01 Ocak 2021

​Şeyh Efendinin Politik Sırrı (18)

HALLER ORTAYA SAVRULDUĞUNDA…(2)

 

(…..) Abdullah kardeşlerin özenle çektikleri  Galata’daki Osmanlı Bankası'nın binasının fotoğrafını açtığında Nureddin Paşa’nın karşısına bir özel kasa çıktı. Kasadaki özel muhafazada Sultan II. Abdülhamit Han’ın bankaya yatırdığı para ve kıymetli senedin fotoğrafı gözüküyordu. Nureddin Paşa şaşırdı kaldı. Halbuki bu kasanın değil Osmanlı Bankası'nın binasının fotoğrafını çekmişlerdi.

Nureddin Paşa, Taksim Topçu Kışlası'nın fotoğrafına baktığında karşısına kocaman bir ordu çadırı çıktı. Halbuki Kışlanın fotoğrafını çekmişlerdi. Devasa  Kışla binasının yerine fotoğrafa bu ordu çadırın neden çıktığını anlayamadı.

Paşa Efendi daha sonra Eminönü’ndeki mahkeme binasını ve mahkeme yapan kadının fotoğrafını görmek istedi. Bir de ne görsün? Mahkeme binası yerine karşısına bir tiyatro binası çıkmıştı. Kadı Efendinin yerinde de bir tiyatro oyuncusu kadı rolü yapıyordu.

Paşa Efendi daha sonra Mısır Çarşısında tam beş  nesildir tatlıcılık yapan tatlıcının ve  dükkanının fotoğrafını  görmek istedi. Burada bir başka gariplik oldu. Tatlıcı dükkanının sahibinin, müşterinin paketinden tatlı çalarken fotoğrafı çıkmıştı.

Nureddin Paşa şaşkınlıklar içinde bu kez Fatih'teki dergahın ve şeyh efendinin fotoğrafına baktı. Aman ya rabbi! Fotoğrafta o namlı  Şeyh Efendi’nin kalbinin üzerinde para olduğu halde fotoğrafı çıkmıştı.

Paşa Efendi, son olarak Haliç'in ve Bahariye Mevlevihanesinin fotoğrafını görmek istedi. Fotoğrafta Eyüp Sultan ve Haliç bölgesi sanki bir cennet parçası gibi gözüküyordu. Halbuki çektikleri fotoğrafta bu bölgenin hali çok kötü vaziyette idi.

Nureddin Paşa, yaşadığı olayın ve gördüğü fotoğrafların uzun süre tesirinden kurtulamadı. Kendine gelir  gelmez bu gördüklerini anlatmak üzere Şeyh Efendinin yanına gitti.

Şeyh Efendi, Nureddin Paşa’yı mütebessim bir simayla karşıladıktan sonra  oturması için buyur etti. Bir süre iki  adam da konuşmadılar. Neden sonra Şeyh Efendi sessizliği bozdu.

Şeyh Efendi “Fotoğraflarda ne gördün Paşa  Hazretleri?” dedi.

Nureddin Paşa, sanki o anları tekrar yaşıyormuşçasına heyecanla “Bazı gariplikler oldu Efendim. Çektiğimiz fotoğraflar yerine makineden başka fotoğraflar çıktı” dedi.

Şeyh Efendi sanki olayı biliyormuş gibi başını salladıktan sonra “Vardır bir  hayır. Peki ne gördün fotoğraflarda? Sen hele onları anlat” dedi.

Nureddin Paşa, sırayla anlatmaya koyuldu: “İlk olarak Galata'daki Osmanlı Bankası'nın fotoğrafını çekmiştik. Galata’daki Osmanlı Bankası'nın binasının fotoğrafını açtığımda karşıma bir özel kasa içinde Sultan II. Abdülhamit Han’ın bankaya yatırdığı para ve kıymetli senedin fotoğrafı çıktı.

