Siluet
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Türkiye’nin
çeşitli sebeplerle dünyaya sunduğu tanıtım filmleri, onları hazırlayan hangi
kesimden olursa olsun genelde manevi değerlere yeterince duyarlı olmuyor. Ya
fazla oryantalist bir tat ya da ticari birtakım endişeler içeriyorlar. Sokağı
olduğu gibi ve içten yansıtmak, tarihî eserlere Hollywood tadında bakma
kompleksinden uzaklaşmak zor görünüyor. Dünyaya tanıdık gelen unsurlardan yola
çıkılıyor çoğu kez. Davul, folklor, Peri Bacaları, Boğaz vb tekrarlarıyla dolu
tanıtımlar. İleri düzey şaşırtan birkaç efektle yenilenmek dışında yaklaşım
genelde aynı.
2014’te
yayımlanan İtalyan Leonardo Dalessandri’nin “Watchtower of Turkey” isimli
videosu, kendi tanıtımlarımıza nispetle daha tabii ve içten göründüğü için epey
yankı bulmuştu. Bu etki belki Dalessadri şehre daha yakından bakabildiği içindi.
Üzerine tartışılabilecek satır arası görsel düzenekler içerdiği hâlde, hâli pür
melalimize daha yakın bulanlarımız çoktu. En azından toplumda bir heyecana
sebep oldu.
Türkiye
konulu tanıtımlarda mekân başrol genelde İstanbul’a veriliyor. Milyonlarca
açıdan başka başka zamanlarda başka başka görüntülenmiş kadim şehrin en ilgi
çekici tarafı dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan Boğaz ve onun mührü cami silueti.
Bu tanıtımların vazgeçilmezi.
Siluet, Mimar
Sinan’ın Süleymaniye ile ana hattını belirlemesinden bu yana dünyanın dört bir
yanından gelen seyyahların ve ziyaretçilerin nutkunu sekteye uğratan muazzam
bir imza oldu hep. Modern binaların işgaliyle bir miktar bozguna uğrasa da
İstanbul’daki her yapıyı geride bırakan, dünyaya ders veren bir şehir tasarımı.
İstanbul
birçok ziyaretçisinin gözünde “dünyanın en güzel şehri” olarak kayıt altına
alındı ise, buna sebep olan cazibenin merkezinde yine Tarihî Yarımada’yı
biçimlendiren cami panoraması var.
Ancak İstanbul’un
toplu taşıma ekranları niyeyse bu harikuladelik görmezden gelinmiş. Eurovision
yarışmasının Türkiye’de gerçekleştiği yıl, yarışma organizatörleri tarafından
hazırlanan, kubbeden kubbeye, minareden minareye dolaşan görsellerle doluydu. Anlaşılıyor
ki Avrupa’nın “vizyon” yarışması tanıtımlarında bile baştacı edilen muhteşem
siluet, belediye otobüslerinin ekranlarında kabul görmemiş.
Sürekli
toplu taşıma kullanan biri olarak dikkatimi çeken bu duruma biraz daha eğilmek
ve yanılıp yanılmadığımı anlamak istedim. Israrlı takip sonucunda ekranlarından
yansıttığı görsellerin hiçbirinde camii, minare, kubbe ya da camii silueti
bulunmadığını gördüm. O da bir tarafa Osmanlı döneminden kalan çeşme, Türk evi,
medrese, hamam gibi hayat akışına hizmet etmiş yapılar da bulunmuyor.
Peki ne var?
Kız Kulesi, Galata Kulesi, Bizans surları ve Bozdoğan Kemerleri vs. Mesaj şu:
Bizans İstanbul’u var, Cumhuriyet İstanbul’u var, yine de Cumhuriyet İstanbul’unda
inşa edilmiş İslami eserlere de yer yok, zaten Osmanlı İstanbul’u hiç yok.
İstanbul’u toplu
taşımayla karış karış gezmeye azmetmiş bir turist, 600 yıldan fazla İstanbul’da
hüküm sürmüş, devamlılığımızın sebebi olan Osmanlı’nın yok sayıldığı bir
tanıtım döngüsü ile karşı karşıya kalıyor. Tanıma bilinciyle gelen bir yabancı
zaten öncelikli olarak birkaç tarih kitabını karıştırıp geleceğinden arayıp bulacaktır.
