Şeyh Efendinin Politik Sırrı (21)
YÜZDEKİ İŞARETLER
Emekli
olunca, hem bilgi vereyim hemde duasını
alayım diye Şeyh Efendinin Fatih Sofular’da bir ara sokaktaki dergahına gittim. Halimi
arzettim, hal hatır sordum, duasını aldım. Şeyh Efendi bana çeşitli konularda
nasihat etti, tavsiyelerde bulundu.
Müsaade
istedim, tam kapıdan çıkarken arkamdan sesleniverdi. “Artık sen daha müsaitsin.Bu
Ramazanda ne yapıyorsun?” dedi.
Gerisin
geriye döndüm.Ne diyeceğimi şaşırdım kaldım. Aklıma bir şey gelmedi,
heyecanlandım.Bu sorunun ardında ne olduğunu anlamaya çalışırken Şeyh Efendi
imdadıma yetişti.
“Sen
bu yıl itikafa giriver” dedi.
Emir
büyük yerdendi. Boynumu büktüm. “Olur efendim, gireyim” dedim.
Şeyh
Efendi’nin yüzü ruhani bir hale ile aydınlandı. “İyi ama dikkat et! Yüzlere bak, yüzleri takip et,
yüzdeki işaretleri bul” dedi.
Boynumu
büktüm. “Olur Efendim” dedim, ayrıldım.
Dergahın
haziresinde, Osmanlı Döneminden kalma mezarların olduğu yola gelince kendime
geldim. Şeyh Efendi bir kaç defa buradan yürürken etrafındakilere “Sakın bu
zatları ölü zannetmeyin. Bunlar yaşayan bir çok diriden daha çok
diridirler.Hepsi biribirinden kıymetli şahıslardır” derdi.
Şeyh
Efendi bana esrarengiz bir görev vermişti. İtikafa girecektim ve yüzlerdeki
işaretleri bulacaktım.
“Haydi
hayırlısı” diye içimden geçirdim. Eskiden beri Çamlıca’daki bir Taş Mescitte
ihvanlar itikafa giriyordu.”Orada itikafa gireyim” dedim.
Ramazanın
son 10 günü gelince Çamlıca’daki Taş Mescite gittim. İkindi namazının ardından
artık mescitten çıkmayarak hulusu kalp ile itikafa başladım.
İlk
dakikaların ardından, itikaf çavuşu duruma vaziyet edip bizi birbirimizle
tanıştırdı. Anadolu’daki çeşitli
vilayetlerden gelmiş 40 civarında ihvanla birlikteydik. Mutekiflerin çoğu, eli
tesbihli, keskin bakışlı,beyaz sakallı yaşlı amcalar idi. Bir de Konya’dan
geldiğini söyleyen, seyrekçe sakalllı,
Türkistan simalı,Konya şivesiyle konuşan 40 yaşlarında bir avukat….. Dedeleri
yıllar önce Türkistan’dan Konya’nın bu ilçesine hicret etmişler.
Kendini
‘avukat’ diye tanıttı ama adamda pek avukat yüzü yoktu…
İtikafa
girenlerin her birinin yüzünde farklı bir asalet vardı. Ama Ondaki durum farklıydı.Onun yüzünde bir değişik sima vardı.Sanki
bir işaret taşıyor gibiydi.
Birkaç
gün hem ibadetime baktım hem de uzaktan uzağa onun hallerini takip ettim.
Baktım, ihvana hizmeti seviyor. Büyüklere
saygıda çok özenli.
İftar ve sahur sofralarını o kuruyor, o topluyor,
bulaşıkları da o yıkıyor. İtikaf Çavuşunun teşviki üzerine, herkes kendinden ve
tasavvufi müşahedatından bir şey anlattığı zamanlarda o susuyor. Mahçup bir
şekilde boynunu büküyor ve susuyor.
Yüzünde
bir değişik halleri var.. Bir asalet, bir vakaret……
Bir
akşam iftar sonrası, “Şeyh Efendinin kastettiği kişi bu olsa gerek” diyerek onunla
yakından tanışayım dedim.
Kısa
hoş beşten sonra “Senin yüzünde bir
başkalık var” dedim.
Sanki
yakalanmış bir adam gibi fena canı sıkıldı. Boynunu büktü
Sonra
omuz silkerek “Ne olabilir ki, yüzümde?
Az önce abdest aldım, ondandır” dedi
Ben
ısrar ettim. “Hayır sende başka bir hal var” dedim. Yine çaresiz bir halde boynunu
büktü.
Neden
sonra biraz kekeleyerek “Sürekli abdestli olmaya çalışıyorum, ondandır” dedi.
Baktım,
olacak gibi değil. Şifreyi çözmek için son şansımı kullanayım dedim.
“Efendi
Hazretleri “İtikafta yüzleri takip et” dedi. Senin yüzünde bir işaret var”
dedim.
Birden
fena heyecanlandı.Boynunu büktü, gözleri nemlendi. Köşeye sıkışmış insanların
çaresizliği içerisinde, sanki bir sırrını itiraf ediyor gibi başladı anlatmaya.
