Sömürüye karşı kalabalıklar

Yalnızlaşmaya, yabancılaşmaya meyilli, hatta istekli bir dünyadayız. Üstelik yalnızlığın bedelinin ne kadar ağır olduğuna şahitlik ederken…

Geçtiğimiz haftalarda İngiltere'de yalnızlık bakanlığının kurulduğunu duyduk. Gerekçe ise yalnızlığın insan için sigaradan daha zararlı olmasıydı.

Irkçılığın elebaşı sayılan ve steril toplum için dünya yıkılsa taassubundan vazgeçmeyen İngiltere Batı'nın zirvesi iken kültürel ve insani bakımdan yaşanan bu çöküşe politikayla deva arıyor. Diğer düşündürücü mesele ise ülkede yaşayan dokuz milyon insanın yalnızlığını bir ölümcül bir bağımlılık gibi sigarayla karşılaştırıyor olmaları.

Batı'nın bir toplum geleneği olarak dünya dertlerine dair sağırlığı, mensubu olan kitlelerin olan bitene dair duyarsızlığını da artırıyor elbet. Ama kendinden başka kimseyi düşünmeyen insan modeli, yalnızlığın imha edici üstünlüğüne yenilmiş oluyor.

Tabii bu anlayış olduğu yerde kalmıyor. Küreselleşme her türlü buhran gibi bencilliği de yaygınlaştırıyor. Yaşantı ve gelenekte zıtlık da olsa dünyayı küçülten iletişim ağıyla bulaşıyor.

Komşu komşuyu, hısım hısımı tanımazken, en tanış olduklarımız hasımlarımız. Karşıtlık dikkatleri celbediyor. Bu insanın fıtratında var.

Bir mazlum kendine zulmedeni iyi bilir. Bilme onu tanımadır, bazen bu tanışlık öyle ileri gider ki, saplantıya dönüşür ve kişi kendine kast edeni kendinden daha iyi bilecek duruma gelebilir hatta etkilenebilir.

Sömürge ülkeler, bu açmaz için çoğul üzerinden en belirgin örnek. Burada hafifletici sebep; sömüren ülkenin kanuni ve askerî yaptırımlarla köleleştirme ve gündelik yaşamları üstündeki kritik yaptırımlarla özünden uzaklaştırma politikası.

Gücü fazla olan sömürme hakkını kazanmıştır. Bu teslim olmuşluk düşmanın işini kolaylaştırır. Önce toplumun özgün hâllerine ilişkin zihni silikleşir, sonra da bu fertlere sirayet eder. Ama bu güçlerin karşılaşması değildir. Şartları eşitlemenin bir yolu olmadığından yenik bir topluluğun dayatılanı kabulden başka bir çaresi kalmamıştır.

Bir taraftan da düşmanla onun üstülük vasfından dolayı daima mesafe vardır. Sömürülenin gücü onu tanımaya ve maksadını kavramaya yetmez. Zaten yettiği anda kafa tutacaktır.

Güçlerin karşılaşmasından ise tabii bir karşıtlık doğar. İki taraf da üstünlük çabası içindedir. Kısa süren yenik pozisyonlar gardın düşmesine yetmez. Yenişmek imkânının olmadığı durumlarda düşman daha fazla fire verir. Tehlikeli hamlelere karşı koyabilmek, o hamlenin kaynağını keşif ve analizle mümkün olunca düşman en ince detaylar görülünceye kadar yakınlaştırılır. Mesafe azalır, etkileşme artar.

Dünyanın hem haritada hem de dinî yaşantı ve buna mukabil oluşan kültür üzerinden Doğu-Batı başlığında ikiye ayrılması, sömürüye rağmen karşıtlıklarla örüntülü bir hâl oluşturur.

Doğu'nun hâlâ korumaya uğraştığı erdem, irfan, ilim ve derinlik sezilebilir ama netleşmesi zor bir hâldedir. Çünkü Batı, her satıhta egemen güç olarak Doğu'yu Doğu yapan unsurları sentezlemiş ve zihinleri bulandıran yöntemlerle “geri dönüş”türmüştür.

Uzakdoğu'da evlere ayakkabı ile girmeyenlerin torunları fast food zincirlerinde karın doyurup, meydanlarını New York türevleri ile döşer. En büyük savaşları Amerika merkezli Batı iledir. En büyük düşmanları da onlardır. Yine de Batı'nın, doğal güzelliklerini ve kültürlerini “egzotik” başlığında ucuz turizm pazarına dönüştürmesine engel olamazlar. Nesiller devamlı Batı'dan ithal “modernlik” ve gelenek arasında bir seçim yapmak durumundadır.

Bütün bunlar kendi coğrafyamız adına da son derece tanıdık. Hiçbir zaman sömürge statüsünde olmadık ama Tanzimat'tan bu yana sömürülmüş bir kültürle hemhâl durumda bırakıldık. Bugün hâlâ “değerler” üzerinden süren iç çatışmalarımız, özü hakir gören ithal anlayışların “yükselen değer” olarak dayatılmasıyla kemikleşti.

Artık manevi değerlerimizin sonuna kadar sömürüldüğünü kabul etmek durumundayız. Belki bu kabul, memleketin iyiliğini isteyenlere karşı duranların bu tavrının kaynağını anlamamıza yardımcı olur.

İçinden geçtiğimiz ve geniş çaplı etkilendiğimiz bu sancılı ahval, maddi-manevi zulme maruz kalmış her toplumun genellikle bizden daha yoğun yaşadığı bir devinim.

Batı'dan esen rüzgârlardan kısa sürede etkilendiğimiz çok açık, ama bu zamanda bir de toplumu liflerine ayıran ferdî yalnızlık krizleri bize hiç iyi gelmez. 

Her tür sömürüye karşı duran kalabalıklara ihtiyacımız var.

Ve dünyanın hâline bakınca bizim kalabalık kalmaktan başka çaremiz yok.