Şeyh Efendi’nin yüzü ızdırapla gerildi. Sonra sanki gaipten gelen bir sesle konuşmaya başladı: “Hani sen soruyordun ya? Bu devlet niçin geri kaldı? İşte fotoğraf makinesi sana bunun esrarını göstermiş. Bir halifenin faiz alıp veren  bir Alman Bankası'nda parası olabilir mi? Bak bizim ne hallere düştüğümüzü buradan anlayabilirsin dedi.

Şeyh Efendi  hüzünlü bir sesle “Sonra ne gördün?” dedi.

Nureddin Paşa, Taksim Topçu Kışlası'nın yerine bir ordu çadırının çıktığını şaşkınlıkla anlatmaya başlamıştı ki Şeyh Efendi  “O çadırı tanıdın mı? Dedi.

Nureddin Paşa,  “Hayır efendim.  Bu bir ordu çadırıydı. Ama tanıyamadım” dedi.

Şeyh Efendi, ızdıraplı bir yüz ifadesiyle konuşmaya başladı: “Eskiden Osmanlı ordusunda askere giden genç askerlerin sabah uyandıklarında gusül abdesti almaları gerekirse; gusül abdestini bu çadırlarda alsınlar” diye bu çadırlar kurulurdu. Asker “Ben gusül abdesti alamadan savaşmaya gideceğim” diye çekinmesin, korkmasın ve maneviyatı daima yüksek olsun diye bu çadırlar mutlaka orduda bulundurulurdu. Son zamanlarda İttihatçı Subaylar bu çadırları yavaş yavaş kaldırmaya başladılar. Hatta bu çadırların varlığını alaya almaya başladılar. Bu ise bizim ordumuzun ve askerimizin maneviyatını değiştirmeye başladı dedi.

Şeyh Efendi  hüzünlü bir sesle “Sonra ne gördün?” dedi.

Nureddin Paşa kaldığı yerden anlatmaya koyuldu: Daha sonra Eminönü’ndeki mahkeme binasını ve   kadısının fotoğrafını çekmiştik. Bir de ne göreyim? Mahkeme binası yerine karşıma bir tiyatro binası çıktı. Kadı Efendinin yerinde de bir tiyatro oyuncusu kadı rolü yapıyordu.

Şeyh Efendi’nin yüzü ızdırapla tekrar gerildi. Sonra sanki gaipten gelen bir sesle anlatmaya başladı: “Hani sen soruyordun ya? Bu devlet niçin geri kaldı? İşte fotoğraf makinesi sana bunun esrarını göstermiş. Bizim mahkemelerimiz artık adalet değil zulüm dağıtır oldu. Bundan 500 sene önce Üsküp’te şehrin valisi bir kızla zorla evlenmek istemişti de şehrin kadısı buna müsaade etmemişti. Senin fotoğrafını çektiğin o mahkeme ise bir yüzbaşı ile bir tapu memurunun bir vatandaşın arsasını üzerlerine geçirme davasıydı. Ne yazık ki kadı efendi de onlardan rüşvet aldığı için vatandaşın arsasını yüzbaşının üzerine geçirmek üzereydi. O yüzden sen binayı ve kadıyı tiyatro olarak gördün” dedi.

Şeyh Efendi derin bir iç geçirerek “Bu kadı efendi Saraydan ve halktan, ‘çok adil’ diye bir de iltifat görür. Bizim adaletimiz de işte böyle insanlara emanet” dedi. Sonra da ilave etti: Adaletin karşılığı zulümdür. Bu yüzden Allah-u Teala  “Zalimler topluluğunu hidayete erdirmem” buyuruyor.

Şeyh Efendi  hüzünlü bir sesle “Sonra ne gördün?” dedi.

Paşa Efendi daha sonra Mısır Çarşısında tam beş nesildir tatlıcılık yapan tatlıcının ve  dükkanının fotoğrafını  çektiklerini ancak tatlıcının müşterinin paketinden tatlı çalarken fotoğrafının çıktığını anlattı.

