Şeyh Efendinin Politik Sırrı (18)
HALLER ORTAYA SAVRULDUĞUNDA…(2)
(…..) Abdullah kardeşlerin özenle çektikleri Galata’daki Osmanlı Bankası'nın binasının
fotoğrafını açtığında Nureddin Paşa’nın karşısına bir özel kasa çıktı. Kasadaki
özel muhafazada Sultan II. Abdülhamit Han’ın bankaya yatırdığı para ve kıymetli
senedin fotoğrafı gözüküyordu. Nureddin Paşa şaşırdı kaldı. Halbuki bu kasanın
değil Osmanlı Bankası'nın binasının fotoğrafını çekmişlerdi.
Nureddin Paşa, Taksim Topçu Kışlası'nın fotoğrafına baktığında
karşısına kocaman bir ordu çadırı çıktı. Halbuki Kışlanın fotoğrafını
çekmişlerdi. Devasa Kışla binasının
yerine fotoğrafa bu ordu çadırın neden çıktığını anlayamadı.
Paşa Efendi daha sonra Eminönü’ndeki mahkeme binasını
ve mahkeme yapan kadının fotoğrafını görmek istedi. Bir de ne görsün? Mahkeme
binası yerine karşısına bir tiyatro binası çıkmıştı. Kadı Efendinin yerinde de
bir tiyatro oyuncusu kadı rolü yapıyordu.
Paşa Efendi daha sonra Mısır Çarşısında tam beş nesildir tatlıcılık yapan tatlıcının ve dükkanının fotoğrafını görmek istedi. Burada bir başka gariplik
oldu. Tatlıcı dükkanının sahibinin, müşterinin paketinden tatlı çalarken
fotoğrafı çıkmıştı.
Nureddin Paşa şaşkınlıklar içinde bu kez Fatih'teki
dergahın ve şeyh efendinin fotoğrafına baktı. Aman ya rabbi! Fotoğrafta o namlı
Şeyh Efendi’nin kalbinin üzerinde para olduğu
halde fotoğrafı çıkmıştı.
Paşa Efendi, son olarak Haliç'in ve Bahariye
Mevlevihanesinin fotoğrafını görmek istedi. Fotoğrafta Eyüp Sultan ve Haliç bölgesi
sanki bir cennet parçası gibi gözüküyordu. Halbuki çektikleri fotoğrafta bu
bölgenin hali çok kötü vaziyette idi.
Nureddin Paşa, yaşadığı olayın ve gördüğü
fotoğrafların uzun süre tesirinden kurtulamadı. Kendine gelir gelmez bu gördüklerini anlatmak üzere Şeyh
Efendinin yanına gitti.
Şeyh Efendi, Nureddin Paşa’yı mütebessim bir simayla
karşıladıktan sonra oturması için buyur
etti. Bir süre iki adam da konuşmadılar.
Neden sonra Şeyh Efendi sessizliği bozdu.
Şeyh Efendi “Fotoğraflarda ne gördün Paşa Hazretleri?” dedi.
Nureddin Paşa, sanki o anları tekrar yaşıyormuşçasına
heyecanla “Bazı gariplikler oldu Efendim. Çektiğimiz fotoğraflar yerine
makineden başka fotoğraflar çıktı” dedi.
Şeyh Efendi sanki olayı biliyormuş gibi başını
salladıktan sonra “Vardır bir hayır.
Peki ne gördün fotoğraflarda? Sen hele onları anlat” dedi.
Nureddin Paşa, sırayla anlatmaya koyuldu: “İlk olarak
Galata'daki Osmanlı Bankası'nın fotoğrafını çekmiştik. Galata’daki Osmanlı
Bankası'nın binasının fotoğrafını açtığımda karşıma bir özel kasa içinde Sultan
II. Abdülhamit Han’ın bankaya yatırdığı para ve kıymetli senedin fotoğrafı
çıktı.
