05 Temmuz 2022

Tanrı Uludur'dan Allah'u 'Ekmer'e muhafazakarlaşan Türkiye

Başlığı okuyanlar hemen bir yazım yanlışı olduğuna hükmedecektir muhtemelen. En baştan bu hükmü hükümsüz kılmak isterim. Yaklaşık kırk beş gün boyunca bulunduğum köyün camiinin hoparlöründen, bu garip telaffuzu dinlemek durumunda kalmış olmaktan dolayı, bu başlıkla bir yazı yazma gereği duydum. .  Köyün delikanlı imamı, kimsenin bilmediği bir sebeple, ezan okurken çoğunlukla “Allah’u Ekmer” şeklinde telaffuz ediyor. Bu telaffuzun sebebini öğrenmek isteyenler netice alamadığından, ben de bir girişimde bulunmayı zait addettim. Üzülmekten ve uzun boylu düşüncelerin girdabına dalmaktan kendimi alamadım

Çocukluğum köyde geçti. Yaşlılar, köyün eskilerinden bir nefeste onlarca hoca ismi sayarlardı; Molla Ömer, Molla Osman, Molla Recep…  Ne yazık ki, özellikle taşraya atanan imamları nitelik itibariyle tarttığımız zaman, devletimizin köyü ve köylüyü gözden çıkarmışlığına dair alametleri, çok sarih olarak görmemiz mümkündür. Ülkemizin son kırk yılının muhafazakârın devri iktidarında geçtiğini nazarı dikkate aldığımızda,  bu nitelik kaybının üzerinde enine boyuna düşünmek gerekiyor. Özellikle, siyasal muhafazakârlığın dozunun artmasına mukabil, muhafaza edilmesi beklenen şeylerin ziyana uğraması ayrıca üzerinde durulmayı hak ediyor.  Kırsal yerleşim alanlarındaki imam efendilerin evsafı bağlamında ise, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın meseleye yaklaşımı ve işi tutuş şekli muhakkak sorgulanması gereken bir husustur. Bir kurumun tabanındaki nitelik kaybı tavanıyla da doğrudan ilgilidir. Aksini iddia eden var ise beri gelsin.

Ülkemizde, idarenin, dine ve dindarlara en mesafeli olduğu günlerde, imamlarımızın toplum içindeki yer ve fonksiyonları, kesinlikle bugünküyle mukayese edilemeyecek ağırlık ve itibarı haizdi. Eskiden insanlar, aralarında bir sorun çıktığında mahkemelere koşmazlar, köy/mahalle imamları müracaat edilen kimselerin en başında gelirdi. İmamlar sadece dinî mevzularda değil, hemen her konuda kendilerine danışılan, istişare edilen kimselerdi. Onlara herkes saygı gösterir, onlar da herkesin iyi ve kötü günlerinde yanlarında olur, her müşküllerinde yardıma koşarlardı.

Şimdi imam efendiler kendilerini mevzuatın çizdiği sınırlara hapsetmiş durumdalar. Mesela köyümüzün imamı, her nedense, değil cami dışında cami avlusu ve içinde bile kimse ile muhatap olmuyor.  Köyde vakit namazlarına artık kimse gelmiyor. İmam Efendi bu durumdan müşteki değil.  Çoğu zaman ezan “Ezanmatik”ten çalınıyor. Ezan okunmuyor, maalesef çalınıyor. İmam Efendi’nin bir hutbe okuması ve Cuma Namazı kıldırması var ki, insanın üstüne derin bir ufunet örtüsü çöküyor. Orada ”Cuma Müminlerin bayramıdır.” Hadisi Şerifine dair bir emare görebilmek mümkün değil. Büyük bir usanç ve zorunluluk eseri bir eda rutubet gibi dolduruyor köy camiini.

Tanrı Uludur” zulmünün sürdüğü demlerde, jandarma gelirse haber versinler diye gözcü dikerek ezan okuyan, dipçik yemeyi, hakarete maruz kalmayı, hapse girmeyi göze alan İmamlar “Ezanmatik”ten çalınanı ya da lakayt okunan ezanları duysaydılar ne derlerdi acaba?

 Niyetim köy imamı bir delikanlıyı yermek, onu tahkir ve tezyif etmek, değil elbette.  Keşke bu münferit bir örnek olsaydı. O zaman bu denli mesele etmek gerekmezdi. Ancak bu örnek bütüne ait önemli bilgiler veren bir kesit teşkil ediyor.

