Sömürge ruhlu aydın senfoni dinler
Mûsikî sanatında yabancılaşmanın sancısını çeken Türkiye’de Kemalizm’in “müzik inkılâbı” nın Müslüman Türk milletinin gönlünde açtığı derin yaralar tedavi edilmeye çalışılırken, “Viyana Filarmoni’yi yerinde izlemeyi çok isterdim” başlıklı bir yazı okursanız ne yaparsınız?
“Keşke
bir gün hepimiz gecenin dibinde kırmızının, mavinin, yeşilin önünde durup
birden 40. Senfoninin dalgalı deniziyle hayallerimize yelken açmayı
deneyebilsek. Biliyorum, belki müziğin o coşkulu ırmağı birçoğumuzun içine hiç
uğramayacak, kim bilir belki de uğrayacak ama biz o sesi hiç duyamayacağız. Bu
yüzden yitip giden zamanların ardından ne kadar ağıt yaksak da nafile...”
diye yazılar yazmak ve Batı’nın kültürel istilâsına karşı millî kültür
hassasiyeti zayıf kitleleri senfoni dinlemeye özendirmek ihânet değilse nedir?
SENFONİ
AVRUPA’NIN RÛHUNU COŞTURUR, TÜRK’ÜN RUHUNU DEĞİL!
Rûhu Türk mûsikîsine yabancılaşmış sömürge aydını şu satırlarıyla
Batı’nın kültür işgaline dâvetiye çıkarıyor ve Türk toplumunu Avrupa
mûsikîsiyle yozlaşmaya teşvik ediyor: “Bir Beethoven hayranı
olarak, konser vesileyle bu büyük müzik filozofuna selam verip iki kelam etmeyi
bir gönül borcu olarak gördüğümü belirtmem gerekiyor. Ünlü besteci diyor
ki: Devam edin, sanatı yalnız uygulamayın onun kalbine nüfuz edin, bunu
hak ediyor çünkü, sadece bilim ve sanat insanı tanrısallığa yüceltebilir.”
Sömürge aydını Frenk rûhunu coşturan senfoniyi alenen tavsiye ederek Türk
toplumunun mûsikî kültürünü ifsad etmeye şu satırlarıyla devam eder: “Başkalarını bilemem ama benim için müzik,
hayatın en değerli renklerinden birisi. Bu yüzden de, artık bir ritüel hâline
gelen Viyana Filarmoni’nin 1 Ocak konseriyle yeni yılı karşılamak bana iyi
geliyor…”
Flarmoni Orkestrası’nın icra ettiği senfoninin Avrupalı için sanat
değeri olabilir. Mezkûr sömürge aydınının mûsikî zevki senfoniden yana
olabilir? Fakat millî mûsikîsi engellenmiş, Batılılaşma inkılâplarının zulmüne
uğramış Türkiye’de Viyana Flarmoni Orkestrası’nın icra ettiği mûsikî Müslüman
Türk toplumunun rûhuna ne verebilir? Gönlüne ve dimağına ne damıtabilir?
Avrupa’nın kültür işgalinden kurtulmaya çalışan Türkiye’de “Viyana’da senfoni dinlemenin hüzünlü
albenisi” mi kaldı yazılacak?
Kemalist Tek Parti Dönemi’nde millî mûsikîsine ambargo konulmuş Türk
toplumuna senfoni mi kaldı tavsiye edilecek?
SENFONİ
“BATILILAŞMA İHÂNETİNİN” MÜZİK KOLUDUR
Avusturya’nın Hofburg Sarayı'nda her yıl Avusturya’nın
Osmanlı Türklerinden kurtuluşunun hâtırasına Flarmoni Orkestrası tarafından
icra edilen senfonileri dinlemek sömürge aydınının işidir. Viyana Flarmoni
Orkestrası’ndan 40. Senfoniyi dinlemek sömürge aydınlarının ruhunu
kanatlandırabilir. Mûsikî zevkiyle bu ülkenin muazzez medeniyetine
yabancılaşmış aydınların (Batı entelijansiyası demek lâzım) yüz elli yıllık
mağlubiyet psikolojisinin uzantısıdır bu... Abdülhak Hamid’den Tevfik
Fikret’te, Abdullah Cevdet’ten Orhan Pamuk’a kadar bu ülkede yaşayıp da Avrupa
kültürünün acentalığını yapan sömürge aydınlarının tabiyet değiştiren ruhlarını
dindirmek için aradıkları liman senfonidir, Viyana’dır, Paris’tir…
MÛSİKÎSİMİZDEN
HAZZETMEYEN MÜSTAĞRİB AYDINLAR
Avrupa’nın mûsikîsine meftun olmak, “gâliblerin çizmesini
yalayan” a’raf’ta kalmış sömürge
aydınlarının özentisidir. Kendi irfanından kaçan, kendi mûsikîsinden zevk
almayan, Doğu Batı arasında kalmış eklektik aydınların aşağılık duygusudur.
