13 Mart 2018

Sinsi oyun: Kadını yücelterek yok etmek

Sözde 8 Mart kadınlar günü geldi geçti. Gerçi, bu günü kutsal bir bayram havasında kutlayanlar, bütün kadınlara bu bayramı layık görmediler. Emekçi kadınlar günü, diyerek kadınlar arasında bile ayrımcılığa gittiler. Kapitalist emek piyasasına direnen, evinde, bahçesinde yuvasına sahip çıkan, çocuklarına analık yapan analarımızı, bacılarımızı dışlayan bir dil kullandılar. 1857 yılında dokuma fabrikasında feci şekilde can veren kadınların anısını, kapitalist sistemin çarkları arasında kadınlığından vaz geçmek istemeyen yiğit kadınlarımızı dışlayıcı bir dille mi yaşatacaksınız? Zaten öyle bir dertleri olduğunu da sanmıyorum.

Nedense bu tür modern bayramlarda, diyanetin hutbelerinde olsun, otoritelerin açıklamalarında olsun hep savunmacı bir dil kullanılmaktadır. Niye bu şekilde suçluluk psikolojisi ile davranıldığını, tabiri caizse maçı kendi yarı sahamızda oynadığımızı anlayamıyorum. Bugün kadını acınacak hale getiren kesinlikle İslam değil, modern, seküler, çağdaş anlayışın ta kendisidir. Yücelterek sömürme tekniğini çok güzel uygulamakta, yavuz hırsız ev sahibini bastırır hesabı suçu da kocaya, babaya, abiye, topluma, geleneğe ve en iştahlı şekilde İslamiyet'e atmaktadır.

Yapılması gereken şeytanilerin süslü bir dille dokuduğu modernizmin maskesini düşürmek, kadını da, insanı da, doğayı da asıl sömürüye açanın, bu batıl düşünce tarzı olduğunu herkese anlatabilmektir. Hatta hem medreseler de, hem okular da modernizmin münafık dili, şeytani planları gençlerimize konulara ayırarak öğretilmeye başlanmalıdır.

HANİ BİR ELMANIN İKİ YARISIYDIK?

Modernizmin en etkili yöntemidir toplumu atomize etmek. Yani toplumu böle bildiği kadar parçalarına ayırmak.

  • Toplumu ekonomik temelli ayrıştırarak sözde sınıflara ayırır. Zenginle fakiri, işçiyle patronu birbirine düşman eder.
  • Milliyetçiliği, ırk temelli ulusalcılığa indirgeyerek, ırkları birbirine karşı kışkırtır.
  • İnançsal ve kültürel farklılıkları kaşır. Mezhepsel ve geleneksel çatışmaların temellerini atar.
  • Sosyo-ekonomik düzen ile oynayarak insanları göçe zorlar, mesafeleri uzaklaştırmakla birlikte akrabalık ve aile bağlarını zedelemeye çalışır. Büyük aile modelini yıkmış yerine çekirdek aile modelini yerleştirmeyi başarmıştır. Şimdiki amaç onu da yıkmaktır.
  • Bireyselcilik kavramlarını manipüle ederek, gençleri ergenlik döneminden itibaren ailesine ve değerlerine isyana teşvik edip, bencil ve haz tutkunu tüketim canavarı haline getirmeye çalışır. Ailenin ve tecrübeli büyüklerin sosyal koruyuculuğundan koparıp, maddi-manevi her türlü sömürüye açık hale getirir. Ama genç kendini özgür sanır.
  • Şimdide kadını sanki çok düşünüyorlarmış gibi, “korumak” adı altında sözde yücelterek erkekle olan bağlarını koparıyorlar. Böylece erkeğinde kadınla olan bağı kopuyor. Gizlemedikleri amaçları ise “cinsiyet eşitliği” adı altında cinsiyetleri ortadan kaldırmak ve cinsel farklılıklardan kaynaklanan avantajları da yok etmektir. Bu arada edep, utanmak, namus gibi bizi biz yapan kavramlar onlara göre ilkellik, hastalık gibi şeylerdir.

Hürriyet Gazetesi, bu konuyu 11.03.2008 Pazar günkü baskısında, ilk sayfadan ele aldı. Cinsel eşitlik için Banu Tuna Hanımın köşesinden aktardığı önerilerden bazıları ise şöyle:

“Çocukları doğumundan itibaren giysileri ve odalarının renkleri ile ayrıştırıp cinsiyetlendirmeyin.

Oyuncak seçimlerinde çocukları cinsiyetlerine göre yönlendirmeyin.  (Benim anladığım: Bir erkek çocuk bebeklerle, kız çocuk mesela tanklarla oynarsa müdahale edilmeyecek)

Meslek seçimlerinde, … cinsiyetçi yönlendirmelerden kaçının. (Notum: Kadınlar en ağır işlerde çalışmaya başladı bile)

Ders kitaplarındaki cinsiyetçi dil gözden geçirilmeli. 

Karma eğitim tartışmaya açılmamalı. (Notum: Hani fikir özgürlüğünü savunuyordunuz? Tartışmaya bile tahammülleri yok)

Feminist mücadelede var olmak ve kadın dayanışmasının gücü parlamentoya da taşınmalı. 

Öğretmen yetiştiren tüm kurumlarda toplumsal cinsiyet zorunlu ders olarak konulmalı.”

Yani kıyafetine, oyuncağına, sevdiği rengine, fıtratına uygun daha rahat çalışacağı işine kadar bütün doğal farklılıkları yok sayan bir anlayışla karşı karşıyayız. Erkek ve kız çocuklarının fıtratına göre eğitmek ise cinsiyetçilik olarak kötüleniyor. Ve bu fikirler süslü bir dil kullanılarak, bazı güzel, doğru tespitlerle kamufle edilerek ve maalesef hiçbir ciddi muhalefetle karşılaşmadan toplumumuza ve nesillerimize yedirilmektedir. Hatta alıntıladığım son öneri maddesinde yazdığı şekilde resmileştirilmeye, devlet politikası haline getirilmeye çalışılmaktadır.

İslamiyet'te kadınlar, erkekler, çocuklar, yaşlılar, işçiler, işverenler gibi hangi zümrenin problemi olursa olsun, o problem ümmetin her bireyinin problemidir. Çünkü ümmet, kadınıyla erkeğiyle bir bütündür. Biri olmadan diğeri yarımdır.

Bu noktada, bugün kadınlarımızın fıtratını, yani analığını, zarafetini, hassasiyetini, fedakâr ve merhametli ruh yapısını, erkeğin kalbindeki kutsal sevgisini, Allah'ın ona ikram ettiği bütün nimetleri yok ederek başta kadını ve tüm toplumu sömürmek isteyen bir şeytani düşman ile karşı karşıyayız. Bu problem sadece kadınların değil, hepimiz problemidir. Ve artık savunmadan vaz geçip, fikir taarruzuna geçmeliyiz. Alıntıladığım şekilde doğal farklılıkları yok sayan saçma önerilere yüksek sesle ve hikmetle karşı çıkmalıyız.

Konuyla ilgili eski tarihli bir yazım: http://www.yenisoz.com.tr/modern-zaman-dayatmasinin-kadinlara-getirdigi-sikintilar-makale-16879