16 Eylül 2015

Suriye’de kaos ve Türkmenler-I

Kaos, bugün, Suriye'nin diğer adı oldu. Küresel ve yerel hesapların ağında bir strateji batağına dönen ülkedeki ateş sınırlarımızı aşarak ülkemizi de yakmakta. Suriye, şüphesiz, Türklerin tarihinde ortaçağlar boyunca son derece önemli bir merkez olmuştur.

Hanoğlu Harun, Afşin ve Sunduk beylerle başlayan Suriye maceramız, Kurlu Bey tarafından bölgede kurulan bir beyliğin Suriye Selçuklu devleti halini alması ile siyasi bir yapıya dönüştü.

Bu yapının Halep ve Dımaşk merkezli varlığı ile Suriye'de Türklerin 1065'lerden başlayan bir geçmişe dayandığı görülür. Bu süreç bizi uzun süreli bir perspektifle Suriye'ye bakmak durumunda bıraktı. Özellikle Memlûkler ve Osmanlılar, Suriye'ye tarihi ve kültürel alaka duymamızın ötesinde aktüel alakamızı da harekete geçirmektedir.

Zira bahsedilen bu iki devrin izlerine Şam'da hala rastlamak mümkündür. Bu tarihi süreç, Türkiye'yi Suriye'de Türkmen olgusu ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bugün Suriye'de Halep, Şam, Rakka, Hama, Humus ve Lazkiye gibi bölgelerde Türkmenler değişik bölgelerde muhtelif gruplar halinde yaşamaktadırlar. Buradaki Türkmenlerin bir kısmı Türkçelerini korurken diğer bir kısım ise Türkçeyi unutmuş bulunmaktadır.

19. asırda yaşanan yeni düzen kurma çabaları içinde İngiltere ve Fransa'nın bölgede oynamaya başladığı rol Osmanlı sonrası Suriye'sinin bugüne kadar devam edecek trajedik sürecini temsil eder. İktisadi ve teknolojik bağlamdaki dönüşümlere ayak uyduramayan Doğu Osmanlı ile temsil ettiği cihan gücü vizyonundan mahrum kalarak küçük bölge devletçikleri statüsüne çekilmişlerdir. Fransız İhtilali'nin oluşturduğu o özgürlük ve milliyetçilik tsunamisi Arap dünyasında “bahar” görünümlü hazanlar estirirken bölge çizilmiş suni sınırlar içinde yüz yıllık trajedisini yaşamaya başlamıştır.

19. asır ve 20. asrın başı kadim coğrafyamızın bir herc ü merc zamanıdır. Hindistan Babürlerin elinden çıkarak İngilizcilerce 1857'de işgal edilmiş, Afganistan 1893 Durand sınır anlaşması ile bugüne kadar sorunları yaşayan bir coğrafya olmuş,

1882'de Mısır ve 1878'de Kıbrıs İngilizlerce işgal edilmiş, İran yaşanan bu kargaşandan nasibini almıştır. Bu gücün geri döndüğü tek yer ise Çanakkale olmuştur. Enerji yolları üzerindeki tüm engeller teker teker önce kömürle sonra petrolle beslenen bir tek dişi kalmış canavar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Sonuçta, fayda ve hesabı öngören bir uygarlık kadim coğrafyamızda kendi hükmünü icraya başlamıştır. Tüm bu gelişmeler içinde Irak ve Suriye Türkmenleri de savrulma ve bölünmelerden payını almışlardır.

Suriye her son dönemeçte bir küresel ve bölgesel hesap bataklığına dönmüş bulunmaktadır. Beşşar Esed rejimi Rusya'nın, İran ve Irak Şii destekli bir yapının yardımıyla bu durumdan sıyrılmaya çalışıyor. İçeride “terör” odağı olarak belirlediği unsurları ise nedense dünya basınında gizlemek ihtiyacı hissediyor.