Tasavvuf menşeli türküleri “ilkel” ve îlahîleri “dinsel” bulan sömürge
aydınlarının Batı’nın senfonilerinden haz almaları ruhlarının
sömürgeleşmesindendir. Batılılaşma inkılâplarıyla mûsikîsi yasaklanan, İslâm
medeniyet değerleri “redd-i miras” edilen, dili ve ruhuyla kendi öz mûsikîsine
karşı aç bırakılmış bu ülkenin insanlarına özendirici bir şekilde senfoni
dinlemenin erdemlerinden ve hüznünden bahsetmek ağır bir ruh kirliliğidir.
İlk mekteplerden üniversiteye kadar tasavvuf mûsikîmizin, tasavvuf
şiirlerinden bestelenmiş türkülerimizin âcilen gönül ve dimağlara yerleştirmeye
çalıştığımız şu zamanda, sömürge aydınının “Viyana Filarmoni Orkestrasının geleneksel konserini bizzat Viyana’da
izlemeyi çok isterdim ama böyle bir şansım hiç olmadı. Bu sene konserin
tamamını izleyemedim ama, önümüzdeki günlerde özel bir Viyana filarmoni
gecesiyle kendime ait bir zamana yolculuk yapmayı düşünüyorum…” satırları
genç kitlelerin dimağını katlediyor.
HÜZNÜNÜ ECNEBÎ MÛSİKÎDE ARAYAN AYDIN
Sömürge ruhlu aydınlar dün de bugün de gönlümüze şifa veren,
hüznümüzü terennüm eden öz mûsikîmizin ustalarını dinlemezler! Oysa bu
değerlerimiz asırlardır bizi millet yapan, gönül ve dimağımızı âbad eden,
mâveraya kanatlandıran değerlerdir. Ruh ve zevkleri tabiyet değiştirmiş sömürge
aydınları bu değerlerle kalbî ve zihnî bağ kuramazlar. Bir Selâtin câmiinde
aşirhanların dört makamda okuduğu dinî mûsikîmizin en muhtevalı ve sanatlı
formlarından biri olan mevlid-i şerif’ten zevk almazlar. Selânın ulvî hüznünden
gönülleri yanıp tutuşmaz. Yunus Emre’nin şiirlerinden bestelenen bir ilâhî, bir
türkü, ruhu Viyana’ya iltica etmiş sömürge aydınında hiçbir şey ifade etmez.
Kağızmanlı Hıfzı’dan, Erzurumlu Emrah’tan ve Hatayî’nin şiirlerinden
bestelenmiş tasavvuf tadında bir türkü, “ruhunun huzurunu” senfonilerde arayan
sömürge aydınlarının gönlüne şifa olmaz.
“HÜZÜNLERİ DİNDİRMENİN” LİMANI
SENFONİ Mİ, TÜRK MÛSİKÎSİ Mİ?
“Acıları
hafifletmenin, hüzünleri dindirmenin en güzel yolu müziğin o muhteşem
limanlarına sığınmaktır” diyerek, ruhunun acılarını
senfonilerin limanlarında dindirmeye çalışan sömürge aydınına sormak lâzım:
“Hüzünleri dindirmenin” (hüzünleri sevmenin demek lâzım) yolu hangi mûsikînin
limanındadır? Senfoni mi? İsmail Dede Efendi mi? Mustafa Itrî’mi? Neşet
Ertaş mı? Âşık Veysel mi?
(ilbeyali@hotmail.com)