07 Aralık 2020

Tarihi Bilginin Doğruluğunu Gelenek ve Kuramlar Bağlamında Düşünme Denemesi

Veritas est adaequatio rei et intellectus” “Doğruluk var olan şey­lerle zihnin uygun olmasıdır.” Aquino'lu Aziz Thomas (1225- 1274)

Tarih, özellikle modern zamanlarda, kimliğin esası oldu. Bu bakış, tarihi ve bilgisini daraltan lakin batıda modern zamanda üretilen bilginin dönüşümü bakımından tutarlı ve manalıdır. Lakin bir doğru belirli şartları gösteriyorsa o çerçevede gerçek bununla birlikte diğer zeminlerde bir algı ya da kabul olarak görülebilir. Bahsettiğimiz bu bakış din kavramının merkezden kültüre çekildiği bir yapıyı ifade eder. Her halükarda tarihin bilgisi, din kavramının merkezde olduğu bir anlayışla yahut dinin o merkezin kenarında kaldığı ortamda olsun, varlığımız evidir. Bu tartışmalar esasen bizi tarihin bilgisinin bu sosyo politik bakışın ötesinde doğruluğu-yanlışlığı çerçevesinde bir yere taşır. Tarihin bilgisini tahrif eden, bizi muharref bilgiye muhatap olduğumuz zihin gücüne eriştirecek eleştiri yapmamamıza imkan sağlayacak bilgi ve nazariyeye sahip miyiz? Gelenekten veya modern zamanlara ait felsefi yahut sair bir düşünce pratiğimiz var mıdır?

İlk olarak gelenek içerisinden İbn Haldun'un zamanımızı ve muhtemel geleceği de kapsayan ve zihnimize tarihin bilgisi konusunda yol açan görüşlerini bir kere daha tespit faydalı olacaktır: 1-Fikir ve mezheplere taraftarlık bu sebeplerden birini teşkil eder. Çünkü insana nefsen, haberleri işittiği ve kabul ettiği vakitlerde itidal halinde bulunur ise haberi hakkiyle inceler ve doğrusunu yalanından ayırt edip haberin doğruluğu açık bir surette belli oluncaya kadar düşünür. Bir fikir, mezhep ve inanca taraftarlık karışır ise insan ilk ağızda, kendisine uygun olan haberleri kabul eder, bir fikir ve mezhebe meyil ve taraftarlık, insanın dikkatle düşünerek haberi tenkit gözünden geçirmesine ve incelemesine mani olur ve yalanı kabul ve nakleder.  2-Haberlere yalan karışmasını icap ettiren sebeplerin bir diğeri de, haberleri nakil ve rivayet edenlere inanmaktır.  3-Haberlere yalan karışmasının bir sebebi de maksatları unutmaktır. Haberleri nakledenlerin birçoğu, gözü ile görmesinden ve işitmesinden maksadın ne olduğunu bilmez. Haberi zannına ve tahminine göre naklederek yalana katlanır. 4-Haberlere yalan karışmasının sebeplerinden biri de, haberin doğruluğu vehmine kapılmaktır. Bu inan ekseriyetle haberi nakledene inanmaktan ileri geliyor. 5-Diğer bir sebebi de, halleri olaylarla karşılaştırma keyfiyetini bilmemektir. Çünkü hâl ve haberler karıştırılarak belirsiz bir hâle getirilmiş ve başka şekle sokulmuş olduğu için, haberci hâli gördüğü gibi nakleder. Hâlbuki şekil değiştirilmiş olduğundan vaki de hakikate uygun değildir. 6-Haberlere yalan karışmasının bir sebebi de haberi nakledenlerin, övmek ve hâlleri güzel göstermek ve bu sayede şöhretlerini yaymak maksadıyla, yüksek derece ve mevki sahiplerine yaranmalarıdır. Bu yolla doğru olmayan pek çok haberler yayılır. İnsanların övülmeye düşkün oldukları bellidir. İnsanlar, şeref ve servet gibi dünya nimetlerine bakmaktadırlar. Ekseriyetle faziletlere rağbet etmezler ve fazilet sahipleri ile bu meziyetleri elde etmek için yarışmazlar. 7-Yalan haberler karışmasının, andığımız sebeplerinin hepsinden daha önemli diğer bir sebebi var ki, bu da (dünyanın insan yaşayabilen bölgelerinde yaşayan kavimlerin ve cemiyetlerin yeryüzünü imarından ibaret olan) umranın ve diğer tabirle içtimaî hayatın tabiatının (tabiî cereyanının) hallerini bilmemektir. Çünkü cereyan eden hadislerin, o hadiseler gerek zati ve gerek fiili (ve arızî) olsun, her hadisenin kendisinin zatına ve kendisine mahsus olan bir tabiatı ve arizî olan hâlleri bulunması zaruridir. Hadiseyi işiten kimse, hadiselerin ve hallerin varlıktaki tabiatlarını ve bunların icap ve taleplerini bilir ise, bu bilgiler o kimsenin haberin doğrusunu, yalanından ayırt etmek üzere yapacağı incelemelerine yardım eder. Haber ve hadise hangi neviden olursa olsun, bu usul incelemeler için en mükemmel bir metoddur.

