04 Aralık 2015

Sol ne yapmalı?

Geçtiğimiz hafta yazdığım yazıda Türkiye'de solun halk devrimi peşinde olmaktan ziyade devrim adı altında bize dikte ettiği darbeci yaklaşımını değerlendirmiştim. Soldan söz ettiğimizde devrimden değil - devrimi jakoben bir hareket olarak değil de halk devrimi olarak anlıyorsak eğer/elbette mevzunun tartışmalı olduğunu, yani devrimin bir ilizyon olup olmadığına dair tartışmayı da zihnimde tutarak- darbeden bahsetmek gerektiğini ifade etmiştim.

Bugün solun bu yaklaşım yerine Batıdaki sol düşüncenin geçirdiği evrimi gözlemleyerek Batıdaki sola benzer ya da kendine ait başka bir yaklaşım geliştirmesi gerektiğini ileri sürüyorum.  Dünyada özellikle de Batı'da sol darbecilikten, bir başka deyişle aydınlanma jakobenizminden hatta devrimcilik yapmaktan uzaklaşmış deyim yerindeyse az biraz, belki de fazlasıyla "liberalleşmiştir". Çağdaş dünyada solun amacı liberal demokrasileri bir darbe ya da devrim yoluyla devirmek değil, liberal demokrasiyi daha "demokrat" nasıl kılabiliriz diye düşünmektir. (Eminim ortodoks solcularımızın ya da ortodoks Marksistlerimizin kulaklarına şu an bu sözlerim küfür gibi geliyordur.

Twitter'da bu yazımı okuduklarında gösterecekleri küfürlü tepkilerini şimdiden hayal eder gibiyim. Belki bazılarının tansiyonu da çıkacaktır bir önceki yazıda olduğu gibi. Ama ben küfür etmeyi bilmediğimden sadece temenni ediyorum. Benimki sola temenni ve tavsiye… İstemeyen kulak asmaz.)

Mesela Batı'da agonistik, yani mücadeleci bir siyaseti savunan, soldan gelen ve sol eğilimler taşıyan Chantal Mouffe, devrimci yaklaşımdan vazgeçtiklerini söylerken, liberal demokrat kurumların ortadan kaldırılması değil, bu kurumların radikalleştirilmesi çağrısında bulunur. İstediği şey yalnızca demokrat olmakla kalınmayıp, demokrasinin radikalleştirilmesidir. Adeta bir spor müsabakası gibi gerçekleşecek olan demokratik yarış, birbirine düşman kesimlerin değil, rakiplerin, hasımların mücadelesi olmalıdır.

Ünlü Alman düşünür Carl Schmitt gibi siyaseti düşmanlar arası bir karşılaşma ya da dost düşman ilişkisi olarak görmek yerine rekabetçi ve mücadeleci bir yaklaşımı tercih eder Mouffe. Düşmanlar değil, muhalifler arasındaki bu yarış, dilde ve söylemde gerçekleşir.  Sokakta, barikatlarda ya da hendeklerde değil.

Mouffe gibi solcular demokrasi ve liberalizmin çatıştığı anlardan beslenen bu mücadele anlayışlarıyla bir yandan liberalizmin evrenselci ve bireyci mantığını aşmaya çalışırken diğer yandan çoğulcu bir toplumun gelişmesinin ve yurttaş olmayanların haklarının savunusunun teorisini yaparlar. (Mouffe'nin kitapları dilimize tercüme edildi. Merak edenler bazılarına, mesela Demokratik Paradoks ve Dünyayı Politik Düşünmek adlı eserlerine göz gezdirebilirler.

Batı'da solun geldiği bu nokta için sadece Mouffe'nin eserlerine değil, Ernesto Laclau, Jürgen Habermas, Seyla Benhabib, Jacques Ranciere gibi düşünürlerin eserlerine de bakılabilir) Gerçekten de Batıdaki solcular devrim hayallerini bırakıp, liberal demokrasinin sınırları içerisinde kalarak daha özgür ve daha demokratik nasıl olabiliriz sorusunu soruyorlar çünkü devrim yoluyla iktidardan tamamen kurtulabileceğimiz fikrini bir yanılsama olarak görüyorlar. 

