18 Ağustos 2018

Sonradan öğrenilmiş çaresizlikler üzerine

Hayatı risksiz ve tam garantili yaşamaya yönelik çaba, ne tarihî ne de dinî bir miras. Medeniyet terkibinin vücut bulduğu toplumların hiçbirinin geçmişinde, bedelsiz huzur pazarlığı bulunmuyor. Huzurun teşekkül edebilmesi için gereken ortamı hazırlarken bütün toplum katmanları, riskleri paylaşma ve üstüne düşen bedeli ödeme konusunda şartlanmış oluyor.

Çünkü dinî referanslar, tarihî miras hatta kısacık süreçlerde ömür tüketen gelenekler bile ferdî garantileri ihtiyaç listesinin başına koyan bir anlayışı öngörmez ve tavsiye etmez. Toplumun selameti için çekilen acılar, yükselen sevinçler, kıtlık, bolluk, savaş, barış, buhran ya da refah, o toplumun mensubu olan herkesle ilgilidir. Bundan pay alamıyorsanız, parçası olamıyorsanız, hangi kültürel birikime ve maddi güce sahip olursanız olun ciddi bir aidiyet sorunu yaşıyorsunuzdur.

İslam tarihinde Hicret, toplu hâlde yaşama, yolculuk etme, karar alma ve “eşit imkân paylaşımı”yla hayatta kalma noktasında önemli mesajlar içeriyor. Peygamber Efendimiz'in (sav) kendi evladının dahi Hicret esnasında “ayrıcalıksız” yolculuk şartları sebebiyle menzile varamadan vefat etmesi, Hicret öncesindeki ambargo sürecinde Hz. Hatice (ra) Validemiz'in bütün maddi kaynaklarını ve gündelik mesaisini sahabeye vakfetmesi, Hicret sonrasında Medineli ve Mekkeli Müslümanlar arasındaki hukuk ve bunun gibi altı çizilesi birçok fedakârlık, bugünkü kimliklerimizin taşıdığı mesuliyeti hatırlatıyor ve talip olabileceğimiz rolleri tasvir ediyor.

İlâhî mesaj, bütün zamanlara hükmediyor. Karmaşayı basitleştirme, bilinmeyeni çözümleme, bütün sıkıntılara göğüs geren tevekkül, kısa anlarda olanı biteni hafızaya şifreleyen tefekkür için ihtiyaç duyduklarımızı içeriyor. Tarih boyunca vücut bulan ve kayda geçmiş bütün olay silsileleri ise bugüne uzanan ve anlayamadıklarımızı açıklayan bilgi donanımını taşıyor. Ferdî sorumluluğunun farkına varmak isteyen, buna talip olan herkese ulaşan bir birikim bu.

Suriye işgalinin sınırı olan ülkelere nasıl aksettiğini ve bu toplumların savaş buhranını nasıl karşıladığını gözümüzün önüne getiren yaşantılar üzerinden bu dinamikleri daha iyi anlamış olduk. Suriye halkının dramının bize anlattığı çok şey var ve bu gidişle olmaya devam edecek.

Ferdi, çürüyüşe sürükleyen de iyileştiren de toplum. Yine de ferdin makul ve doğru olanı yaşama konusundaki direnişi, yol ve yordam konusunda toplumu aydınlatmak için ekilen tohumdur. Zira dinî referanslar da hiç kuşkusuz kişiyi, toplumla hemhâl bir şahsiyet olmaya yönlendirir. Fildişi kuleler, geldiği ve gideceği yeri unutturan bireyselci tutum, çekirdek aileyi de parçalayan maddi ve manevi kendi kendine kalma azmi, bir topluma değil çok gedikli çürümüş bir topluluğa delalet eder.

Bir topluluğa, o toplumdan bağımsız kalarak ya da başka topluluklara bağımlılık geliştirerek aidiyet sağlayamazsınız.

Kadim topraklar üzerinde yeşeren çoklu bir birikimin eseriyiz. Buna rağmen risksiz yaşamayı ve garanticiliği dayatan tüketim çağının içinde ufalanmamız sözkonusu. Bütün bunlar sonradan öğrenilmiş çaresizlikler. Çünkü yalnızca hiçbir çaresi kalmayanlar, geleceğini mutlak garantiyle mühürleme ihtiyacı duyar ve bunu korumak için başkalarının zarar görmesini umursamaz.

Batı'da bütün ilkelliği ile güçlenerek devam eden ırkçılığın kökeninde de bu garantici tutum vardır. Kendini üstün görebilmesi ve bunu dayatması ancak güç iledir ve bu gücü mutlak kılmak için kendinden olmayanı aşağılar. Bu aşağılama ise tek başına yapıldığında anlam taşımaz. Ne yazık ki kötülük çabuk yayılan bir şeydir. Tuhaftır ki bütün bu kitlesel dehşete rağmen toplumlar mikro düzeyde parçalanmaya devam ediyor.

Eminim sizin de dikkatinizi çekiyordur; dünyada artan bencillik ve dünyasını kendi üzerine inşa etme hastalığından mustarip olanlar, yalnızca çıkarları riske girdiğinde çarçabuk bir araya geliyorlar. Onların çıkarlarını sürdürmeleri ise imkân eşitsizliğini körüklüyor.

Son zamanlarda yaşadığımız ekonomik dalgalanma, bu bakımdan bizim için önemli bir toplumsal imtihandı. Hiç unutmamak üzere tarihe not düşülmeli.

Kriz dönemlerinde yapılan boykot çağrılarını önemsiyorum. Bu bizim bir tutumu, toplum olarak sahiplenmemizin en etkili yolu. Ancak bu boykot daha bilinçli ve sürekli olmadıkça kısa vadede yalnızca manevi tatmin olmaktan öteye gitmeyecektir.

En azından şahsi tercihlerde;

Çocuk ve ucuz işçi çalıştıran,

Siyonistlerin savaş ekonomisini direk katkıda bulunan,

İnsan ve hayvan sağlığını tehlikeye atan,

Yerli üretim bile olsa millî ve manevi değerlerimizi kıran, ezen ve yok etmek isteyen,

Bütün üretici ve dağıtımcı firmaların ürünlerine yönelik uygulanacak daimi boykot anlamlı ve önemlidir.

En azından “sonradan öğrenilmiş çaresizlikler”in baskısından kurtulmak, aidiyetsizlerin küstahlığını sekteye uğratmak için…