Sezai Karakoç: "medeniyeti medeniyet yapan dindir"
Şair ve mütefekkir Sezai Karakoç’a göre medeniyet kelimesi dinden neşet etmektedir. Din, Medine, medeniyet aynı kökten gelen kelimelerdir. İslâm’ın devlet, nizam, hukuk ve îman üzere inşa ettiği toplumun hayat tarzı medeniyetin kendisidir. Bir inancın, bir dünya görüşünün varlığını sürdürebilmesi için medeniyet olmak zorundadır. Çünkü uzun ömür medeniyet ömrüdür. Devlet-i ebed müddet fikri de medeniyet fikrine çıkar. (Sezai Karakoç, Düşünceler-I / Kavramlar, s.19)
“DÎNİN YAYILIŞI MEDENİYETİN YAYILIŞIDIR ”
Ona göre medeniyeti medeniyet
yapan dindir. Din tarihten, toplumdan çekip alındığında geriye medeniyet ve
insanlık nâmına bir şey kalmaz. İnsan topluluklarını hayvan topluluklarından
ayıran medeniyettir. Din ve medeniyet, cevizin içi ve kabuğu gibi bir bütündür.
Bu bütünü korumak en üstün görevdir. (Karakoç, Çıkış
Yolu II, Medeniyetimizin Dirilişi, s.18)
İlk insandan kıyamete kadar tek bir medeniyet vardır, o da İslâm
medeniyetidir.Dînin yayılışı medeniyetin,
medeniyetin yayılışı da dînin yayılmasına vesiledir. İslâm medeniyeti sadece
Arapların ortaya koydukları bir medeniyet değil, Arap, Acem, Türk ve daha
birçok kavmin İslâm ruhunu ruhlarına geçirmiş olarak ortaya koydukları
ortaklaşa bir medeniyettir. Kadîm, yâni bütün Peygamberlerin oluşturduğu
medeniyetleri terkip eden tek ve hak medeniyet İslâm medeniyetidir. Endülüs,
Maveraünnehir ve Hint-İslâm, Dört Halife Devri, Emevî ve Abbasî, Selçuklu ve
Osmanlı, İslâm medeniyetinin kompozisyonunu oluştururlar. İslâm medeniyetinin farklılıkları bir
bütündür. Mâveraünnehir’deki ve Harran’daki medeniyet ihyası da İslâm’ın
dairesindedir. İbni Teymiye de, İmam-ı Gazâlî de, Hz. Mevlâna da, İbni Arabî de İslâm
medeniyetinin çatısı altındadır. (a.g.e., s.93)
“MEDENİYETİMİZ
KUR’ÂN VE SÜNNET İSTİKÂMETİNDEDİR”
Karakoç’a göre İslâm medeniyeti
yalnız mimarî üslûp değil, hayat üslûbudur. Müslümanların Kur’ân ve Sünnet
istikâmetindeki duyguları, fikirleri ve faaliyetlerdir. Bu istikâmette İslâm
medeniyeti üç temel ilkeye dayanır. Güzellik fikri, doğruluk fikri ve iyilik
fikri… Doğruluk fikri inanç, felsefe ve ilimdir. Güzellik fikri sanatlar ve
estetiktir. İyilik fikri de ahlâktır. Bu hususiyetinden dolayı insanlığın
bütününe hitap eden, geçmiş medeniyetleri kendi bünyesinde eriterek barındıran
tek hak medeniyettir. (Çıkış Yolu-II, s.18)
Medeniyet târifinde Doğu ve
Batı’yı coğrafî terim değil, ruhun mânevî doğusu ve batısı olarak kullanır.
