12 Temmuz 2016

Suriyelileri istemiyoruz çünkü korkuyoruz…

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verileceğini açıklamasından sonra yaşanan kargaşa Marie Curie'in sözlerini hatırlatıyor.

'Korkulacak hiçbir şey yoktur hayatta' diyor Curie.

‘Bütün korkular, sadece anlamamaktan doğar. Artık daha az korku için daha fazla anlamanın zamanı.' 

Aynen bu biçimde ruh halimiz. Bir yandan sürekli büyüttüğümüz korkularımız, öte yandan o korkuları içimize düşürenleri anlamamak için inatla ayak diremelerimiz.

Öyle korkular ki bir ülkeye sığınmak zorunda kalan insanlara el uzatmak gibi en alelade insani prensipler dahi unutulup, rezil rüsva utanılası örneklerle yansıyabiliyor hayatımıza.

Tanınan bilinen, hani abiyene deyimle adamdan sayılan kelli felli insanlar dahi aynı korkuların derdine ağızlarına geleni, matrah bir şeymişçesine savuruyorlar üstümüze.

Onca okumuşluklarını, eğitimlerini boşa çıkarırcasına yakıcı bir insanlık dramına bakışlarını dahi Erdoğan gerçeğini anlamamaktan kaynaklanan korkular şekillendiriyor.

Kendilerini modern, çağdaş, ilerici, demokrat gibi sıfatları kolayca yakıştıranlar da var aralarında, farklılığından ötürü ötekileştirilmelerin sıkıntılarını yaşamışlar da, bir zaman önce benzer acıları yaşayanları da.

Ağızlarından düşmeyen medeniyet, demokrasi, hak hukuk, özgürlük sözleri en temel insani tavırların test edildiği bir felaket karşısında duvara çarpan bir cam bardak misali parça parça dağılıyor çünkü bütün o sözleri gerçekten anlayabilmiş ve özümseyebilmiş değiller.

Bütün o albenili tariflerin makyajı dökülürken nasıl marazi bir ötekileştirici, reddedici, empati yoksunu bir dili kuşanabildiklerinin ayıbının değil, arsızlığının yayılması da ondan.

Aklınız, vicdanınız, adalet duygunuz üşüyor, korkudan buz kesmiş ruhsuzlukları karşısında. Çünkü korku ve anlamama hali ne kural tanıtıyor dillerine ne değer bildiriyor.

Korkunun cehaletiyle şekillenen yegâne tavır ‘Erdoğan ne söylüyor ve yapıyorsa onun tersini söylemek ve yapmak' gibi bir ilkesizlik üzerinden yükseldiğinden insani açıdan nasıl irtifa kaybettiklerini de göremiyorlar tabii ki.

Korkunun hışmıyla iki şeyi birbirinden ayırmadıkları için de ne ayıp, günah, yazık ne de tırnak ucu kadar bir sıkılma, utanma var dillerinde.

Üstüne birbirilerinden güç aldıkça akla hayale gelmeyen hakaretler, küfürler savuruyorlar, aslı astarı olmayan çamurlar atıyorlar, gün görmemiş yalanlar uyduruyorlar posaya dönmüş insanlıklarına aldırış etmeden.

Hatırlayın bugün vatandaşlık meselesine takılan bu güruh, mülteciler bu ülkeye adım attığından beri hep böyleydiler aslında, söylemedikleri kalmadı.

Yok, Suriyeliler kabaydılar, pistiler, hem pervasız hem tehlikeliydiler...

Otobüse, metroya, dolmuşa para vermiyor, işin cılkını çıkaranlar ‘Tayyip'ten al' şımarıklığına vuruyorlardı...

Rahat durmuyorlar, kadına kıza sarkıntılık ediyorlar, sürekli olay çıkarıyorlardı…

Yok, huzurlu, mutlu halkımızı rahatsız ediyor, esnafımızı dolandırıyorlardı...

Dilencilikten, hırsızlıktan başka bir şey bilmeyen, pasaklı beceriksizlerdi...

Onca olanağa havadan konmalarına rağmen yaşadıkları yerleri, sunulan imkânları beğenmeyen nankörlerdi…

Boşuna zorluyoruz aklımızı insanın nasıl bu denli zıvanadan çıkabileceğini anlamak için. Çıktılar işte ve çok bir şeymiş gibi inadımıza inadımıza korkularının esiri oldular.

Öyle ki kuşandıkları korkulu pervasızlık, kapıya dayanan bir sorunu, insaniyetten geçtik ekonomik, sosyal, psikolojik, tarihi ve kültürel açılardan analiz edip, anlamaktan da uzaklaştırıyor onları.

Her yeni adıma, projeye, plana ağızlardan dökülen nefret, öfke, ret, değersizlik, nasipsizlik hali ile tepki verdiklerinden sadece kendilerini değil bütün bir toplumu da zehirliyorlar.

Çünkü her daim kör bir inatla retçi kesilip ‘istemezuk' hallerini kuşandıklarında, meseleleri analiz etmeyi, enine boyuna düşünüp anlamayı dert edinmeyen ve benzer inatla ama her şeyi sorgusuz sualsiz doğru kabul etmeye meyilli ‘ne olursa olsun isteruz' diyenlerin ortaya çıkmasına da sebep oluyorlar.

Harale gürele yapılan ve sadece nefrete, öfkeye, kötüye, redde odaklanmış tepkiler, ne yazık ki fark ettirmeden 'korkulacak hiçbir şeyin' olmadığını ve korkuyu yaratanın sadece anlamamak yani meseleyi enine boyuna analiz etmemekten kaynaklandığı gerçeğini unutturuyor herkese.

Oysa her şeyin başı gerçekten anlamaktan geçiyor. Anlayabilsek hem insanlığımızın dibe vurmasına engel olacağız hem de iktidarca alınan ve bütün bir toplumu ilgilendiren bir kararın her kesimce her yönüyle değerlendirilip, en sağlıklı ve en ideal şekilde pratiğe aktarılmasını sağlayabileceğiz hep birlikte.

Suriyeli mültecilere verilecek vatandaşlık korkusundan da sürekli manipüle edilen diğer uydurulmuş korkulardan da kurtulabilmek için gerçekten bir anlama seferberliği şart artık bu topraklarda.