17 Eylül 2018

Sürdürülebilir Müslümanlık

Sürdürülebilirlik kavramı, hak ettiği şekilde son zamanlarda sıklıkla kullanılıyor.

Sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir inşaat malzemeleri… yanyana geldiği kelimeye yeni bir öz katarak yeniden tanımlayan güçlü bir kavramdan bahsediyoruz.

Kendi muhasebemizi yaptığımızda görüyoruz ki;

Aslında iyi bir toplumuz,

İyi insanlarımız az değil.

Çalışkanız, merhametliyiz, iyilikseveriz.

İmanımız, ibadetimiz, vicdanımız, samimiyetimiz…

Ayrıca güzel fikirlerimiz de var,

Parlak projelerimiz,

Ancak bütün bu güzelliklerimiz sürdürülebilir değil ise, işe yarar bir sonuçta yok!

Sürdürülebilir ibadetlere, sürdürülebilir tebliğe, sürdürülebilir ailelere, sürdürülebilir ebeveynliğe,  sürdürülebilir iyilik hareketlerine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

Çabuk ısınıyor, enerji dolu başlangıçlar yapıyor, ancak enerjimizi zamana yaymayı başaramıyoruz.

Hâlbuki Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “Allah'a en sevimli gelen ibadet, azda olsa devamlı olanıdır” (Buhari, Rikak 18) buyurarak bizleri uyarmışta bulunuyor.

Allah'ın yeryüzündeki halife adayı olarak, iyi bir Müslüman olmak istiyorsak:

5 vakit namazımızı, orucumuzu, zekâtımızı, sadakamızı, zikrimizi, kardeşliğimizi ve tebliğimizi sürdürebilmek zorundayız.

Mırıldanmaları işitir gibiyim “Evet, evet, biliyoruz bunları…” Bu bıkkınlık neden peki, söyleyebilecek miyiz? Öyleyse cevabımızı yine Kuran ve Sünnetin rehberliğinden bulalım.

“İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:

Bir adam bir başka adama rastlar ve:

-Bana baksana! Allah'tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, o adamla aynı işi yaparken tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalplerini birbirine benzetti.” Bu sözlerinden sonra Resûl-i Ekrem şu âyeti okudu:

“İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud'un ve Meryem oğlu İsâ'nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, başkaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara ahiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah'a Peygamber'e ve ona indirilen Kur'an'a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir” (Mâide sûresi 77-81)

Hz. Peygamber (S.A.V.) bu ayetleri de okuduktan sonra şöyle buyurdu:

Hayır, Allah'a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî)

 

Çok acı bir gerçek ki, bizlerde bugünlerde aynı hataları yapıyoruz.

Yani kötülüğün kendini geliştirdiği bir zamanda, kötülüğe karşı ciddi bir tavır koyamıyoruz. Tebliğ vazifesini yapıyorsak ta sürdürülebilir hale getiremiyoruz.

Bu sebeple kalplerimiz bozulmaya ve kötü olanı normal, iyi bir şey olarak görmeye başladı.

Olaylar üzerinden ustalıkla çalışan münkerci medya kolaylıkla kalplerimiz değişiveriyor. Büyük bir kitle iyi olanı kötü sanarak lanetliyor. Kötü olana ise gönülden destek veriyor.

-Ergenlikte gerçekleşen nikâha öfke, zinaya ise destek.

-Hacca gidene hakaret, eşcinsel şarkıcıya tam destek.

-Hafız gence köstek çok, piyano çalıyorsa övgüde sınır yok.

-Kurbana derler katliam, sektör cinayetlerine laf yok, aman ticarete devam.

-Suriyeliye öfke sel, batılıya asla sinek kondurmaz bizdeki entel.

-“Faiz düşse de kredi çeksek” düşüncesi; ama demiyor ki kimse “faiz haramdır, bu düşüncede neyin nesi?!”

Bütün bu ve daha nice algı çalışmalarının büyük bir kitleyi etkileyerek başarıya ulaşması, dindarların ise tavırsız kalışı, hadisi şerifte ve ayette okuduğumuz üzere, sürdürülebilir tebliğ çalışmalarına bir türlü başlamamamızdan kaynaklanmaktadır.

Her şeyde olduğu gibi, Allah'ın merhametini çekecek amelleri yerine getirmek ve azabını uzaklaştırarak hayatı yaşayabilmek için yine O'nun yardımına ihtiyacımız var.

Biz Allah'ı unutmayalım ki, unutulanlardan ve lanete uğrayanlardan olmayalım.