Şeyh Efendi’nin yüzü ızdırapla gerildi. Sonra sanki
gaipten gelen bir sesle konuşmaya başladı: “Hani sen soruyordun ya? Bu devlet niçin
geri kaldı? İşte fotoğraf makinesi sana bunun esrarını göstermiş. Bir halifenin faiz alıp veren bir Alman Bankası'nda parası olabilir mi?
Bak bizim ne hallere düştüğümüzü buradan anlayabilirsin dedi.
Şeyh Efendi
hüzünlü bir sesle “Sonra ne gördün?” dedi.
Nureddin Paşa, Taksim Topçu Kışlası'nın yerine bir ordu
çadırının çıktığını şaşkınlıkla anlatmaya başlamıştı ki Şeyh Efendi “O çadırı tanıdın mı? Dedi.
Nureddin Paşa, “Hayır
efendim. Bu bir ordu çadırıydı. Ama
tanıyamadım” dedi.
Şeyh Efendi, ızdıraplı bir yüz ifadesiyle konuşmaya
başladı: “Eskiden Osmanlı ordusunda askere giden genç askerlerin sabah
uyandıklarında gusül abdesti almaları gerekirse; gusül abdestini bu çadırlarda
alsınlar” diye bu çadırlar kurulurdu. Asker “Ben gusül abdesti alamadan
savaşmaya gideceğim” diye çekinmesin, korkmasın ve maneviyatı daima yüksek
olsun diye bu çadırlar mutlaka orduda bulundurulurdu. Son zamanlarda İttihatçı Subaylar bu çadırları yavaş yavaş kaldırmaya
başladılar. Hatta bu çadırların varlığını alaya almaya başladılar. Bu ise
bizim ordumuzun ve askerimizin maneviyatını değiştirmeye başladı dedi.
Şeyh Efendi
hüzünlü bir sesle “Sonra ne gördün?” dedi.
Nureddin Paşa kaldığı yerden anlatmaya koyuldu: Daha
sonra Eminönü’ndeki mahkeme binasını ve
kadısının fotoğrafını çekmiştik. Bir de ne göreyim? Mahkeme binası
yerine karşıma bir tiyatro binası çıktı. Kadı Efendinin yerinde de bir tiyatro
oyuncusu kadı rolü yapıyordu.
Şeyh Efendi’nin yüzü ızdırapla tekrar gerildi. Sonra
sanki gaipten gelen bir sesle anlatmaya başladı: “Hani sen soruyordun ya? Bu
devlet niçin geri kaldı? İşte fotoğraf makinesi sana bunun esrarını göstermiş.
Bizim mahkemelerimiz artık adalet değil zulüm dağıtır oldu. Bundan 500 sene
önce Üsküp’te şehrin valisi bir kızla zorla evlenmek istemişti de şehrin kadısı
buna müsaade etmemişti. Senin fotoğrafını çektiğin o mahkeme ise bir yüzbaşı ile bir tapu memurunun bir vatandaşın
arsasını üzerlerine geçirme davasıydı. Ne yazık ki kadı efendi de onlardan
rüşvet aldığı için vatandaşın arsasını yüzbaşının üzerine geçirmek üzereydi.
O yüzden sen binayı ve kadıyı tiyatro olarak gördün” dedi.
Şeyh Efendi derin bir iç geçirerek “Bu kadı efendi
Saraydan ve halktan, ‘çok adil’ diye bir de iltifat görür. Bizim adaletimiz de işte
böyle insanlara emanet” dedi. Sonra da ilave etti: Adaletin karşılığı zulümdür.
Bu yüzden Allah-u Teala “Zalimler
topluluğunu hidayete erdirmem” buyuruyor.
Şeyh Efendi
hüzünlü bir sesle “Sonra ne gördün?” dedi.
Paşa Efendi daha sonra Mısır Çarşısında tam beş
nesildir tatlıcılık yapan tatlıcının ve
dükkanının fotoğrafını
çektiklerini ancak tatlıcının müşterinin paketinden tatlı çalarken
fotoğrafının çıktığını anlattı.