Tarihî İstanbul’a geldiğinde gördüğü ilk eserler de cami minareleri ve kubbeleri
olacaktır. Yine de 600 yıllık silinmez izleri yok sayan, İslam İstanbul’una sistematik
sansür uygulayan tanıtım ağı içinde bir çelişki yaşaması mümkündür.
Peki ya
Tarihî İstanbul’u görme şerefine erişememiş uzak mahallelerde yaşayan gençlerin
hakiki İstanbul’a yabancılaşmasına yaptığı olumsuz katkıya ne demeli?..
Bu sansürde
savunulacak doğru bir tavır yok.
Yeri
gelmişken buraya almak istediğim bir anekdot var.
Vaktiyle Hasbelkader
İstanbul kitabının kapak görseli tasarlanıyorken Galata Kuleli çok güzel çalışma
ortaya çıkmıştı. Tasarım denge ve renkler itibariyle muhteşemdi. Çok da
beğenildi. Fakat kitaba dair bir durumu izah etmem gerekiyordu: Galata Kulesi’nden
bahsetmiyordum. İstanbul’un cami siluetinden oluşan panoramasını merkeze
almıştım ve bütün anlatımlarım Osmanlı İstanbul’una dairdi. Kapağın da siluetin
gerçek ya da sembolik bir yansımasını taşıması gerektiğine inanıyordum.
Dolayısıyla o harika kapaktan vazgeçtim. Kitapta söz etmeyişim de aslında dışlamak
değil, bir protesto sayılabilirdi. Yıllar boyunca herhangi bir etkinlik için
logo tasarlandığında İstanbul’la özdeş hâle getirilen iki imge öne çıkarılıyordu.
Galata ve Kız kulesi. Benzeri görülmemiş abidevi siluetin birçok şekilde
imgeleştirilebileceği ve hatta bugünkü tabirle “marka değeri”nin olduğu göz
ardı ediliyordu.
Kitapta siluet
üzerine yoğunlaşmış ve yüzyıllar boyunca İstanbul panoramasının cazibesine
kapılan yerli ve yabancı yazar, çizer ve fotoğraf sanatçılarını inceledim. Gözlemlerime
göre zaman zaman fark edilen bu manzaranın, ona paha biçemeyen yabancı
seyyahları esir aldığını gördüm. Bu muazzam görüntü, Allah’ın rızasını her
şeyden üstün tutan sanatkârların ve mimarların Allah’ın azametini yeryüzünde
imgelemek adına yürüttüğü kolektif çabanın sonucuydu. Uzak ve yakın tanıklıklar
sunucunda, cezbedici yönleri zayıf olduğu hâlde Bizans eserlerinin başat eser konumuna
getirilerek devamlı imgeleştirmesi daha da yanlış göründü. Ve evet bu sebeple Galata
ve Kız Kulesi’ne yoğunlaşmayı sıkıcı ve gereksiz bir tekrar gördüm. Onlar zaten
korunuyordu, konuşuluyordu, başköşeye konuluyordu. Korumamız, üzerine
konuşmamız ve düşünmemiz gereken silueti ise koruyamamıştık. Bu gamsızlığa
odaklanmaya âdeta zorlanmış hissettim. Bu tutum, sansüre karşı temsilî bir
sansür de sayılabilirdi. Bine karşı bir eseri görmezden gelmek bu mantığa ters
değilse tabii...
Bu
hassasiyetlerle belediye otobüsünün monitöründe Bizans eserleriyle modernite
düzensizliği arasındaki gidip gelen “bir kısım” İstanbullu fotoğraf akışını izliyorken,
Sezai Karakoç’un bam telini titreten “Görünüşte dışa karşı ne büyük dikkat, içe
karşı ve doğru ne büyük körlük! Gerçekte ise dışa körükörüne teslim oluş, içe
karşı da kıyasıya direniş ve dayatış” sözleri hatırıma geldi.
Evet, büyük
medeniyetlerin çöküşü çok can yakıcıydı, hatta bir felaketti. Mürted zihniyetle
nasıl başa çıkılabilirdi? Biz bu gamsızlığımızın ve tarihe olan hıyanetimizin bedelini
ödemek zorunda kalırsak o zaman ne olacaktı? Üstadın sorusuna gelelim: “… toplum
mürted olursa... işte o vakit, topluma kim ceza verecektir?”
***
Künye: Siluet; Bir şeyin yalnız
kenar çizgileriyle beliren görüntüsü anlamına gelir (TDK Türkçe Sözlük).