Köyün bağlı olduğu ilçe ile diğer bir ilçe arasına yeni yol yapıldı. Eski yol köylerin yakınlarından savuşup geçerken yeni yol kestirme geçip gitmiş, köylülerin ana yolun uzağına düşmesine aldırış edilmemiş. Bu hâl, yukarıda bahse konu ettiğim mesele ile doğrudan ilgili bir paradigmaya işaret ediyor. İdare köyü ve köylüyü gözden çıkarmış.  Köylerde yaşayanlar, ağırlıklı olarak ömrünün son demlerine ermiş bulunanlar. Yazları Büyükşehirlerden gelenlerle birazcık şenlenen köylerde güz gelince in-cin top oynuyor.

Yaklaşık on bin nüfuslu olan ilçemizin ana caddesinde, hiçbir mimari hususiyeti olmayan binaların cepheleri, İdarenin finansmanı ile köpüklerle kaplanıp kahverengiye boyanmış. “Ölü yüzü pudralamak” deyimi, caddede arzı endam ediyor. Meydandaki eski Jandarma Karakolunun yerine yapılan ve iki katı garip bir “mimariye” sahip dükkânlardan müteşekkil caminin, girişini bulmak için birkaç kişinin rehberliğine müracaat etmeniz gerekiyor. Caminin duvarında asılı tabelalar tuhaf bir görüntü arz ediyor. Yapı muhafazakârlığın modernliğine dair birer vesika gibi, tabelalardan bir tanesi şöyle: “Kepçeci Ömer” altında cep telefonu… Mevcut cami ile arasında sadece cadde bulunan bir çay bahçesi vardı. Orada da cami inşaatı yükseliyor. “Yan yana bu iki cami ne olacak acep?” diye soruyorum. Daha yapılalı çok uzun yıllar olmayan ilki yıkılacakmış.

Tarım ve hayvancılıkla geçinen ve bir zamanlar yüz dört köyün bağlı olduğu bu ilçede tarım ve hayvancılığın canına okunalı çok olmuş. İdare, ilçenin yanı başına yapılarak şeker pancarı yetişen arazileri sular altında bırakan barajın, ilçeye göre hayli sapa bir kenarına büyük bir lavanta bahçesi kurmuş. Lavanta ve ondan mamul ürünler üretmekten ziyade turizm maksatlıymış. Büyükşehirlerdeki ahali, lavanta bahçesinde “selfi” çekinmek için oraya akın edecekmiş(!) Baraj setinin alt tarafına rafting pisti yapılıyormuş, lavanta bahçesine gelen turistler orada su kayağı yapmadan dönmezler herhalde(!)

İlçenin, köyleriyle beraber küçükbaş hayvan varlığı, merkez nüfusunun altına inmiş durumda. Ama idare, çok zorlama bir seçim olan turizme gözünü dikmiş her nedense.

Nereden girdik nereden çıkıyoruz, öyle değil mi? Öyle değil bence, bütün modern yaklaşımlar gibi muhafazakârlık da esasında bir şeyi muhafaza etmek derdinde değildir. Yıkmak, değiştirmek, küresel endüstri düzeninin nüfuzuna müsait hale getirmek… “İşte bu bütün mesele!” Modern akımların hepsi köyü ve köylüyü, beşere sâri olmuş bir hastalık olarak gördüler; Batıcılar, muhafazakaralar, İslamcılar… Anadolu kırsalında/taşrada her bakımdan niteliksizleşme işte bu ortak yaklaşımın bir neticesidir. Büyükşehirlerdeki durum ise başka bir facia, ama şimdi mevzumuz o değil. Ancak bu işte muhafazakârların daha çözücü bir tesirinin olması hayli düşündürücü ve “Muhafazakârlık neyi muhafaza ediyor?” sorusunu sormayı icap ettiriyor.

Köyü ve köylüyü gözden çıkarıp onları birkaç Büyükşehir’e istiflemenin ne demek olduğunu,  gıda ve enerji krizlerinin gelip kapıya dayandığı bu zamanda, acı sonuçlarını yaşayarak öğrenmek gerekiyor. Öğrenir miyiz? Pek ümitli değilim.

Bu yıl, küçücük ilçemizde gezerken göbeği açık genç kızlar tesadüf ediyorum. Konuyla ne ilgisi var diyeceksiniz? Bir şey çok şeyle ilgili, çok şeyin de bir şey üzerinde tesiri var. Neyse sözü çok uzattık.

Fuzuli merhumun dediği gibi:

Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükûn

Derd çok hem-derd yok düşmen kavî tâli’ zebûn[1]

 



[1] “Dost pervasız, felek merhametsiz devran dönüyor

  Dert çok dert ortağı yok, düşman güçlü talih zayıf “