Şeyh Efendi’nin yüzü ızdırapla tekrar gerildi. Sonra
sanki gaipten gelen bir sesle tekrar anlatmaya başladı: Ben bu aileyi tanırım.
Bunların eskileri her müşterinin paketine ‘hakkı bizde kalmasın’ diye bir tatlı
fazla koyarlardı. Bak şimdi o tatlıcılar ne hale geçmişler. Memleketteki
bereketsizliğin sebebini buradan
anlayabilirsin dedi. Sonra da ilave etti. Halbuki Ayeti Kerimede Allah-u Teala “Tartıda ölçüde
aldatanlara yazıklar olsun” buyuruyor. Peygamberimiz de “Bizi aldatan bizden
değildir” buyuruyor.
Şeyh Efendi, bu
kez Nureddin Paşa’ya yer sormadan hüzünlü bir sesle “Peki Tekke'de ne gördün?” dedi.
Nureddin Paşa, biraz da sıkılarak anlatmaya koyuldu:
Dergahta çok mübarek bir zat etrafındaki dervişlerine sohbet ediyordu. Onun
fotoğrafını çekmiştik. Fakat sonradan bakınca fotoğrafta başka bir görüntü
karşıma çıktı Şeyh Efendinin kalbinin üzerinde para vardı.
Şeyh Efendi sanki o kişi adına mahcup olmuş gibi işin esrarını anlatmaya koyuldu: İşte bu zat
aslında söyledikleri ile yaşadıkları birbirine uymayan bir şeyh efendidir. Dilinde zikir, kalbinde para olan bir
şahıs olduğunu makine göstermiş
size.. Artık Şeyh efendilerin çoğu Şeyh Efendi olmaktan, dergahların çoğu dergah
olmaktan çıktı. O yüzden bu toplum bir türlü ıslah ve ihya olmuyor dedi.
Şeyh Efendi
hüzünlü bir sesle “Sonra ne gördün?” dedi.
Paşa Efendi, son olarak Haliç'in ve Bahariye Mevlevihanesi’nin
fotoğrafını anlattı. Çektikleri fotoğrafta bu bölgenin hali çok kötü vaziyette
idi. Çıkan fotoğrafta ise Eyüp Sultan ve Haliç bölgesi sanki bir cennet parçası
gibi bir görüntüdeydi.
Şeyh Efendi
derin bir ah çekerek “İşte siz, bizim yüreğimizin yarasını çekmişsiniz”
dedi. Sonra da Paşa efendinin şaşkın ve meraklı bakışları altında anlatmaya
başladı: Halid İbni Zeyd yani Eyüp
Sultan Hazretleri Peygamberimizi evinde misafir etmiş sonra da
İstanbul’un fethine katılmış ve burada 80 yaşlarında vefat etmiş bir ulu sahabi
idi.
Bizim baş tacımız olan bu şahsın kabri de semti de
yüzyıllar boyunca bir mübarek belde olarak korundu. Burası adeta bir cennet
bahçesiydi. Sonra Sultan II. Mahmut’tan
itibaren burası bir imalathaneye çevrildi. Feshane, gazhane ve mezbahane derken
İstanbul'un bütün fabrikaları buraya kuruldu. Güzelim Eyüp Sultan elden gitti.
İşte siz fotoğrafı çekerken makine size o eski günleri göstermek istemiş” dedi.
Şeyh Efendi, şaşkın bir ifadeyle ne olduğunu anlamaya
çalışarak yüzüne bakan Nureddin Paşa’nın gözlerine hüzünle bakarak sanki
gaipten gelen bir sesle “Hani sen soruyordun ya? Bu devlet niçin geri kaldı? İşte
fotoğraf makinesi sana bunun esrarını göstermiş.” Dedi.
*Not: Hikayede anlatılanlar kurgu olmakla birlikte, siyah yazı ile yazılmış bölümler yazılı metinlerde yer alan
tarihi gerçeklerdir.