Sol literatürde sağcılaşma tepkiselliğine dair
Türkiye’de, sistemin olmazsa olmazları arasına giren Sağcı kapasite kendine siyasi literatürün fransevî bir payesini biçtikten sonra Sol’un savunma refleksi daha sertleşmiştir. Sol edebiyat kimliği Türk Edebiyatı’nın tamamını kapsama kabiliyetini ifade ettiğinden beri normalleşme süreci olarak görülebilecek birçok akım farklılıklarına rağmen Diriliş’in muhtevası, Nuri Pakdil ilgisi, Necip Fazıl’ın şairliği üzerinden başlayan takati sınırlı Sol ilgi Cahit Zarifoğlu’nu takdir ederken, İsmet Özel’e öfkelenirken yaşadığı sağcılaşma komplikasyonuna hiçbir ciddi şifa merhemi sürmeden kendisini sözüm ona sağ edebiyatın kavramlarına -niye ki?- ilgi duyar bulmuştur. Bu bir yenilgi midir? Afet midir? Yoksa hakkın teslimi midir? Bilinmez. Ama Sol’un tartışılmaz edebiyata hakim olma motivasyonu bir anlamıyla 1970’lerde başlayan kırıcı eylemciliğine medar olacak külliyatın oluşmasının yolunu açarken bir diğer noktadan bakıldığında ise kendi içinde yeknasak eforsuzluğuyla sağ edebiyat kimliğinin söz söyleme kabiliyetini bilemiştir. 1990’larda ise Sol, Sağ’ın siyasi kimlik iddiası önünde bütünü ben temsil ederim kabiliyetini terk ederek kendi kozasında taraf olma yolunu seçmiştir.
Biz öteden beri Sağcılaşmanın Solculuk kapasitesinin bir
devamı olduğu iddiasını Fransız yazın dilinden aldığımız esin ile iddia ederken
Sağcılaşmanın Türkiye’de Sol’a ciddi bir söz söyleme ve egemenlik sahası
açtığını ifade ederiz. Bütün bunların ardından Sol ve Sağ dayanışması veya
çatışması kimliğine hiç dahil olmadan Türkiye’nin düşün hayatının bu iki
çatışmalı hal üzerinden farklı kavramlar içine -zaman zaman dahil olsa da-
girdiğini düşünür ve bunu iki tarafın partizan zihniyetinin önüne -düşünmeleri
için- bir kez sunarız.
Necip Fazıl severlik ile Sağcılaşmadan, Nazım Hikmet
severlik ile Marksistleşmeden varılacak bir yol tahayyülü içinde Türk
Edebiyatı’nın yol alması için kavramlara Sağcılık veya Solculuk yaftası
vurulmadan Türk Edebiyatı kimliği adına bir söz söylenecek ise bunda devri daim
bir hal içre olabiliriz. Lakin bilinmeli ki, rejimlerin kendi içinde doğrular
seçerken edebiyatın has adamlarına yanlış şeyler yapması ve bunu daha sonra kendi
içinden geldiği siyasi kutbun dışındaki (düşünce ekollerine) objelere -iz
kaybettirme refleksi ile- yansıtması sıradan bir vakıa değildir. Türkiye özeli
bunun türlü faaliyetleri ile doludur. Eğer biz, Necip Fazıl’ın hapis yatma ve
ceza alma gerekçelerini devrimci duruşun netliği, Nazım Hikmet’in yaşadığı
korkunç hapis hayatını CHP’nin Sağcı damarının becerdiği konusunda zihinsel
ayrımlar yapma meselesinde hâlâ ciddi isek konumuz kesinlikle anlaşılmayabilir.
Öte yandan dememiz odur ki, Türkiye kapsamı itibari ile Türk edebiyatı
kimliğini kendi sorunsalı içinde canlı tutarken - ki sorunsalı kesinlikle
Fransız yazın kültürünün Türkçeye adaptasyonudur.- özlük haklarında ısrarcı
olmayacaksa bir edebi kültür geliştirmenin zorluğu da ortadadır. Bir asra yaklaşan
Cumhuriyet tarihi Türk edebiyatı muhtevasını bizim anlama meselemiz edebiyatın
Sağ kurşunlardan Sol mazlumiyetten sıyrılma prensiplerine derin yaralar
açabilir. Münhasıran söyleyeceklerimiz ne ki bu olsun? Ve daim olsun ki, Türk
kültürü işlevselliğini şiir kabiliyeti ve roman içeriği ile medeniyet havzasına
aktarıversin. Sağ kültür bu anlamıyla Sol’un vuruş alanında çeperini
Türkiye’den yana yalın kat tutarken Sol evrenselcilik meselesine Anadolu
üzerinde ciddi bir bakış gezdirdikten sonra kendine dahil olsun. Bu mesele evet
bu kadar..!