Şeyh Efendi’nin yüzü ızdırapla tekrar gerildi. Sonra sanki gaipten gelen bir sesle tekrar anlatmaya başladı: Ben bu aileyi tanırım. Bunların eskileri her müşterinin paketine ‘hakkı bizde kalmasın’ diye bir tatlı fazla koyarlardı. Bak şimdi o tatlıcılar ne hale geçmişler. Memleketteki bereketsizliğin sebebini  buradan anlayabilirsin dedi. Sonra da ilave etti. Halbuki Ayeti  Kerimede Allah-u Teala “Tartıda ölçüde aldatanlara yazıklar olsun” buyuruyor. Peygamberimiz de “Bizi aldatan bizden değildir” buyuruyor.

Şeyh Efendi,  bu kez Nureddin Paşa’ya yer sormadan hüzünlü bir sesle  “Peki Tekke'de ne gördün?” dedi.

Nureddin Paşa, biraz da sıkılarak anlatmaya koyuldu: Dergahta çok mübarek bir zat etrafındaki dervişlerine sohbet ediyordu. Onun fotoğrafını çekmiştik. Fakat sonradan bakınca fotoğrafta başka bir görüntü karşıma çıktı Şeyh Efendinin kalbinin üzerinde para vardı.

Şeyh Efendi sanki o kişi adına mahcup olmuş gibi  işin esrarını anlatmaya koyuldu: İşte bu zat aslında söyledikleri ile yaşadıkları birbirine uymayan bir şeyh efendidir. Dilinde zikir, kalbinde para olan bir şahıs  olduğunu makine göstermiş size.. Artık Şeyh efendilerin çoğu Şeyh Efendi olmaktan, dergahların çoğu dergah olmaktan çıktı. O yüzden bu toplum bir türlü ıslah ve ihya olmuyor dedi.

Şeyh Efendi  hüzünlü bir sesle “Sonra ne gördün?” dedi.

Paşa Efendi, son olarak Haliç'in ve Bahariye Mevlevihanesi’nin fotoğrafını anlattı. Çektikleri fotoğrafta bu bölgenin hali çok kötü vaziyette idi. Çıkan fotoğrafta ise Eyüp Sultan ve Haliç bölgesi sanki bir cennet parçası gibi bir görüntüdeydi.

Şeyh Efendi  derin bir ah çekerek “İşte siz, bizim yüreğimizin yarasını çekmişsiniz” dedi. Sonra da Paşa efendinin şaşkın ve meraklı bakışları altında anlatmaya başladı: Halid İbni Zeyd yani Eyüp  Sultan Hazretleri Peygamberimizi evinde misafir etmiş sonra da İstanbul’un fethine katılmış ve burada 80 yaşlarında vefat etmiş bir ulu sahabi idi.

Bizim baş tacımız olan bu şahsın kabri de semti de yüzyıllar boyunca bir mübarek belde olarak korundu. Burası adeta bir cennet bahçesiydi. Sonra Sultan II. Mahmut’tan itibaren burası bir imalathaneye çevrildi. Feshane, gazhane ve mezbahane derken İstanbul'un bütün fabrikaları buraya kuruldu. Güzelim Eyüp Sultan elden gitti. İşte siz fotoğrafı çekerken makine size o eski günleri  göstermek istemiş” dedi.

Şeyh Efendi, şaşkın bir ifadeyle ne olduğunu anlamaya çalışarak yüzüne bakan Nureddin Paşa’nın gözlerine hüzünle bakarak sanki gaipten gelen bir sesle “Hani sen soruyordun ya? Bu devlet niçin geri kaldı? İşte fotoğraf makinesi sana bunun esrarını göstermiş.” Dedi.

 

*Not: Hikayede anlatılanlar kurgu olmakla birlikte, siyah yazı ile yazılmış  bölümler yazılı metinlerde yer alan tarihi gerçeklerdir.