Suriye'de yaşanan istikrarsızlık ve bölünme doğrudan Türkiye'yi etkilediği için durum tabiatıyla bir iç iş haline gelmektedir. Değilse Türk halkının Suriye'ye ve halkına ve vatanına saygısı ve kardeşliği bakidir.

Türkiye politikasını tarihsel alakalar ve güncel realitelere ve zamanın ruhunu da göz önünde tutarak hareket etmelidir. Yanılmak da mümkündür isabette ama doğru olan son ana kadar realiteden kopmadan ve vicdani olandan uzaklaşmadan hareket etmektir.

Tarih boyunca bölgemizde var olan din odaklı cennet vaad eden bir ideoloji, siyasi amaçlara yönelmiş bir saha hâkimiyeti stratejisi ve vekâlet savaşları için uygun zeminde gelişen yapıları cümlesinden olarak IŞİD coğrafyamızın siyasi ve kültürel yapısında dikkat çeken yapılardır.

İran ve Suriye'de ciddi manada Haçlı Savaşları'nın da oluşturduğu zeminden yararlanan Haşhaşiler siyasi ve askeri mekân elde etme şansı bulurken ABD'nin Irak işgali sonrasındaki zeminde el-Kaide'nin dönüşen bir varyantı olarak Suriye'de Arap Baharı! Olaylarının geliştirici zemininde yükselen IŞİD Maliki politikaları gibi yanlışlardan ve Esed rejiminin yardımlarından ve dahi küresel güçlerin efsunlu nefeslerinden yararlanarak gelişmektedir.

Haşhaşiler gibi yapıların kaleler çevresinde ve suikastlar yoluyla korku ve tedhiş ile sağlamaya çalıştığı üstünlüğünü IŞİD bombalı arabalar ve şehir hâkimiyeti görüntüsü altında yürütmektedir.

Hasan Sabbah sonrası dönemlerde kendi içinde dönüşümler yaşayan Haşhaşilik yani Nizari İsmaililiği gibi IŞİD de Üsame b. Ladin sonrasında el-Kaidenin geçirdiği dönüşümler benzeri strateji ve hareket değişimleriyle dikkat çeker.

Haşhaşiler, Şii jeopolitiğinin tarihsel bir varyantıdır ve bugün benzerleri ile özellikle Suriye'de ruhu yaşamaktadır. Ortadoğu'nun yeni dönem işgal ve vekâlet savaşları Osmanlı'nın yıkılışından sonra bölgenin 1916 Sykes-Picot antlaşmasındaki ayrıştırma ve kalemle çizilen sınırların içerisinde bölge kaostan kaosa koşmaya devam etti.

Sykes Picot paylaşım planın haritası bugün Şii Hilali olarak adlandırılan ve IŞİD'in hareket alanı olarak görülen bölgeyle kabaca karşılaştırıldığında dikkat çekici örtüşmeler görülmektedir.

Haşhaşilerin İran ve Suriye üzerinde Haçlı saldırıları ile sarsılan bölgede yürüttüğü savaş bugün başka görünümlü oluşumlarla devam etmektedir. Manzarada eksik olan tek şey Selçuklu ve Osmanlı çizgisinde dengelere müdahale gücü olan bir yapının yokluğudur. Haşhaşiler, 1113'de Mevdud b. Altuntegin'i şehid ettiklerinde bir rivayete göre Kudüs kralı Tuğtekin'e yolladığı mektupta şu tarihi sözleri eder. “İslam'ın direği (yani Mevdud) bir bayram günü, hem de Allah'ın evinde öldüren bir millet, elbette Allah tarafından imha edilmeye layıktır.” der. Bugün Suriye'de öldürülen her canın yerel mesulleri bu muhatabın aktüel muhatabı olmaktadırlar.

Peki ya Türkmenler bu çıkmazın neresinde duruyorlar? Ya da kaotik Suriye'de politikamızın hangi mecrasında yer alıyorlar?