“Ak” ve “kara”, “iyi” ve “kötü”, “bal” ve “zehir”, “tuba” ve “zakkum” kadar
birbirinden farklı olan Doğu ve Batı, tarih boyunca birbirleriyle devamlı
mücadele hâlindedir. “İyi” ve “kötü” vasfıyla birbirinden tamamen farklı
medeniyetler vardır. “İyi” ve “kötü” insanın yaratıldığı günden bu yana
birbiriyle devamlı mücadele hâlindedir. Hz. Âdem’le başlayan “iyi” nin
medeniyeti olan “ak medeniyet” vahiy, hakikat ve kitap medeniyetidir. “Kötü”
nün de bir medeniyeti vardır. Teşkilâtlanmış ve kendini haklı görmenin
felsefesini oluşturmuş; inanca karşı felsefe adı altında kara felsefeyi, ruha
karşı maddeyi, ulvîye karşı süflîyi, huzura karşı sıkıntıyı, ahenge karşı kaosu
çıkarmıştır. (Çıkış Yolu II - Medeniyetimizin Dirilişi- Dört Konferans, s.45)
“İDEAL MEDENİYET VE VÂKİ MEDENİYET”
Ona göremedeniyet ismi altında medeniyeti kötü yolda kullanan
zihniyet her devirde bu gün de mevcuttur. Dolayısıyla medeniyetin müsbet ve
menfî iki cephesi vardır. İlki ak medeniyet, diğeri kara medeniyettir. Kara
medeniyet Roma ve Bizans’tan bugüne Avrupa, yâni Batı’dır. Ak medeniyet İslâm
medeniyeti, yâni vahiy ve Kur’ân medeniyetidir. İslâm medeniyetinin ideal
medeniyet ve vâki medeniyet olarak iki veçhesi vardır. Asr-ı Saadet ve Hulefâ-i
Râşidin dönemi ideal medeniyettir. İdeal medeniyetten çıkan Emevî, Abbasî,
Osmanlı medeniyetleri İslâm dairesi için de vâki medeniyetlerdir. Vâki
medeniyetler bulundukları zaman ve zeminin emarelerini taşırlar. Bu medeniyet
modellerinden biri tekrar bir İslâm medeniyeti ihya etmek isterse model olarak
alacakları devir Asr-ı Saadet’tir. (Düşünceler I-Kavramlar, s.14-15)
“MEDENİYET
OSMANLI ASIRLARINDA İNCELMİŞ VE İLERLEMİŞTİR”
Osmanlı’nın İslâm medeniyetindeki
güçlü varlığını savunur. Ona göre Osmanlı asırlarında medeniyet ilerlemiş,
incelmiş ve gelişmiştir. Osmanlı’nın çöküşü medeniyetin çöküşü mânasına gelmez.
Osmanlı’nın çöküşüyle medeniyetimizin sona erdiği zannedildi. Batı böyle ilân
etti ve aydınlarımıza bunu inandırdı. Hâlâ aydınlarımız bu şokun etkisinden
uyanamamışlardır. Oysa ölen medeniyet değildi (İslâm’ın Dirilişi, s.44)
“Hakikat Medeniyeti” dediği İslâm medeniyetinin bünyesindeki
topluluğa “İslâm Milleti” ismini verir. (Düşünceler I- Kavramlar, s.16) Millet anlayışını milliyet kavramıyla
târif etmez. Medeniyet ve millet tasavvuru
milliyetçi değil, ümmetçi esaslara dayanır. Hangi kavimden, ırktan olursa olsun, Türk, Arap,
Kürt, İranlı, Arnavut, Boşnak, hepsi İslâm milleti ve İslâm medeniyetinin
mensubudur. (a.g.e.,s.11)
“İSLÂM
ÜLKELERİNİN KURTULUŞ MERKEZİ TÜRKİYE’DİR”
Elbette bu fikirler tek bir medeniyet şuuru oluşturmak bakımından
idealdir. Fakat ümmetin siyasî birlikteliğinin mümkün görülmediği bu asırda
millet ve milliyet kavramının İslâm’a bağlı pratiğini ve özellikle Müslümanla
aynı mânaya gelen Türk milleti isimlendirmesini yok saymak gerçekçi görünmüyor.
Karakoç, doğrudan Türk milleti isimlendirmesi yapmasa da, Müslümanların var
olma mücadelesinde Anadolu’ya sıkça vurgu yaparken Türkiye’yi kastettiği gayet
açık. Necip Fâzıl gibi, İslâm ülkeleri içinde varoluş mücadelesinin merkezine
Türkiye’yi koyar. İslâm âleminin kaderi, Türkiye’deki kördüğümün çözülmesine
bağlıdır. Türkiye’nin kurtuluş ve çıkış yolu kendi köklerine dönmesindedir.
Türklerin Türk olarak kalabilme şartı İslâm’dır. Cumhuriyet Döneminde dil
inkılâbıyla kültürel hâfızamızın silinme noktasında geldi ve Türklükten ve
İslâm’dan uzaklaşma yoluna girildi. (Çıkış Yolu I- Ülkemizin Geleceği, s.42)
“MİLLET İSLÂM MEDENİYETİNİN FAİLİDİR”
Medeniyet anlayışını “diriliş
insanı” yla târif eder. Diriliş insanı medeniyetin çekirdeği ve tohumudur.
