21 Haziran 2021

​Sol literatürde sağcılaşma tepkiselliğine dair

Türkiye’de, sistemin olmazsa olmazları arasına giren Sağcı kapasite kendine siyasi literatürün fransevî bir payesini biçtikten sonra Sol’un savunma refleksi daha sertleşmiştir. Sol edebiyat kimliği Türk Edebiyatı’nın tamamını kapsama kabiliyetini ifade ettiğinden beri normalleşme süreci olarak görülebilecek birçok akım farklılıklarına rağmen Diriliş’in muhtevası, Nuri Pakdil ilgisi, Necip Fazıl’ın şairliği üzerinden başlayan takati sınırlı Sol ilgi Cahit Zarifoğlu’nu takdir ederken, İsmet Özel’e öfkelenirken yaşadığı sağcılaşma komplikasyonuna hiçbir ciddi şifa merhemi sürmeden kendisini sözüm ona sağ edebiyatın kavramlarına -niye ki?- ilgi duyar bulmuştur. Bu bir yenilgi midir? Afet midir? Yoksa hakkın teslimi midir? Bilinmez. Ama Sol’un tartışılmaz edebiyata hakim olma motivasyonu bir anlamıyla 1970’lerde başlayan kırıcı eylemciliğine medar olacak külliyatın oluşmasının yolunu açarken bir diğer noktadan bakıldığında ise kendi içinde yeknasak eforsuzluğuyla sağ edebiyat kimliğinin söz söyleme kabiliyetini bilemiştir. 1990’larda ise Sol, Sağ’ın siyasi kimlik iddiası önünde bütünü ben temsil ederim kabiliyetini terk ederek kendi kozasında taraf olma yolunu seçmiştir.

Biz öteden beri Sağcılaşmanın Solculuk kapasitesinin bir devamı olduğu iddiasını Fransız yazın dilinden aldığımız esin ile iddia ederken Sağcılaşmanın Türkiye’de Sol’a ciddi bir söz söyleme ve egemenlik sahası açtığını ifade ederiz. Bütün bunların ardından Sol ve Sağ dayanışması veya çatışması kimliğine hiç dahil olmadan Türkiye’nin düşün hayatının bu iki çatışmalı hal üzerinden farklı kavramlar içine -zaman zaman dahil olsa da- girdiğini düşünür ve bunu iki tarafın partizan zihniyetinin önüne -düşünmeleri için- bir kez sunarız. 

Necip Fazıl severlik ile Sağcılaşmadan, Nazım Hikmet severlik ile Marksistleşmeden varılacak bir yol tahayyülü içinde Türk Edebiyatı’nın yol alması için kavramlara Sağcılık veya Solculuk yaftası vurulmadan Türk Edebiyatı kimliği adına bir söz söylenecek ise bunda devri daim bir hal içre olabiliriz. Lakin bilinmeli ki, rejimlerin kendi içinde doğrular seçerken edebiyatın has adamlarına yanlış şeyler yapması ve bunu daha sonra kendi içinden geldiği siyasi kutbun dışındaki (düşünce ekollerine) objelere -iz kaybettirme refleksi ile- yansıtması sıradan bir vakıa değildir. Türkiye özeli bunun türlü faaliyetleri ile doludur. Eğer biz, Necip Fazıl’ın hapis yatma ve ceza alma gerekçelerini devrimci duruşun netliği, Nazım Hikmet’in yaşadığı korkunç hapis hayatını CHP’nin Sağcı damarının becerdiği konusunda zihinsel ayrımlar yapma meselesinde hâlâ ciddi isek konumuz kesinlikle anlaşılmayabilir. Öte yandan dememiz odur ki, Türkiye kapsamı itibari ile Türk edebiyatı kimliğini kendi sorunsalı içinde canlı tutarken - ki sorunsalı kesinlikle Fransız yazın kültürünün Türkçeye adaptasyonudur.- özlük haklarında ısrarcı olmayacaksa bir edebi kültür geliştirmenin zorluğu da ortadadır. Bir asra yaklaşan Cumhuriyet tarihi Türk edebiyatı muhtevasını bizim anlama meselemiz edebiyatın Sağ kurşunlardan Sol mazlumiyetten sıyrılma prensiplerine derin yaralar açabilir. Münhasıran söyleyeceklerimiz ne ki bu olsun? Ve daim olsun ki, Türk kültürü işlevselliğini şiir kabiliyeti ve roman içeriği ile medeniyet havzasına aktarıversin. Sağ kültür bu anlamıyla Sol’un vuruş alanında çeperini Türkiye’den yana yalın kat tutarken Sol evrenselcilik meselesine Anadolu üzerinde ciddi bir bakış gezdirdikten sonra kendine dahil olsun. Bu mesele evet bu kadar..!