Mouffe'nin de söylediği gibi, her düzen başka ihtimallerin dışlanması üzerine kuruludur. Her düzende daima güç ilişkileri belirli şekillerde düzenlenir. Her düzene güç içkindir. Eski düzen yıkılınca yerine yenisi kurulduğunda eski düzendeki güç ilişkileri yeniden düzenlenmiş olur yoksa güç/iktidar ilişkileri tamamen ortadan kaybolmaz. Bu her düzenin kendi karşıtlarını, muarızlarını yaratmasından da kolayca anlaşılabilir. Dolayısıyla devrimden sonra kurulacak düzende de güç ilişkileri olacaktır. Devrimden sonra kurulacak düzenden de hoşnut olmayanlar, muhalifler olacaktır. İktidardan tamamen kurtulabileceğimiz düşüncesi bir ütopyadır.

Türkiye'de sol Mouffe'nin çizdiği bu sol anlayışa çok uzak görünüyor. Batı'da sol, çoğulcu bir yaklaşım edinirken ve Batılı modernitenin rasyonel ahlaki üstünlüğünü öne çıkaran bir evrenselciliği reddederken Türkiye'de sol, rasyonel evrenselciliği baş tacı edip, çoğulculuğu reddeden bir yaklaşım içinde. Kendinden farklı olanın iktidara gelmesine, ülkeyi yönetmesine dahi tahammül edemiyor. Türkiye'de sol için siyaset, muhalifler arası bir müsabaka, yarışma değil, düşmanlar arası bir savaş görünümü arzediyor. Bütün retorik bu savaş için kullanılıyor.Batı'da sol artık rasyonalizmi eleştirirken, Türkiye'de sol, rasyonalizmi temel ideolojisi yapmış. Geri kalan her türlü yaklaşımı, dini, etik vb. irrasyonel ilan etmekle meşgul.

Neticede iktidara düşen şey ise kendi kendisinin muhalifi kalmak oluyor.Muhalefet Türkiye'nin en fazla ihtiyacı olan şey. Fakat muhalefet iktidarı düşmanca terimlerle görmeye devam ettiği sürece, demokrasi yarışının kurallarına uymayı reddettiği sürece hakiki bir muhalefetimiz olmayacak.

Solun çoğulcu yaklaşımı benimsemesi için önce halkla barışması, halkı uzaktaki ya da yakındaki ideal rasyonel bir projeye göre dönüştürülecek total bir varlık olarak görmemesi gerekir. Halkla barışmak için önce onun diniyle barışmak gerekir. İnsanların dinlerini yaşamalarını, çocuklarına dini bir eğitim verebilmelerini temel insani hak olarak kabul etmek gerekir.

Din ve vicdan özgürlüğünü, inancı rasyonalizme tezat saymak yerine, temel insani bir değer olarak görmek gerekir. Ancak ülkemizde daha halkın dini ritüellerine tahammül dahi edemeyen bir sol var üstelik Hristiyanlık'ın yerine ikame edilen vekil dinleri kabul etmişken.. (Bu konuda daha fazla bilgi için Modernite ve Kıyamet: Henri de Lubac, Karl Löwith, Jacob Taubes adlı kitabıma bakılabilir.) Türkiye'de sol mücadeleci bir yarışmaya girişebilecek mi? Solun geleceğini bu soruya verilecek cevap belirleyecek. Eğer girişecekse benim ilk tavsiyem hakiki bir başkanlık sistemi nasıl olmalı bunun üzerinde çalışmasıdır.

Ak Parti'ye denge ve denetleme sisteminin tam olarak işletilebileceği, Başkan'ın yetkilerinin hukuken en uygun şekilde sınırlandırılabileceği son derece demokratik bir başkanlık sistemini sunmak hatta dayatmak olmalıdır. Ancak ben sloganları şimdiden duyuyorum: Seni Başkan Yaptırmayacağız! Eh, ne diyelim, eğer bu sloganla yola çıkarsanız Ak Parti'nin kendi Başkanlık sistemini şimdiden kabul ettiniz demektir..