23 Şubat 2020

Sevdan yoksa sen de yoksun!..

Bir duruşu olmalı insanın; bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı diyor Cahit Zarifoğlu...

Şahsına münhasır derlermiş eskiden; kendine özgü, farklı ve belirgin özellikleri bulunan insanlara...

'Herkes gibi olmak' kavramından sıyrılıp 'kendi gibi' olanlara...

Takdir edilme arzusunu bir kenara koyup, taklit etmeyi bırakıp, bir de güzel bir davaya tutununca insan; işte o zaman hakkını vermeye başlar insanlığının. Tutunduğu ve savunduğu dava, Hak yolunda bir dava olursa şayet; görünen görünmeyen bütün ordular önünde, arkasında, yanında yürüyüverirmiş. 'Arş-ı âlâ sallanır Allâh Allâh dedikçe' diyor ya bir ilahide, tam da böyle.

Aynanın karşışında zâhirimize baktığımız kadar içimize de baksak; hissiz, makineleşmiş, hiçbir hadiseden bir anlam çıkarmayan, bir aşkı, bir davası bile olmayan insanlar olduğumuzu görürüz. Evet, günümüz yaşantısı ve şartları bize bunları dayatmakta fakat biz, dayatılan bu robotumsu hayatı kabul etmek zorunda değiliz. Zîrâ biz robot değiliz. Gönlüyle, hisleriyle mahlûkâtın en şereflisi kılınan 'insan'ız.

O halde;

Vakit, şahsına münhasır insan olma vaktidir.

Vakit, hak davasını sevda bilip yürekte taşıma vaktidir.

Herkes kendi meşrebince yaşar sevdasını. Kimi sessiz sedasız yüreğinde taşır, tutunur davasına; kimi arş-ı âlâyı sallar Allâh Allâh dedikçe... 

Öyle ya da böyle...

Davamız sevdamızdır.

Sevdamız, yaratılış sırrımızda saklı cevhere ulaşmaktır. Cevherin sahibine hakkıyla hamdetmektir.

Sevdam yoksa yokum,

Sevdan yoksa yoksun,

Sevdamız yoksa yokuz...