmamak gerektiğini daha iyi anladık.
15 Temmuz’u da siyasetin çok çok ötesinde bir netice olarak gördük.
15 Temmuz, bu toplumun FETÖ’yle en güçlü hesaplaşması; din
kisvesiyle köleleştirme ve haraca bağlama hareketine de en belirgin başkaldırısıdır.
Çocukları kendilerinden koparılmış ailelerin ahıdır.
Bunca tanıklıktan sonra inanıyoruz ki bir Müslüman’ın en
önemli vazifesi hakikatinden ayrılmamak, uyanık olmak, kulağı sağırlaşmış ve
gözleri körleşmişlerle hemhâl olmamak.
Bu vesile ile 15 Temmuz gecesi yaşadığımız
birlik-beraberliğin daim olmasını Allah’tan niyaz ediyor, şehitlere rahmet
diliyorum.