İbn Haldun'un tarihçiye dair bu eleştirileri şüphesiz tarihi bilginin doğruluğuna dair bir zihin pratiği kazanmak bakımından önemlidir. Zira bugünün tarihçisi de burada sayılan arızalardan tüm modern cakasına rağmen azade değildir.

            Burada ikinci olarak incelememizi doğru kavramı ve bunun üzerine nazariye ile derinleştirebiliriz. Zira tarihçinin “tarihin doğrusunu” tahrif edişini İbn Haldun ile hülasa ettiğimizde doğru kavramının manası ve zihnimizde buna dair müktesabatla meseleye bakmak ayrı bir önem taşır. Şimdi vereceğimiz hülasa insan zihninin doğru kavramını düşünürken var ettiği nazari bakışları havidir. Şüphesiz mevcut yazı çerçevesinde her şey değildir lakin zihnine bir içerik arayan, düşünmek isteyenlere kendince yol gösterici olabileceğini düşünüyoruz. Bu yolda ilk olarak doğruyu düşünen zihin karşılık kuramı olarak adlandırılan ve doğruya dair nazariyelerin en eskisi olan değerlendirilen yaklaşımla karşılaşır. Buna göre doğruluğun zuhuru için bazı unsurların tekabülü/denk gelişi/uyumu/tutarlılığı söz konusu edilir. Mevzu bahis unsurlar olarak nesne-özne, idea-gerçeklik, dil-dünya ve önerme-olgu gibi kavramların uyum içinde olması gerektiği söylenir. Yani söze gelen ile sözü edilenin mutabakatı beklenir. Bizim inanç ve cümle benzeri kaziyelerimiz/önermelerimiz ile gerçekliğin uyumu/ tutarlılığı, karşılıklığı beklenir. Tam tersi tezat ve karşıtlık ise yanlışı söz konusu eder. Gök yeşildir dediğinizde bir edebi metafor kurmuyorsanız mantıki bir karşılık, uyum olmadığından yanlış konuşuyorsunuz demektir. Zira sizin sözünüz/önermeniz ile gerçeklik uyumsuzdur. Selçuklular sömürgecidir önermesi de aynı şekilde vakasıyla objektif uyum içerisinde değilse benzer bir algı sapması ve doğrunun tahrifi gündeme gelecektir.

