17 Mart 2020

Tanrı ruhun oksijenidir

  Tolstoy, "İtiraflarım" adlı kitabında şöyle bir itirafta bulunur:

"Sadece Tanrı'ya inanmış olduğum anlarda yaşamış olduğumu hatırladım. Bu, geçmişte nasılsa bugün de öyleydi. Yaşamak için Tanrı'nın varlığının farkında olmaya ihtiyaç duyuyordum. Onu unutmaya ya da inkâr etmeye çalıştığımda ölüyordum."

 

  Tolstoy'u inançsızlık buhranından çekip alan şey, Tanrı'yı bilme, O'nu hissetme ihtiyacıydı. Tolstoy haklıydı. Varoluşsal sancılar çekerek kıvranan bu ruh, haklıydı. Çünkü tam da onun itiraf ettiği gibi oluyordu. Yani insan Tanrı'yı hayatından çıkarmak istediği an, boğuluyordu. Çünkü Tanrı, ruhun oksijeniydi. İnsan bir an olsun O'nu ruhunun evrenine çekmezse, ruhu oksijen kaybından kıvranıyordu.

 

  Tolstoy, içindeki inançsızlık fikriyle savaşırken sonunda iç sesine kulak kesilir ve devamında şu itirafı dillendirir:

"Bu O. O, onsuz yaşanılamayandır. Yaşamak ve Tanrı'yı bilmek aynı şeylerdir. Tanrı varoluştur. Tanrı'yı arayarak yaşadın mı, bir daha Tanrısız yaşayamazsın."

 

Tolstoy şunu fark etmiş olmalıydı; Ruhun, içinde bulunduğu bedende huzurlu bir şekilde kalabilmesi için, Tanrı'nın varlığı , zihninde pâyidar olmalıdır. Tanrı yoksa her şey muğlak ve başıboştur. Her şey Tanrı ile bir anlam kazanıyor.

 

"Tanrı" fikri, büyük bir hiçliğin, boşluğun çöllerinde kavrulan ruhun;  anlamsızlığı, amaçsızlığı ve huzursuzluğunu silip atar.

Ra'd Sûresi 28. ayette şöyle buyurulur: "...çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah'ı anarak huzura erişir."

Ayette de değinildiği üzere insanı huzursuzluğun pençesinden çekip alan şey, insanın hasletinde olan Tanrı'ya inanmak fikrinden başka bir şey olamaz.

Ruh, Tanrı'yı özler. Tanrı yuvamızdır.