01 May 2016

Tartışılamayan laiklik

Meclis Başkanı İsmail Kahraman'ın “yeni anayasada laiklik ve tarifi bulunmasın” açıklamasından sonra patlak veren sürtüşme, AK Parti'nin aksi yöndeki tüm açıklamalarına rağmen kısa sürmeyecek gibi duruyor. Sürtüşme, çünkü bu alanda gerçek bir tartışma, mevcut durumda pek mümkün görünmüyor.

İsmail Kahraman'ın meseleyi çok net biçimde ifade etmemesi, düşüncesinin içini doldurmaması ve detaylandırmaması bir yanda, kendisini “laik” olarak tanımlayanlar ve laikliği neredeyse bir dini inanç gibi algılayanların ettiği küfürler, hakaretler diğer yanda… Laiklik bu ortam sebebiyle tartışılamadığı için siyah ve beyaz karşıtlığında sıkışıp kalmaya mahkûmdur.

Sayın Kahraman'ın gerçekten çok haklı olduğu bir nokta var: Doğrudan “laiklik” terimi, Fransa'nın başını çektiği 3-5 ülkeden başka hiçbir devletin anayasasında yok. Üstelik bu ülkelerde de bizden daha az tartışılmıyor. Bu tartışmalarda küfürler havada uçuşmuyor, rejimler tehlikeye girmiyor, kimse “hain” olmuyor.

Laiklik münakaşası kavramın kendisine odaklanılarak yapılıyor. Oysa laiklik, devletin sekülerliğinin ifadelerinden yalnızca birini dillendiriyor. Dünyada farklı laik/seküler yönetimler de varken, Türkiye'nin dine karşı en katı ve baskıcı formunu seçmiş olması söz konusu. Anglosakson sekülerlik biçimleri enteresan şekilde buradaki tartışmalara dâhil olmuyor. Aydın olarak öne çıkarılan pek çok yazar ve akademisyen mevcut durumu dikkate almadan değerlendirme yapıyor ve tedavüldeki laikliğin tartışmaya açılmasını dahi felaket sayıyorlar.

Eğer bir tartışma gerekliyse ve temel mesele farklı din, inanç ve kültürlere bir arada yaşama imkânı sunmak ve devletin hepsine eşit davranması ise -ki bu iki iddia Cumhuriyet tarihi dikkate alınırsa çökmüştür- başka modeller üzerinden ele alınabilir. Zira mevcut yaklaşımla İngiltere'nin bir şeriat devleti olduğu yorumunu çıkarmak hiç zor değil.

Laiklik tabirinin Türkiye toplumunun büyük kesiminde olumsuz çağrışım yapması doğaldır. Halka karşı rejimin bekçiliğini yapmayı vazife edinmiş sivil ve cunta yönetimleri, laikliği vicdan özgürlüğü için meşru bir zemin olarak değil, dine karşı bir baskı enstrümanı olarak kullandılar. Hatta Cumhuriyet döneminin bunca çalkantılı geçmesinde laiklik faktörünü en başa yazarsak, herhalde abartmış olmayız.

Geriye dönüş veya “irtica” korkusu neredeyse bir asır sürdü. Bu korku ve baskı, modernleşme projesinin Türkiye'de istenilen istikamette gerçekleşemediği ve bir ölçüde başarısız olduğunu da kanıtlar nitelikteydi. İrtica o kadar temel bir mücadele alanı olmuştu ki, PKK gibi bir terör örgütü bile bu durumdan istifade ederek varlığını sürdürdü. “PKK laikliğin teminatıdır” tarzı açıklamalar boşuna değil.

Şunu da söylemek gerekiyor: Dinî günleri anayasada resmi tatil olarak ilan etmesi, 82 anayasasını         “Türk-İslam sentezinin temel payandası olduğu bir anayasa” veya “dindar bir anayasa” yapmaya yetmez. Fazla iddialı olmanın yanı sıra, fazla dışsal bir yorum olur bu.

Özgürlüklerle değil, her daim yasaklarla kendisini gösteren laiklik bugün üzerinde uzlaşma sağlanabilecek bir tabir olmaktan çıktı. Bu konudaki ayrışmaların keskinliği bunu doğruluyor. Teorik tanımlarıyla güzel güzel ifade edilen laiklik, cici bir uygulama olmaktan artık çok uzak.

Her partiden siyasetçiler yürürlükteki laiklik lehine açıklamalar yapsalar da, laiklikten anladıklarının aynı şey olmadığı ortada. Öte yandan, dindarlar da hukuki mevzuatla ilgili birtakım taleplerinden vazgeçmiş değiller. Rejimin değiştirilmesinden veya birilerinin iktidarla ilgili taleplerinden bahsetmiyorum.  

Sistem tartışmalarında Fransız jakoben laiklik anlayışından vazgeçilmesi bir zaruret halini aldı. Çoklu hukuk sistemlerinin de dâhil olabileceği bir devlet düzeni mümkün. Lozan'da azınlıkların gayrimüslimlerle ifade edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde vatandaşlığın din üzerinden tanımlanmasının çok da aykırı olmadığını gösteriyor. Bugün bu mümkün görünmüyorsa bile, din hürriyetini garanti altına almakla kalmayan, gerekliliklerini de temin eden çoğul bir mevzuata ihtiyaç var.

Milletin taleplerini küçümsemek ve engellemeye çalışmak, çağdaş-okumuş-kentli kesimin asla vazgeçemediği asırlık bir alışkanlık ve bu alışkanlığın uzun vadede başarılı olduğunu bu memleket hiç görmedi.