Medeniyet için ilk saik inanan insandır. Millet ve medeniyet mevzuunda kavim
ismi kullanmaz. Mekke ve Medine dönemindeki millet ve medeniyet yapısından
hareket eder. İnanç adamı varsa, inanan bir toplum varsa medeniyet de vardır. Aynı
medeniyeti meydana getirmek için duygularını, düşüncelerini, ruhunu, yürek ve
bileklerini harekete geçiren insanlar bir millet meydana getirirler ve milletin
inançlarından neşet eden faaliyetlerden medeniyet doğar. Medeniyet olmadan millet teşekkül edemez.
Millet İslâm medeniyetinin failidir.(İnsanlığın
Dirilişi s. 20)
“KÜLTÜRLER MEDENİYETİN BİR UNSURUDUR”
Ona göre kültürler
İslâm’a dâhil oldukça İslâm medeniyetine güç katacaktır. Aynı medeniyet
dâhilinde birçok kültürler vardır ve bu kültürler İslâm medeniyetinin bir unsurudur.
Kültür medeniyeti değil, medeniyet kültürü içine alır. Bu halde kültür de medeniyet de dinden, yâni İslâm’dan
ruh, can ve öz alır. Din bu değerler için tükenmez, kurumaz bir doğuş ve
diriliş kaynağıdır. (Günlük Yazılar-II-Sütun, s.28)
“BATI’NIN İCATLARI İSLÂMÎ AHLÂKA GÖRE
KULLANILMALI”
Mehmed Âkif ve Erol Güngör gibi teknoloji muhalifi
değildir. Teknolojiye karşı olmayı gerçekçi bulmaz. Çağın şartlarına göre
teknolojiyi ve Batı’nın keşfettiği fen ürünlerini Müslümanlar alıp kendi
ahlâkınca kullanmalı, ya da kendi inançlarına uygun teknoloji üretmelidir. Medeniyetimiz ilim ve teknoloji yarışını
kazandığı takdirde dînin hayattaki tesiri daha da artacak; İslâm dünyasını,
Batı’yı da Doğu’yu da aydınlatacaktır.
Ona göre insanlığı tehdit eden
silâhları Batılılardan evvel biz Müslümanlar yapmalıydık. Dünyada bulunmamızın
bir gereğidir bu. Bunlar kötüdür, insanlığa sığmaz demenin bir mânası yok. Batı
bunları yapmış ve kendi gayesi doğrultusunda kullanıp insanlığın toptan
mahvolmasına sebep olmaktadır. Kullanmamak ve kullandırmamak için, bu korkunç
silahları biz icat etmeli, onların yapmasına engel olmalıydık. Âhirette
olmadığımız, bu dünyada olduğumuzu unutmamalıydık. Kötüyü de hesaba katarak
tedbirli olmalı ve “Düşmanlarınıza karşı aynı silahlarla karşılık veriniz”
âyetinin (enfal sûresi/60) buyruğunu tam anlamıyla yerine getirmeliydik.
(İslâm’ın Dirilişi, s.)
Bunları söylüyor ama Batının teknik üstünlüğü karşısında eziklik
duygusuyla yapılan modernleşmenin sakıncalarını da belirtiyor. Karakoç’u, Kur’ân’a dayanan
medeniyet anlayışına Batı’nın fen ve ilerlemeci fikrini kattığı için çelişkiye
düştüğünü iddia edenler var. Aynı tenkitler, “Alınız Batı’nın ilmini”
mısraından hareketle Mehmed Âkif’in medeniyet fikri için yapılmıştı. Bu tenkidi
yapanların Batı’nın fen ve teknolojisine teorik olarak karşı olduklarını, fakat
gerçekçi bir teklif ortaya koymadıklarını belirtelim. Karakoç’un
fikirlerinin Âkif’e benzediği doğrudur. Ona göre İslâm medeniyeti Batı
medeniyeti karşısındaki çaresizliğini ona benzeyerek değil, onun fen ilminden
istifade ederek aşmalıdır.
Hülâsa-i kelâm; Sezai Karakoç’a
göre Peygamber Efendimiz’in hayatı medeniyetin özü ve çekirdeğidir. İslâm
medeniyeti bu hayatın inkişafından, yükselişinden ibarettir. (Yitik Cennet, s.
76)
(ilbeyali@hotmail.com)