26 Şubat 2016

Sığınamayanlar

İnsan hakları her insanın sahip olduğu vazgeçilemez haklardır ve evrenseldir. İnsan hakları, devletlerarası sözleşmelerle kabul edilmiş ve en geniş tanımıyla yaşam hakkı (işkenceye uğramama ve sakat bırakılmamak dahil), ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı, hareket özgürlüğü ve inanç özgürlüğü anlamına gelir. Genelde İnsan hakları meseleleri sadece devletlere yönelik kısıtlamalar ve devletlerin sivil topluma karşı işlediği insan haklarıyla ilgili suçlarla sınırlanır.  Bununla birlikte insan hakları meselesi insanın olduğu heryerde ortaya çıkabilir dolayısıyla da devletin kısıtlanması meselesiyle sınırlı kalmaz ve toplumun başka alanlarına doğru genişletilebilir. Herhangi bir grubun, örgütün, cemaatin vs içindeki bireyin haklarının korunması bu kapsama dahildir.

İnsan haklarının sadece devletlere yönelik kısıtlamalar kapsamında anlaşılması ülkemizdeki insan hakları aktivistlerinin ve örgütlenmelerinin temel eğilimi. Halbuki devlet gibi davranan fakat henüz devletleşmemiş ya da devlete meydan okuyan örgütlerin, dış mihraklı örgütlenmelerin veya devletin dışında cemaatleşme gibi dini duygulara dayanılarak faaliyet gösteren örgütlerin de insan haklarına karşı son derece büyük sorumlulukları vardır. Ülkemizde maalesef insan hakkı deyince sivil toplum tarafından sadece devletin sorumluluğu hatırlanıyor ve anlaşılıyor.

Geçtiğimiz günlerde hapishanelerdeki infazları anlatan Yoldaşını Öldürmek adlı kitabının ardından yeni yazdığı kitabı Sığınamayanlar'la Aytekin Yılmaz devlet gibi PKK ve diğer sol örgütlerin de insan hakları konusunda mutlaka sorumlu tutulması gerektiğini bir kez daha gösterdi.  Marksistlerin, komünistlerin insan haklarına gösterdikleri düşmanlık yeni aslında birşey değildir. Marx'a göre, insan hakları Batı'da başlangıç itibariyle daha çok liberal öğretide tanımlanan ve gündeme getirilen birşey olduğu için zaten "burjuva hakları"ndan başka birşey değildi. Bu haklar Marx'ın tam da karşı çıktığı mülkiyeti koruyordu. Dolayısıyla reddedilmeliydi.

Komünistlere göre komünizmin ölçütlerinden başka evrensel bir ölçüt olamaz. Sovyetler Birliği de buna uygun olarak 1946'da yayınlanan İnsan Hakları Bildirgesi'ni imzalamayı reddetmiştir. Sol örgütler hem bugün hem de geçmişte ilham aldıkları teoriye uygun olarak insan hakları ihlalleri yaptılar ve illegal oldukları için bu ihlallerin ortaya çıkması, çıkartılması çok güç.

İnsan hakları kavramı felsefi olarak elbette sorunlu bir kavram. Çoğunlukla da Batılı beyaz yurttaşın haklarının korunması olarak ön plana geçiyor. Suriye'den gelen göç dalgalarına insan haklarıyla övünen devletlerin nasıl tepki verdiklerini gördük. Bununla birlikte benkavramın uygulamayla özellikle ortaya çıkan bu türden ve diğer problemlerini askıya alarak yazıyorum. Çünkü elimizde sözü edilen örgütlerin ve devletin yaptığı insanlık dışı uygulamalarda ve insan hakkı ihlallerinde hesap sormak üzere işletilecek daha iyi bir aygıt da yok açıkçası.

Aytekin Yılmaz, son derece etkileyici olan Sığınamayanlar adlı kitabında " kendine kalbi olan bir yol" seç diyor. Çünkü kendi üyelerine karşı korkunç infazları gerçekleştiren, gözden çıkardıkları kişilere yoldaş" yerine artık "unsur" demeye başlayarak onları nesneleştiren, insan olmaktan çıkaran örgütün ne yazıkki bir kalbi yok. Kalbi olmadığı gibi ne diriye ne de ölüye saygısı var.

İnfaz edilmiş örgüt üyelerinin cenazelerini işaretsiz mezarlara gömerek kaybolan çocuklarının ölüsünü bile bulsa biraz olsun rahatlayacak anne babaların ebediyen ümitlerini söndüren bir canavar.

Bir makine. Bütün bunlar nasıl olabilir diye kendinize sorarak okuduğunuz bu kitapta hayret uyandıran asıl nokta ise haklarında örgüt yöneticileri tarafından infaz kararı verilen örgüt üyelerinin bile ölüm anına kadar örgütün bunu yapacağına inanamamış olmaları. Bu insanlar örgüte öyle bir inançla bağlılar ki, örgütün adaletine o kadar güvenmişler ki, yöneticiler tarafından gözden çıkarılıp vahşice infaz edileceklerine ölüme giderken bile inanmıyorlar. Trajik bir şekilde anne olma vasıflarını kaybederek erkekleştiklerini dağdayken anlayan kadın gerillalar, aşka izin vermeyen, aşkı devrimden sonra erteleyen ve aşkı en sert şekilde cezalandıran sadece kendi ilişkilerini meşru gören acımasız yöneticiler kitapta sizi sarsan hikayelerin kahramanları. Bu roman aslında bir kurgu değil, gerçek. Acılarıyla, dehşetiyle gerçek.

PKK'nın gerçekleştirdiği infazların maalesef sayısı bile tam olarak bilinmiyor ve bugüne kadar ölenlerin mezarına ulaşmak mümkün bile olmayabilir. Dağın içi açıldığında herhalde asıl gerçekle yüzyüze geleceğiz ve insan hakkı ihlallerinin asıl insan hakkını ararken daha vahşi bir şekilde yapıldığını tam olarak anlayacağız. Ve Sokrates'in Gorgias diyaloğunda geçen "kötülük yapmaktansa kötülüğe uğramayı yeğ tutarım" sözünün ne anlama geldiğini de.