“Benim
babam Sivas’taki İhramcızade Hazretlerine müntesip idi.Zaman zaman ilçemizdeki
ihvanıyla bir araya gelir hatmei hecagan yaparlardı.
Ben
hukuk fakültesi öğrenci iken yaz tatilinde ilçemize geldiğimde babam bir gün
bana “Bir arkadaşımız hasta. Seninle onu birlikte ziyaret edelim” dedi.
Babamla
Onun ihvan arkadaşını ziyarete gittik. Adam, hasta yatağında oturmuş bir
şekilde bizi karşıladı. Fakat sanki hasta değildi. Hasta yatağında bir arslan
gibi heybetliydi. Hele yüzü bambaşkaydı. Onun yüzünde; Hz Ebu Bekir'in sadakatı,
Hz Ömer'in adalet ve celadeti, Hz Osman'ın sükuneti, Hz Ali'nin şecaati vardı.
Ben
o gün bugün o kişinin yüzünün tesir altındayım.”
Konyalı
derviş avukat sustu…Sanki “Bu kadar yeter.Daha fazla kurcalama” der gibi..Boynunu
büktü.
Ben
“İyi ama sonra” diye ısrar ettim.
Çaresiz
gözlerle yüzüme bakarak ve Yaradana sığınrak tekrar anlatmaya başladı.
“O
kadar ki o dervişin yüzü o gün sanki bana geçti.. Gittiğim her yerde beni takip
etti…
Yeni
avukat olmuştum. Belediyenin avukatı olarak işe başlamıştım.Bir gün Adliyede
duruşmaya gittim.Adliye koridorunda duruşma sıramı beklerken yanıma bir adam
geldi. “Ben davamı sana vermek istiyorum. Benim davama girer misin? Beni hep
aldattılar. Uzaktan baktım senin yüzünde bir başkalık var” dedi.
Ben
Ona “Kusura bakma. Ben kurum avukatıyım. Senin davana bakamam” dedim.
Bir
gün bir başka şehre ağabeyimi ziyarete gitmiştim. Ağabeyimle evin yakınındaki
bir camiye akşam namazını kılmaya gittik. Namazı kıldıran imam, namazdan sonra
yanıma gelip “Sende başka bir yüz var” dediydi.
Bir
gün şehrimize gelen bir üstadın sohbetine gittim.O üstad sohbetin bir yerinde
bana doğru dönerek “Bu konuyu bilse bilse şu sufi yüzlü genç bilebilir” dedi.
Aradan
yıllar geçti. Ben ilçemizdeki belediye meclisine üye oldum. Daha ilk gün
tanışırken Meclis Başkanımız bana “Sende avukat yüzü yok” dedi.
Mecliste
üye iken bizim arkadaşlar her partili
ile sıkı fıkı görüşürlerdi. Ben görüşemezdim. Bazı öbür partililerin oturduğu
tarafa dahi dönemezdim.Çünkü yüzlerine
bakamazdım..”
Bütün
bunları anlatırken dizüstü oturmuş
vaziyetteydi. Bir an biraz kendine gelir gibi oldu. Rahatladı.Bağdaş
kurdu.Tatlı bir tebessüm ile gülümseyerek ilave etti:
“Sonradan
bu iş bizim çocuğa da geçti. Ona bizim ilçenin meclis albümünü gösterdim.Her
birinin partisinin adını elimle gizledim.Bizim
küçük evlat her birinin yüzünden hangi partiden olduğunu bana söyledi” dedi.
Sustu,
yüzüme baktı. Çaresiz bir şekilde son cümlesini sarfetti.
“O
dervişin yüzü, o gün sanki benim yüzüme
geçti” dedi.
Bir
sırrı ortaya çıkmış olanların mahzunluğu ile kalktı. Tam yanmdan ayrılacaktı ki
elini tuttum. Göz göze geldik.
“Peki
aziz kardeşim! Sen bu yüzü nasıl
koruyorsun?” dedim.
Ben
Konyalı dervişin “Artık bu kez fazla uzattın?” demesinden korkarken, ummadığım
bir şey oldu. İki eliyle ellerimi tutarak, bir gökyüzü derinliğindeki gözlerini
gözlerime dikerek, bir ruhani sırrı verircesine tane tane ve sanki bir şiir
okurcasına ahenkle konuştu: Mahlukata hizmet, mahlukata şefkat ve bir de
adalet…
Benim
şaşkınlığıma aldırmadan devam etti: Evliyanın büyüklerinden Gümüşhanevi
Hazretleri “Ben bu yolda bütün mertebe kazanlarda hizmeti görüyorum” demiş. Ben
de nerede mahlukata bir hizmet görsem koşarım.
Nerede
mahlukata bir şefkat gerekiyorsa ben oradayım.Yüreğimin bir ucu Türkistan’da, bir
ucu Keşmir’de benim..Bahar aylarında yolda
gördüğüm salyangozları bile, insanlar tarafından ezilmesin diye toplar, yol
kenarına koyarım. Bir de adalet.. Adaletten hiç şaşmam ben… Haksız olanlar en
yakınımdakiler bile olsa, adaletin terazisini hiç eğip bükmem… Adaletin
gereğini yaparım.