Olgular dünyayı temsil ediyorsa bizim kelamımız bu olguları doğru temsil edebilmelidir. Bu aslında gerçekçi bir tavırdır. İşte bu karşılık kuramı ile doğruya bakış tarzına tarih noktasından bakmak mümkündür. Tarihin bilgisi ve tarihçi söz konusu olduğunda geçmişte yaşanan ile belgeler ışığından yeniden yazılan arasındaki ilişki de bu uyum ve tutarlılık aranır. İbn Haldun'un bahsettiği karmaşanın önemli sebebi işte buradaki sakatlanmadır. Olay, olgu ve bunlar nakleden belge ve bunu oluşturan tarihçi “karşılık kuramı” kavramları çerçevesinde ve bağlamında kasıtlı yahut sehven yanlışa düşmüşse varlığımızın bu hayati bilgisi gerçekten bizim için bir kaos bilgisine dönüşebilir. Bu bakımdan gerek tarihçi gerek tarihle muhatap hepimiz için esas olan işte tarihin bilgisinin bu karşılık meselesindeki sıhhatının tespitidir. Belgeler olaya/olguya sadık mı? Belgeleri aktaran bunu sadakatle yapmış mı? Bunları aktarma da kullanılan yöntem bu işi yapmak noktasında doğruyu sağlar nitelikte midir? Burada bir dönemde yaşanmış tarihi olay adeta karşılık kuramcılarının Platon, Aristoteles'ten beri zihinden bağımsız bir gerçeklik gibi olması ve tarihçinin ise buna uygun önermeler ile o olay yahut olguyu doğru aktarması tarih yönteminin en yaman işidir. Buna dikkat eden zihinler ise yalan habere karşı zihni bir antikor üretmiş olacaklardır. İbn Haldun'un söz konusu ettikleri ve bu kuram bağlamındaki bakış bize doğru tarih bilgisi ile sahih bir kendilik bilincini zamanın/ideolojinin/menfaatin kirlerinden arınmış bir bakışla aktarması konusunda bir donanım sağlayabilir. 

Burada bu karşılık kuramının zihinsel bağlardan kopuk gerçeklik yahut ideacı bakışından karşı zaman içerisinde bağdaşımcılık olarak dilimize aktarılan bir felsefi doğruluk analiz kuramı da söz konusu olmuştur. Bağdaşımcılığa göre kaziyelerimiz/önermelerimiz zihnimizden bağımsız bir gerçekliğin kopyalanması olmayıp bir sistem içinde birbirleriyle bağdaşa ve birbirlerini destekle­yen önermeler ile doğru teşekkül eder. Bu bir manada bizim dışımızdaki hakikati bizim içimize ve dilimiz sınırlarına çeken bir bakış açısının modern zamanlarda tezahürüdür. Wittgenstein tabiri ile dil varlığın evine dönüşür. Doğrunun özü işte buradaki uyum ve bağlantı da oluşur. Bizim bir dış ideaya mutabık kalmamızda ve olguların bu manada temsilinde değil. İşte burada modern dünyanın seküler doğası oluşmaya başlar. Bu, insanın, varlığın ve tarihin manasını, belirleyicilerini dış bir yapıdan içeriye doğru dönüştüren bir zihindir. Yani zihin mi yoksa gerçeklik mi varlığı kavramımızı sağlar? Burada tarihi kuran ana mesele belgelerin dünyasına katı ve sert bir mutabakatla onlar üzerinden gerçekliğin resmini çizmek gayreti söz konusu olacaktır. Bahsedilenlere ilave olarak diğer bir doğru kuramı olan pragmatizm insanların alâkaları ve faydaları çevresinde eylemleri ile doğrunun şekillendiğini söyler. Yani gerçeği tayin eden bizim eylemlerimizin istikametidir. Yani algımızı var eden zihin midir yoksa eylemlerimizin sağladığı pratik midir? Tarihçi bu yolda yukarıdakilerin hangisi ile davranarak doğru bilgiyi bize ualştırır?

Tarihin bilgisine dair olarak, gelenek ve felsefi düşünce üzerinden doğru kavramı ve tarihin bilgisinin doğruluğu meselesi, hayatın bugün ve gelecek manası için üzerinde düşünülmesi gereken fevkalade önemli bir konudur. Zira geçmişi üzerinden doğru bir bilgi ile ve herkesin bu bilginin doğru olduğuna inandığı bir sosyoloji oluşmadan günü ve geleceği birlikte karşılayacak bir toplum zihni inşası zordur ve bu durum gelecek adına önemli bir risktir.