13 Haziran 2016

Suriyeli misafirlerimizle bir gün

Türkiye'de yaklaşık 3 milyon Suriyeli kardeşimiz var. Hangi ile giderseniz gidin illaki Suriyeli ailelerle karşılaşırsınız. Hepsinin kendine göre hikâyesi var. Başından geçmiş acı olaylarla yoğrulmuş bedenleri “bakın der bu da geçti başımızdan”…

Geçtiğimiz Pazar günü bir kardeşimizle beraber birkaç Suriyeli aileyi ziyaret edip, karınca kadarınca bir el uzatalım dedik. Mihmandarımız Yasir Bey'i aradık, kendisini aldık, istikamet Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinin eski mahalleleri olarak bilinen Fatih mahallesiydi. Kuruçeşme'den mahalleye girerken haftada en az birkaç defa geçtiğim caddeye daha dikkatli bakmaya başladım. Gerçekten her şey süratle değişiyordu. Dükkânlarda çok sayıda Arapça tabela gözüme çarpmıştı. Aynısını İstanbul'un bazı kenar ilçelerinde de görmüştüm, Ankara'da da… Ama şimdi yaşadığım kentte daha yoğunluklu olarak göze çarpıyordu. Bağlar dört yolda durduk, 50'li yaşlarda bir mihmandar hanımefendi geldi, bizi aldı ve yürümeye başladık, hiç de yabancı olmadığım bir sokağa girdik, hatta bir hafta önce aynı sokağa gitmiştim, az ileride dayım oturuyor, onu ziyaret etmiştim. Ama şimdi farklı bir vesileyle aynı sokaktaydık. Dar bir kapıdan girdik, dik bir merdivenden yukarı çıktık, kapıyı çaldık yaklaşık bir- iki dakika sonra beyaz bir beze sarılı şekilde nur yüzlü 40- 45 yaşlarında bir hanımefendi ürkek bakışlarla kapıyı açtı, selam verdik, çocukları geldi, en büyüğü 14 yaşında bir erkek çocuk. Buyur ettiler, girmeyeceğimizi söyledik, aslında hanımefendi şaşırmıştı, yanımızdaki emaneti ilettik. Müsaade istedik. Mihmandarımız kadının eşinin Suriye savaşında şehid olduğunu kendisinin de üç çocuğuyla Diyarbekir'e yerleştiğini ve bu tür yardımlarla idare etmeye çalıştığını anlattı yol boyunca…

Arabamıza bindik yaklaşık 300 metre ilerde tekrar durduk, bir bakkala doğru gitti mihmandar, genç 20'li yaşlarda küçücük bir dükkânda bakkal tarzı bir yer işleten bir genç vardı. Dükkânın darabasını kapattı,  beraber yürüdük, Halep'ten geldiklerini anlattı. Savaşı ve zorlukları anlattı. Yaşamaya çalıştıklarını ve burada küçük bir Suriye oluştuğunu ifade etti. Dar sokaklardan geçtik, çıkmaz bir sokağın en son evine doğru gittik. Hatta arkamızdan küçük bir çocuk ‘abi orası çıkmaz sokak' dedi, gülümsedik ve devam ettik. Yıkık, virane evlerin arasında durduk, bir kapıyı çaldık, yine bir- iki dakika sonra yaşlıca bir teyze açtı, nur yüzlü, 70'li yaşlarda minnacık bir teyze, buyur etti, işimiz olduğunu belirterek halin hatırını sorduk, ettiği her kelamın ardında bir dua vardı. Emanetini teslim ettik, usulca müsaade istedik. Mihmandarımız, teyzenin oğlunun savaşta şehid olduğunu, gelini ve 5 yetimiyle beraber gelip buraya yerleştiklerini anlattı. Gözlerimiz doldu. Kimse kimseye bakmadan ilerliyorduk, sonra başka bir kapıya, başka bir kapıya… Neredeyse tüm hikâyeler aynı… Birbirinin kopyası gibi ama gerçek…

Bir getto oluşmuş, Suriye gettosu… Tek fark var, ortalıkta kimseler yok, savaşın verdiği çekingenlik tamamının üstünde, sokakta neredeyse çocuk bile yok. Herkes kendi yoksulluğunu kapalı kapılar ardında yaşıyor.

Diyarbekir'in ortasında bir Suriye Mahallesi kurulmuş, bir süre önce PKK hendekleri hikâyesi nedeniyle boşalmış bir mahallede şimdi Suriyeli kardeşler hayata tutunmaya çalışıyorlar. Bir umut var yüreklerinde… Kapıları her çalındığında belki de yeniden yeşeren bir umut… Biz kendimize yetimleri ziyaret etme şartı koşmuştuk, belki bir başkası hepsini ziyaret eder, bu Ramazan vesilesiyle…

Mahalleden ayrılırken Ğays'ın, Yakup'un o tatlı gülümsemesi kaldı akıllarımızda. Unutmayalım, ne derdimiz olursa olsun, bizim Suriyeli kardeşlerimiz var misafirlerimiz olarak…